top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hasan Hüseyin Akkaş- Nöbetçi

Nöbetlerinde saat kaçta istirahata çekilmesi gerektiğini bir türlü ayarlayamayan yeni memur Zekeriya, saat sabahın yedi buçuğu olduğu hâlde uyanmamıştı. Erkenden çekildiğinde uyku tutmuyor, sabaha karşı yattığında ise bir türlü uyanamıyordu. Gençlik alameti, tembelliğinden değil, başka şeye yormamak lazım.

Bekçi Bünyamin Efendi'nin kapıyı ölçüsüzce yumruklamasıyla gözlerini açtı. Yattığı yerden doğruldu. Nerede olduğunu anlamak için sağa sola şaşkın gözlerle baktı. Rüya görüyordu ve en hoş anında uyandırılmıştı. Televizyonda film izlerken aniden elektrik kesilir ya işte onun gibi olmuştu.

Zekeriya'nın rüyasında ne gördüğü bizi ilgilendirmez. Genç adamların rüyalarını merak etmek gereksizdir. Genellikle ne gördükleri, neyi görmeyi umdukları tahmin edilebilir.

Bünyamin seslendi. Seslenme değildi bu. Bağırdı.

"Zekeriya Bey, geç kaldınız. Herkes kahvaltısını yaptı. Yemekhanede sizi bekliyorlar. Haydi, kalkın, haydi haydi!"

Hay aksi! Şu mendeburun diline düşüyoruz ya Allah kahretsin. Nasıl uyanamadım, sak yatıyorum hâlbuki. Zekeriya, rüyasını sonlandıran Bünyamin'e kızarak bağırdı.

"Tamam kardeşim, ne bağırıyorsun, geliyorum. İnsan kibar olur biraz! Karşında sağır mı var!"

Bünyamin, Zekeriya'nın homurdanmasını duymamıştı. Bağırmış ve uzaklaşmıştı. Duysa da fark etmezdi. Zira bu tür sitemlere aldırış etmez, söyleyeceğini söyler, sonunu düşünmez, çeker giderdi. Ne anlayışsız adam şu Bünyamin. Kapıya öyle güm güm vurulur mu? Yavaşça seslense ne olur sanki. Medeniyet görmemiş ki! Uyuyan insana, tövbe tövbe...

Zekeriya yavaş hareket ederek pantolonunu, gömleğini giydi. Aynanın karşısında saçını taradı. Uykusunu alamadığı için gözleri mahmurdu. Yatağını düzeltti. Elini yüzünü yıkamak için lavaboya yöneldi. Soğuk su uykusunu açtı. Ağır adımlarla yemekhanenin yolunu tuttu.

Görevliler masaların üzerini toplamamışlar, rutin temizliği yapmamışlardı. Bölük pörçük ekmekler, çay lekeleri, devrilmiş metal bardaklar, zeytin çekirdekleri, erimiş tereyağı, sandalyelere dahi bulaşmış fındık ezmesi. Ortalık perişandı. Bacak bacak üstüne atmış oturan ve çayını yudumlayan yemekhane şefi, Zekeriya Bey'i görünce toparlandı, ayağa kalktı.

"Buyur beyim ne arzu edersin? Kıymalı yumurta yapayım mı? Ya da bol kaşarlı omlet. İsterseniz et türü. Ne dersiniz?"

Zekeriya Bey terslendi. Silinmemiş masalar, kirli zemin canını sıkmıştı.

"Önce şu masayı silin kardeşim, bu ne böyle. Yemekhane boşalmış, kimse kalmamış, neyi bekliyorsunuz? Ortalığın haline bak! Temizlik, tertip nedir bilmez misiniz? Sizin yardımcılarınız ne iş yapar Allah aşkına!"

Şef bozuldu. Şu herifin havasına bak, tabii ki toplayacağız. Senin keyfinin yetmesini bekliyoruz. Her nöbetinde böyle bu adam ya! Hem geç gelir hem de havasından geçilmez. Yaşın kaç ki senin? Ben senin gibi caka satan ne memurlar gördüm bu yaşa kadar. Elbet senin de havanı söndürürler bir gün.

"Haydi, Muhittin topla oğlum ortalığı, sil süpür, paspas çek."

"Zekeriya Bey, ne yemek istediğini söylemedin hâlâ?"

"Yahu arkadaş millet ne yediyse ben de ondan yiyeceğim. Getir zeytin, peynir, fındık ezmesi falan. Kaç kere söylemem gerekiyor, ayrıcalık falan istemem. Kimseye özel menü yok. Tutarım tutanağı verirsiniz hesabını."

Sana teklif edende suç, neme lazım. Herkes ne yiyorsa sen de onu zıkkımlan. Kendini bir şey sanıyor, aslı astarı kıytırık bir memur. Kendini buranın amiri sanıyor, tutanak tutacakmış, sen kimsin ki oğlum? Müdürü var, yardımcısı var.

"Tamam, Zekeriya Bey, getiriyorum. Yalnız karavana çayı biraz acıdır, kendimize demlediğimiz çaydan getireceğim, cam bardakta, olur mu?"

"Eee, haydi haydi uzun etme."

Zekeriya göreve başlayalı bir yıl olmamıştı. Kendince bir düzen tutturmaya çalışıyordu. Çalışanlarla içli dışlı olmamaktan tutun, doğrusunu, idealini yapmaya kadar bir yığın ilkesi vardı. Bazen hataları da oluyordu ama ilkelerinden ödün vermemeye çalışıyordu.

Yemekhane şefi; tereyağı, zeytin, peynir ve fındık ezmesinden oluşan kahvaltı tabağını Zekeriya Bey'in önüne koydu. Cam bardakta çayı ve ekmeği de getirdi.

"Başka bir isteğin var mı Zekeriya Bey?"

"Yok, kardeşim uzun etmeyin, işinize bakın."

Mendebura yaranmak mümkün değil. İnsan teşekkür eder, kendini beğenmiş.

Zekeriya Bey kahvaltısını iştahla yedi. Dört beş bardak çay içti. Yarım somunu mideye indirdi. Küçük kahvaltılıkların gayet işlevsel olduğunu düşündü, israf olmuyordu, en iyisi buydu. Boş kutuları evirip çevirirken fındık ezmesinin kabartmalı üretim tarihine kaydı gözü. Son kullanma tarihini kontrol etti. Masaya bırakırken birden duraksadı, tekrar arkasını çevirdi. Bunun son kullanma tarihi geçmiş, yok olamaz. Bir daha okuyayım. Evet, evet son kullanma tarihi geçmiş, nasıl olur? Bu adamlar tarihi geçmiş gıda mı yediriyorlar insanlara. Tereyağına, peynire baktı. Onlar yeni tarihliydi. Şimdi yaktım çıranızı üçkâğıtçılar, bağırdı.

"Şef, çabuk buraya gel!"

Şef duymadı. İçeride ocak başında öğle yemeği için hazırlık yapıyordu. Masaları temizleyen Muhittin duydu. İçeride, ocağın başında olan Şef'e koştu.

"Şefim, Zekeriya Bey seni çağırıyor."

"Ne diyormuş, sen baksana, meşgulüm görmüyor musun?”

"Zekeriya Bey, şef öğle yemeğini hazırlıyor, bana söylemez misiniz arzunuzu?"

"Lan oğlum dalga mı geçiyorsunuz benimle. Çabuk gelsin kafamın tasını attırmasın."

"Şefim ille de seni çağırıyor, ısrarcı, şuna bir bak hele."

Şef kaygısızca Zekeriya Bey'in yanına gitti.

"Buyur beyim, beni istemişsiniz."

"Şu fındık ezmesinin son kullanma tarihini oku bakalım."

Şef fındık ezmesini aldı. Arkasını çevirdi, okudu. Tepki vermemekle birlikte pancar gibi kızardı.

"Siz ne zamandan beri insanlara tarihi geçmiş, bayat gıdalar yediriyorsunuz?"

"Olur mu öyle şey efendim, bir yanlışlık olacak."

"Ne yanlışlığı lan! Görmüyor musun? Tarihi geçmiş, bayat. İnsanların hayatıyla oynuyorsunuz."

"Hımmm."

"Şimdi masanın üzerinden topladığınız bütün kutuları getirin bakalım, tek tek inceleyeceğim."

Şef tutuştu. Geçenlerde gıda temini yapan sorumlu, "Elimizde tarihi geçmiş bir kutu ürün var," demişti. "Arada bunları verirsiniz, çöpe atmayalım şimdi," diyerek. O kutudaki ürünler bunlar mıydı yoksa? Yandığımızın resmidir. Bu anlayışsız tutanak tutar. İşin yoksa hesap ver, dur. Pösteki saydıracak bize sabah sabah.

Şef, Muhittin ile birlikte bütün küçük kahvaltı kutucuklarını Zekeriya Bey'in önüne yığdı. Zekeriya boş kutuları bir bir inceledi. Görüldü ki sadece fındık ezmesinin tarihi geçmiş, istisnasız. Aklına numune örneği geldi.

"Şef çabuk numuneleri getir."

Şef numuneleri getirdi. Onlara da baktı. Numunedeki fındık ezmesinin tarihi yeni, o farklı. Bilinçli bir şekilde tarihi geçmiş gıda insanlara yedirilmiş. Numunenin yeni tarihli olması kasıt olduğunu gösteriyordu.

"Siz insanlara sürekli tarihi geçmiş gıda mı yediriyorsunuz? Nasıl insanlarsınız, Allah'tan korkmaz kuldan utanmaz mısınız? Günah nedir bilmez misiniz? Tutanağı tutuyorum, alacağım boyunuzun ölçüsünü. Artık Müdür Bey'e verirsiniz hesabınızı."

"Beyim yapma, etme. Bir yanlışlık olmalı, kasıt falan yok, telafisi var. Sen bilirsin!"

Tutanak tutacakmış. Tutarsan tut lan! Elinden geleni ardına koyma. Senden korkan senin gibi olsun.

Zekeriya Bey dinlemiyordu bile. Tutanağı yazmak üzere odasına geçti. Meseleyi etraflıca düşündü. Kasıt olduğundan bir kez daha emin olduktan sonra detaylı bir tutanak kaleme aldı. İşini dürüstçe yaptığı ve üçkâğıdı ortaya çıkardığı için bahtiyardı. Devlet işi şakaya gelmezdi, büyük bir dikkatle yapmalıydı insanlar işini, büyük vebali vardı. Milyonların vergisiyle alınıyordu bunlar.

Bekçi Bünyamin Efendi'yi çağırdı. Tutanağı okuyup imzalaması gerektiğini söyledi. Bünyamin Efendi kem küm edecek oldu. Ağzında lafı geveledi, kızardı, bozardı. O anda yemekhanede olmadığı için imzadan imtina edeceğini diyecek oldu. Baktı ki Zekeriya Bey kararlı, imzalayıp çıktı. Yarım saat kadar bekledikten sonra Müdür Bey geldi. Kerli ferli bir adamdı müdür, tecrübeliydi. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Fazla konuşmaz ama konuşmaya başlayınca da lafının üstüne laf olmazdı.

Zekeriya Bey makama çıktı. Durumu sözlü olarak ifade ettikten sonra tutanağı sundu, kurumlandı. Müdür acele etmeden tutanağı okudu. Masanın üzerine bıraktı, yerinden kalktı, odada ileri geri birkaç tur attı. Düşünceli hâli yüzünden okunuyordu. Yorum yapmadı. Müdür gidebileceğini söyledi. Zekeriya Bey gururluydu. Dikkati sayesinde çalışanların açığını yakalamış ve hemen müdahale etmişti. Kasıt vardı, gerekenler yapılmalıydı. Sabah sohbeti için memur odasına yöneldi, haklı gururunu paylaşmalıydı. Simit, poğaça ve çayla kahvaltılarını yapan ve sabah mahmurluğunu üzerlerinden atmaya çalışan memurlar haberi çoktan almışlar ve yorum yapıyorlardı. Zekeriya içeri girince sustular.

“Günaydın arkadaşlar.”

“Günaydın, günaydın.”

Yaş haddinden emekliliğini bekleyen memur söze girdi.

“Sen ne yaptın be oğlum. Bunlarla uğraşılır mı? Niye tutanak tutuyorsun, madem aksaklık tespit ettin, sözlü olarak uyar. Düzeltirler, düzelmezse o zaman müdüre söyle. İşi resmiyete dökünce sonuç alacağını mı zannediyorsun. İşler senin düşündüğü gibi olmuyor. Öğreneceğin çok şey var ama söylemekle olmuyor yaşaya yaşaya öğreneceksin.”

Siz öyle zannedin. Zaten sizin gibi her şeye eyvallah diyen dinozorlar yüzünden işler tavsıyor, görmezden geliniyor, ondan sonra adamlar istediği gibi at oynatıyorlar. Bu yaşa kadar gördüğünüz yanlışa yanlış demediyseniz o sizin anlayışınız. Ben gördüğüm eksikliğe, yanlışa müdahale ederim arkadaş, görmezden gelemem, resmiyete döker sonuç alırım. Göreceksiniz, eyyamcılar.

Orta yaşlı bir memur anlamlı bir ifadeyle başladı konuşmaya.

“Zekeriya, bak kardeşim. Seni en iyi ben anlarım. Ben de senin gibi ideallerle başlamıştım memuriyete. Aklıma yatmayan her şeye karışıyor, tutanak tutuyor ve idareye aksettiriyordum. Sonuç da alıyordum, tuttuğum tutanaklar işleme alınıyor ve çözüm üretiliyordu. Büyük işler başardığımı zannediyordum. Kısa bir süre sonra işlerin böyle yürüyemeyeceğini anladım. İlk hatamda soruşturma açtılar. Uyarı cezası verdiler. İkincisinde kınama ve daha sonra da yerimi değiştirdiler. Kimsenin istemediği zor bir birime atadılar ve böylece benden kurtuldular. Ondan sonra aklım başıma geldi. Görmezden geldim, idareyi ilgilendiren işlere burnumu sokmadım. Göze batan bir şey olursa sözlü olarak ilettim. Çözümü böyle buldum. Bu işler bir iki kişinin çabasıyla düzelmez, önce kafaların değişmesi lazım. Sonra bu bizim kültürümüzde var, Almanlar gibi olamayız biz. Kayırmacılık, adam sendecilik, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı. Bunlar kolay kolay değişmez ve bu devran böyle devam eder.”

Zekeriya dinliyor ama içten içe hep sizin yüzünüzden bu aksaklıklar diyordu. İç sesi sen doğruyu yapıyorsun, kimseye kulak asma, doğruların adamı ol diyordu. Diğer iki memurlar konuşmadılar ama anlamlı ifadelerle Zekeriya’yı süzdüler. Yüz ifadeleri, öğreneceksin, öğreneceksin ama yavaş yavaş der gibiydiler. Kendinden emin insanların yüz ifadeleriyle bakıyorlardı. Zekeriya’ya da çay geldi. Çayını yudumlarken heyecanlandı. Sonucu merak ediyordu, müdür ne karar alacaktı, cezasız kalmaması gereken kasıtlı bir işi tespit etmişti. Az şey değildi. Çayını bitirdikten sonra açık havaya çıktı. Bol oksijenle ciğerlerini doldurdu. Bir nöbeti daha sorunsuz atlatmanın mutluluğu içindeydi. Eve gidip, duş alıp dinlenmekten ve derin bir uyku çekmekten başka bir şey istediği yoktu. Müdür bir an önce çağırsa sonucu bildirse de gitseydi.

Bu arada Müdür Bey, şef ve yardımcısıyla görüştü. Olan biteni onlardan da dinledi. Gıda temini yapan şahsı çağırttı ve onunla görüştü. Yaklaşık bir saat sonra Zekeriya Bey'i odasına istedi. Tam görüşmek üzereyken şef ve yardımcısı kapıyı çalarak içeri girdiler. Şef müsaade isteyerek Zekeriya Bey'e hitaben,

"Zekeriya Bey, lütfen yapmayın. Biz ettik, siz etmeyin. Tutanak işleme konursa işimizden oluruz. İkimizde de üçer çocuk var. Evlad-ü ayal ekmek bekler. Şu zamanda iş bulmak kolay mı? Bir hatadır oldu, tekerrür etmez, n’olur bağışlayın bizi!"

Boynunu büktü. Zekeriya konuşurken Muhittin hüngür hüngür ağlıyordu.

"Kardeşim insanların sağlığıyla oynamayın siz de. Mesuliyet bende. Zehirlenme vakası olsa hesabını ben verecektim, siz değil. Allah'tan korkun be. Bunun telafisi olmaz, sonucuna katlanacaksınız."

Müdür Bey'in hiç konuşmaması, yorum yapmaması dikkate şayandı. Başıyla şefe ve Muhittin'e çıkmaları gerektiğini işaret etti. Onlar çıkınca Müdür Bey nihayet söze başladı.

"Bak Zekeriya Bey, sen daha yenisin, heyecanlısın, idealistsin, anlıyorum. Memuriyetimin ilk zamanlarında ben de senin gibiydim. Fakat bu işler böyle hemen tutanak tutmakla, sorumluları cezalandırmakla olmuyor. Asıl iş sonra başlıyor. Firmaya ceza kesmek lazım. Sözleşmeyi feshetmek lazım. Hatırlı insanlar araya girer, onlarla uğraşmak hatta hesap vermek var. Ondan sonra yeni bir ihale yapmak, yeni elemanlar bulmak gerek. Bu süreçte insanların iaşesinin temini var. Yani süreç hayli uzun ve meşakkatli. Seni takdir ediyorum, adamların hinliğini yakalamışsın, göz yummamışsın. Ben de gereken dersi verdim, korkuttum herifleri. Kapı dışarı ederim, gözünüzün yaşına bakmam dedim. Her memur işini senin gibi yapsa ihya oluruz. Neme lazım dememişsin, tebrik ediyorum."

Biraz soluklandı. Gözlerini pencereye dikti. Uzaklara bakıyordu. Yavaşça Zekeriya'ya doğru döndü ve gözlerini kısarak sözlerine devam etti:

"Şu şef var ya. İşte o yakın köylümüzdür. Uzaktan akrabadır, damadımız sayılır. Bu garibanların iş bulması zor, çoluk çocuk ne yaparlar, düşünmek lazım. Bunun da bir vebali var. Hemen işlerine son vermek insafsızlık olur. Hem sadece fındık ezmesinin tarihi geçmiş, diğerlerinde sorun yok. O da insanları zehirlemez ya. Et, süt, tavuk gibi çabuk bozulan, zehirleme özelliği fazla olan gıdalar değil. Bir yanlışlık olmuş, sen de bunu tespit etmişsin. Kasıt olduğunu sanmıyorum. Bunu burada kapatalım, sen de ben de uğraşmayalım. Firmalarla uğraşmak kolay değil. Arkalı it, kurdu boğar derler bilirsin."

Biraz düşündü, koltuğa yaslandı, mimikleri başkalaştı. Samimi ve uyaran bir eda ile tane tane sözlerine devam etti.

"Birader sen de geç kalkmışsın. Bir nöbetçi saat yedi buçuğa kadar uyur mu? Uyuma diye bir şey yok zaten, nöbetçi belli bir saatte istirahate çekilir. İstirahat uyuma, yatak döşek yatma anlamına gelmez. Nöbetçi her an tetikte olmalı ki sakinlere zarar gelmemeli. Hadi buna göz yumuyoruz, görmezden geliyoruz. Kahvaltıyı kontrol etmemişsin ki! Kahvaltı verilmeden gerekli muayeneyi yapacaktın, tarihlerini kontrol edecektin, yemekhanenin başında bulunacaktın. Seni eleştirmek için söylemiyorum bunları. Nöbetlerini nasıl itina ile tuttuğunu, hassasiyet gösterdiğini biliyorum. Bu durumu göz ardı edemem ama. Zira senden fazla benim sorumluluğum var. Her şeyi enine boyuna düşünmem icap ediyor. Geç kalkma mevzuu kulağıma geliyordu, duymazdan geliyordum. Gençtir, olur, zamanla düzelir diye sesimi çıkarmıyordum. Şimdi yemekhane sorumlularını cezalandırmam icap etse, vaktinde yemekhanenin başında bulunmadığın için sana da soruşturma açmam gerekir ki hiç yakışık almaz. Genç memura soruşturma açmak şevkini kırar. Ama şunu unutma ki burada hiçbir şey gizli kalmaz. Hemen hemen herkes her şeyi görür, bilir. Haberler hızlı yayılır. Üstelik her memur silsile ile amirine hesap vermek durumundadır, kanunlarda yazar."

Derin bir sessizlik oldu. Müdür söyleyeceklerini söylemiş, sorumluluğu üzerinden atmış, rahatlamıştı. Öyle her önüne gelen memur sonunu düşünmeden tutanak tutsa bunun altından kalkılır mıydı? Geriye yaslandı, telefonun avizesini kaldırdı, biri şekerli iki çay söyledi. Zekeriya'yı süzmeye ve "Dur bakalım ne yapacak şimdi," der gibi memuru merakla izlemeye başladı.

Zekeriya'nın şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Duyduklarına inanamıyordu. Memuriyette hataların, ihmallerin üzerine gidilmesi gerekmiyor muydu? Himaye var mıydı, anlam veremiyordu. Benzi sarardı, elleri titredi, ağzını açtı, kapattı. Söz alacaktı, alamadı. Boğazı kurudu, yutkunmaya çalıştı, yutkunamadı. Kafası, boynu terledi. Geç kalkmış olmasının müdür tarafından yüzüne vurulması beklemediği bir şeydi. Nöbetlerinde gösterdiği itina boşuna mıydı? Yavaşça yerinden kalktı, kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açıp çıkıyordu ki çaycının tepsisine çarptı, bardaklar yere düştü, kırıldı. Az kalsın haşlanıyordu. Çaycı, "Kusura bakmayın, kaza oldu," dedi ama Zekeriya duymadı bile. Müdür, bırak gitsin der gibi başıyla işaret etti. Şaşkın, solgun, vurgun yemiş gibi bir vaziyette tek kelime etmeden müdür odasından çıktı, sendeleyerek, duvara tutunarak koridor boyunca ilerledi.


Hasan Hüseyin Akkaş

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page