Epeydir otobüs terminaline uğramıyordum. Yol boyunca yeni apartmanlar dikilmiş, yollar, kavşaklar yapılmış, ışıklandırılmış derken albenisi yükselmiş. Bildiğim yoldan giderek terminalin girişine vardım, otopark girişi kapatılmış. Geri dönüp ana yola çıkarak terminalin yanındaki yoldan ilerledim. İlçe dolmuşlarının kalktığı yerin üst tarafından vermişler girişi. Park için yeterli yer var, çizgilerin dışına taşmadan park ettim. Araçtan indiğimde ürperdim, hava serin. Yaz havasından çıkamadık hala, yanıma bir şey almadım, üşüyeceğim kesin. Belki terminalin içi duldadır.
Terminal sakin, yoğunluk yok. Sekiz kırk beşte geldim, bir aksilik olmazsa dokuz buçukta koliyi teslim alacağım. Gelen mesajda otobüs firmasının adı, plakası hareket saati, şoförün adı ve telefon numarası var. Gelen yolcu bölümünü gören metal oturağa oturdum. Bir süre gelen otobüsleri izledim. Terminal devasa siyah camlarla kaplı olduğu için otobüs park edene kadar firmanın adı ve plakası görünmüyor. Soğuk, popom üşüdü. Terminalin içinde bir ileri bir geri insanlara izleyerek yürüdüm. Ellerinde telefon otobüsleri bekleyen yolcular, koşuşan çocuklar, karı koca ihtiyarlar. Kimileri ailecek beklerken meselelerini ortaya sermiş tartışıyorlar. Adamın biri ergenleri başında hararetli konuşuyor. “Kimsenin özel hayatına karışmak istemem ama bu kadar da olmaz ki canım. Bu evin belli kuralları var. Zırt pırt, vakitli vakitsiz eve girip çıkamazsın öyle.” İlerliyorum. Valizine yaslanmış, telefonuyla meşgul genç bir kadın oturuyor. Çevrede oturan insanlarla göz göze gelmemek, erkeklerin rahatsız edici bakışlarından kaçmak için iyi bir yöntem. İki çocuklu bir anne didiniyor, biri kucakta rahat durmuyor, diğeri ortalıkta bir o yana bir bu yana koşuşturuyor laf dinlemiyor, kadının hali perişan. Yanındaki sümsük telefona dalmış, hiçbir şey umurunda değil. İleri bak geri bak sıkıldım. Ne yapmalı! Firmasının yazıhanesine sorayım bakalım kaç gibi burada olurmuş otobüs.
“Pardon, şu plakalı, şu saatte hareket eden otobüs Çorum’a kaç gibi gelir?”
“Ankara’dan mı hareket etti?”
“Evet evet.”
“Bakalım. Şoförün adı neydi?” WhatsApp mesajına baktım.
“Hayati Açmaz”
“Bu otobüs şimdi Kırıkkale’ye giriyor.”
“Dokuz buçukta Çorum’da olur demişlerdi.”
“İmkânsız, dediğim gibi Kırıkkale’ye yeni girmiş, on birden önce gelmesi mümkün değil.” “Öyle mi, tamam, teşekkür ederim.”
Haydi, buyur bakalım. Dokuz buçukta gelecek dedikleri otobüs on birde gelecek, bir aksilik olmazsa. Kırıkkale’den burası en az iki saat çeker. Soğuk zincir ilaç kolisi bekliyorum. Bataryalı gönderirler mutlaka ama zaman uzadıkça batarya erirse ilacın bozulma riski var. Hay anasını ya! Yazıhane yanlış bilgi vermiş olamaz mı arayayım şu şoförü bakalım. Numarayı çevirdim, uzun uzun çaldı, açmıyor. Yahu bu şoför milleti var ya, bunlara güven olur mu? Aklıma bunlarla ilgili bir anı geldi.
Otobüs firmalarının şehir için yolcu toplayan dağıtan midibüsleri vardı, şimdi de var mı bilmiyorum. Öğrenciydim, Ankara’dan gelmiştim. Mahalleme gelince servisten inmek için şoförü uyardım. Valizimi aldım, ayağımın birini yere attım tam iniyordum ki midibüs hareket etti. Dengemi kaybettim yere yuvarlanmaktan kurtulamadım. Eve gelince firmayı aradım, midibüs şoförünü tarif ettim, ben ayağımı yere atar atmaz hareket etti ve düştüm dedim, ilgileneceklerini söylediler. Şikâyetim karşılık bulacak sandım, bir daha o adam servis şoförlüğü yapamayacağını düşündüm. Ankara’ya gidişte tekrar o şoförü görmemle işlerin öyle yürümediğini anladım.
Ah şu bizim Çorum havası, eylülün başı, hava bu kadar mı serin olur? Akşam oldu mu montunu almadan çıkarsan poyraz canına okur. İçim titredi. Çay filan yok mu acaba? Hep özel araçla yolculuk yaptığım için toplu taşıma unuttuğum, eskide kalmış bir anı. Otobüs beklemek, beklemeyi bilmek, beklerken zaman geçirebilmek, bunları unutmuşum. Sağa sola baktım çay ocağı filan da görülmüyor, bir kafe var orası da kapalı.
Gelen yolcu bölümünde o soğuk metal oturağa oturdum. Biraz sosyal medyada takıldım. Facebook’ta köylülerimle ilgili paylaşımları okudum. Yaşlı bir kadın vefat etmiş, taziye mesajı yazdım. Bir iki tatil anısı beğendim. Şarjımı ekonomik kullanmalıyım, bu kadar sörf yeter. Şu şoförü bir daha arayayım bakalım, tıkladım numarayı, çalıyor ama açmıyor. Bu nasıl iş yahu. Yolculukta telefon ellerinden düşmez ama birisi arayınca bakmazlar. Hanımı aradım. “Hayatım bu işte bir terslik var. Eczacı otobüs dokuz buçukta orada olurmuş, karşılamanız lazım demişti, yazıhanedekiler on birden önce gelmez diyor.”
“Niye o kadar saat farkı var?”
“Ne bileyim, mesajı atan eczacı öyle söyledi, hatta aradı da, orada olun o saatte gecikmeyin dedi.”
“Beklemekten başka yapacak bir şeyin var mı, yok, o halde söylenme hadi kapatıyorum, anneme bakmam lazım.”
“Tamam, sana da dert yanmalı, söylediğine de pişman ediyorsun adamı.”
Kapattık. Yahu bu kadınlara dert yanmak da suç. Başıma bir olay gelmiş paylaşıyorum, daha gelmedi ama gelecek hissediyorum, yakınma da işine bak demek şık bir tavır mı allasen? Ev işlerinde, çarşı işlerinde hem emeğimiz görmezden gelinir hem de entipüften bir şeyler anlatsa kuzu kuzu dinleriz, dinlemek mecburiyetindeyizdir, aksi halde bir yığın laf işitiriz, başımızın kakıncı olur. Adalet mi bu?
Şu herifi bir daha arayayım. Çalıyor telefon, açmıyor mendebur, açmaz abi, soyadı Açmaz zaten. Mesaj atayım, belki döner. Hızlıca yazdım. “Kaptan iyi yolculuklar. Ankara AŞTİ’den verilen kolinin sahibiyim. Çorum terminalinde bekliyorum. Tahminen saat kaç gibi gelirsiniz?” WhatsApp’da profil resmi yok, nasıl bir tip, telefona niye bakmaz anlamıyorum. Gerçi umurunda mı, benim için çok önemli olan gönderi onlar için adi bir koliden başka bir şey değil. Koliyi otobüse teslim eden eczacı çırağı, içinde çok önemli ve pahalı bir ilaç olduğunu, soğuk zincirle taşındığını, hassasiyet göstermeleri gerektiğini söylemiş midir, hiç sanmıyorum. Otobüs saatinde kalkar ve dediğiniz saatte ulaşır mı demiş midir, mümkün değil. Eczacı parasını aldı, ilacı çırağa teslim etti, alıcıyı aradı, terminalde olmanız lazım dedi, onlar için önemli olan bu. Alıcı şoförü aramış ulaşamamış, otobüs en az iki saat gecikecekmiş onlar bunu bilmezler, bilseler bile bizlik bir şey yok derler. Çırak tahminen şöyle demiştir. “Bu koliyi Çorum terminalinde teslim alacaklar, bana otobüs bilgileri lazım.” Onlar da, “Tamam kardeşim gel ekran görüntüsünün resmini al o kadar gerisi bizde,” demişlerdir.
Terminalde sirkülasyon hiç bitmiyor, gelen giden otobüsler, inen binen insanlar. Birbirine sarılanlar, vedalaşanlar, ağlaşanlar. Valiz tekerleklerinin ritmik sesleri. Yeri sabit olan ve bekleyen sadece benim. Şu an biletini almış ve otobüsünü bekleyen yolcu olmayı isterdim. Otobüsüm perona yanaşır, kontrol eder, yerime oturur, biner giderdim. Yolda olmanın, bir yerlere ulaşmanın, arkada bıraktıklarını düşünmenin vahşi bir tadı var, itiraf etmeliyim. Ardına bakmadan gitmek bir tür intikam gibi gelir bana, böyle düşünmüşümdür hep. Hayatımdaki müspet değişiklikleri bulunduğum yeri terk ederek kazanmışımdır.
Tekrar dışarı çıktım, soğuğu ve bir meçhulü duyumsamaktan başka içimden geçen bir şey yok. Sanki ilaç benden kaçıyor, ben ulaşmak istedikçe o uzaklaşıyor. Terminalin az ilerisinde benzin istasyonu var. Oraya gideyim çay, kahve bir şey vardır elbet. Heyhat! İstasyonda market yok.
Otoyola kaydı gözüm. Kamyonlar, otobüsler, özel araçlar, kalabalığa şaşırmadım desem yalan olur. İnsan bazı şeyleri beklerken, düşünürken, gözlerken idrak ediyor. Avrupa’da trenle taşımacılık yaygınken bizde hala otoyollar kullanılıyor. Şehirlerarası otoyolla insan ve yük taşıma ilkel bir yöntem esasen. Otobüs kazaları, büyük araç kazaları kaçınılmaz. Homurdanarak giden kamyonlar ne kadar korkutucu. Hem pahalı da otoyol taşımacılığı. Neyse memleket meseleleriyle kafa yoracak zaman değil.
Geri döndüm yerime oturdum. Kafamda türlü senaryolar. Olumsuzların en muhtemeli de şu: İndirecek yolcusu olmadığı için otobüs terminale girmeyecek, ilacı unutacaklar ve Karadeniz’e doğru devam edecekler. Artık Samsun mu olur, Ordu mu, Giresun mu, akıllarına gelecek ve orada arayacaklar beni. Peki, ilacın hali nice olacak. Bataryalar eriyecek, ilaçlar ısınacak ve niteliğini yitirerek kullanılamaz hale gelecek. Bir daha bu ilaçları nasıl alırım. Yirmi yedi bin liralık maddi değeri var aşağı yukarı. Hanımla kötü olmak da cabası. O kadar para verdin ilacına sahip çıkamadın der, der mi der. Kolinin kaybolma ihtimali de var. Saate baktım on buçuk. Şoförü bir daha aradım, “Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.”
Bir daha sorayım yazıhaneye. “Pardon, şu plakalı otobüs nerede acaba, sistemden gözüküyor mu?”
“Bakalım. Şu an dağ tesislerine girmek üzere, burada yarım saat dururlar. Yani on birde hareket etse on ikiden önce gelmez.”
“Tamam da dokuz buçukta burada olması gereken otobüs on ikide mi gelecek yani, öyle mi olacak?”
“Beyefendi online sistemde böyle gözüküyor, gerisini bilemem, aradınız mı şoförü peki?” “Telefonu açmıyor, nasıl bir şoför, nasıl bir firma anlamadım ki!”
“Beyefendi firmayla ne alakası var, şoför telefonu açmıyorsa firma ne yapsın?”
“Pek peki haklısınız. Size nerede görünüyorsa oradadır. Kusura bakmayın, otobüs gecikince biraz canım sıkıldı.”
“Olur böyle şeyler, yolculuk hali, kimse bilemez, gelir ama merak etmeyin, burada terminale gireceği belirtilmiş.”
Kargoyla gönderseniz olmaz mı diye sorduğumda, kargo firması soğuk zincir kolisi almıyormuş demişti eczacı kadın. Otobüsle göndereceğim dediğinde ise eyvah demiştim içimden, otobüs zamanında gelir mi, koliyi zarar görmeden teslim alabilir miyim diye telaşlanmıştım. Aklıma gelen başıma geldi. Soğuk zincir ürün taşıyan kargo firmaları olduğunu biliyorum ama onları kim arayıp bulacak. Kimse uğraşmaz.
Her gelen otobüs radarımda artık. Firma ismini, plakasını kontrol ediyorum. Ne olur ne olmaz erken gelir, kaçırmayayım. Dikkat kesilip oflayıp poflarken on beş dakika sonra bilmediğim bir numara arıyor.
“Efendim, buyurun!”
“Filanca kişi siz misiniz?”
“Evet!”
“Abi ben otobüs firmasının dağ tesislerinden arıyorum. Çorum terminaline girmeyeceğim, yolcum yok. Bizim firmadan terminale girecek otobüs bekliyorum, birazdan gelir ve moladan sonra yola çıkar. Sana plakasını atarım mesajla, beklersin tamam mı?”
“Terminale girmeyeceksiniz de benim koliyi neden teslim aldınız, böyle bir şey olur mu?” “Valla Abi orasını ben bilmem kaptan şoför bilir, ona soracaksın.”
“Soracağım tabii de telefonunu açmıyor ki. Kesin girer mi terminale, umutlandırma beni, ya girmezse?”
“Girer abi girer bekle sen, birazdan mesajla plakayı atacağım.”
“Tamam, hadi bekliyorum.”
Tünelin ucundaki ışık nihayet göründü mü ne. İyi de terminale girmeyecekseniz koliyi AŞTİ’de niye kabul ettiniz. Bir yolunu buluruz demiştir simsarlar. İşleri güçleri yalan dolan. Bir koltuğu iki hatta üç kişiye satan adamlardan her şey beklenir. Koliyi ulaştıracak bir otobüs buluruz demişlerdir. Bu şoförler birbirleriyle irtibatlıdır, mola yerleri var, orada ayarlıyorlar demek ki. Neyse ne canım. Biraz sonra aynı numaradan mesaj geldi, baktım otobüsün plakası. İyi haydi bakalım, geliyor bizimkisi.
Biraz uğraştırıcı olsa da ilaçlarıma ulaşacağım nihayet. Belki gereksiz telaşlandım ama aksilikler sinir bozucu. Her şey istediğimiz gibi gitmeyebiliyor. Beklerken olabilecekler hakkında daha soğukkanlı ve hazırlıklı olmak gerekiyor. Sonunda ilaca kavuşacak olmanın bedeli diye düşünüyorum şu olan biteni. Neyse eve gidince bir fincan keyif çayı içmeden yatmayacağım.
Yarım saat sonra bilinmeyen başka bir numara arıyor.
“Çorum terminalinde koli bekleyen siz misiniz?
“Evet, benim, geldiniz mi yoksa göremiyorum sizi!”
“Yok abi az kaldı. Şöyle bir sorunumuz var. Çorum terminalinde inecek yolcunun evi leblebicilere yakınmış orada duracağız dedi kaptan şoför, abi sen de leblebicilere gelecekmişsin.”
“Yahu siz dolandırıcı mısınız kardeşim, ne diyorsunuz ya! Arayan adam terminale girecek dedi ya, leblebiciler nereden çıktı?”
“Onlar koliyi bize teslim etti, top bizde yani. Kaptan ne diyorsa onu iletiyorum, gecikmeyin, birazdan leblebicilere gelin.”
“Tamam, anladım gidiyorum oraya. Bekleyeceksiniz değil mi?” Kapattı telefonu. Aaaah ah. Arabamla Ankara’ya gitsem ilacı kendim alsam daha kolay ve stressiz olacaktı bu iş. Şu dolandırıcılara bak ya. O otobüsten bu otobüse dolaşıyor ilaç. Batarya eridiyse seyret halimi.
Leblebicilerin bulunduğu cebe saptım, mazgallar şakırdadı. Hızlı araç kullanmayı hiç sevmem ama mecburdum. Üç dört kilometrelik yolu ışıklarda durduğumu saymazsak son gazla katettim. Şu ileride duran otobüs olmalı beklediğim, nihayet buldum. Arabayı sağa çektim, hızlıca inerek otobüse doğru yöneldim. Olmaz, olamaz otobüs hareket ediyor. “Heeeyyy, durur musunuz, Allah kahretsin, nereye gidiyorsunuz, ilaçlarım var otobüste!” Hızımı arttırdım, koşuyorum ama heyhat, cepten çıkarak asfalta çıktı. Koştum yetişemedim, kahrolası motor sesi kulağımda çınlıyor. Vites değiştirip gaza yüklenip ilerliyorlar. Göz göre göre gidiyor ilaç. Arabama döndüm, takip etmekten başka çare yok. Motoru çalıştırdım gazlayarak ilerliyordum ki leblebici dükkânından çıkan bir adam ısrarla el kaldırdı, ardından koştu. Homurdandım, ne istiyorsun be adam, alışverişin sırası mı? Arkamdan koşuyor inatla. İşim acil çerezin sırası mı, otobüsü yakalamam lazım, duramam. Otobüs kadar gürültü çıkarmasa da arabama son gaz yüklenip vites büyüterek ilerledim.
Hasan Hüseyin Akkaş
Comments