İbrahim Oktugan’a…
"İnsana en çok acı veren şey söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur.”
-Oğuz Atay, Tutunamayanlar
“Çocuğunuz aslında çok zeki"
Gözlerinin içine bakarken birden bakışlarını kolundaki saate indirdi, bir yandan da kordonunu düzelti.
“Ama yeterince çalışmıyor. Enerjisini başka şeylere veriyor”
Koltuk altı ıslanmış gömleğinin zaten ilikli kol düğmesini ilikler gibi yaptı. Tekrar gözlerine baktı. Karşısındaki sadece yere bakıyordu.
“E ne diyorsun hoca şimdi, okumaz mı bu?”
Okumaz, lanet olası okumaz. Aklı fikri iki bacak arasında büyüttüğü şeyinde. Aklı oradan iki cm yukarı çıkmıyor Dişisini etkilemeye çalışan arizona kertenkelesi kılığında dolaşan azgın bir yabaniden farkı yok.
“Okur, neden okumasın! Yeter ki istesin, diyorum ya farkına varsa kafa zehir gibi.”
Kafası bok gibi. Elindeki dosyanın içerisine kâğıtları bir kez daha koydu, az önce neden çıkardığına anlam veremeden. Kafası ileriye doğru seğirmeye başladı. Son zil çalmış öğrenciler dağılmıştı. İkindi kızılı vurmuştu havaya, mayısın sıcağı kendini ağustos sıcağıyla karıştırıyordu. Bu sefer düğmeleri açtı, kollarını çemledi iki kat. Tikini kontrol etmeye çalışıyor, açık vermeden biran önce görüşme bitsin istiyordu. Kahverengi kumaş pantolonun içine çizgili polo yaka tişörtünü tepiştirmiş yüz kiloluk adam ona bakmaya devam ediyordu.
“Hoca, sen de üstüne gitmişsin geçen. Çocuk bunlar hoca, çocuk!”
Geriye doğru taradığı saçlarına parmaklarını dolayıp karıştırır gibi yaparken çaktırmadan alnında biriken teri sildi. Bu sefer de sol kaşı yukarıya doğru çekildi iki kez.
“Sınıf içinde elbet müdahale etmemiz gereken şeyler yaşanıyor. Kendi iyilikleri için. Merak etmeyin biz hallederiz aslan parçasıyla”
Ne aslan parçası tam ayı. Babası ne ki oğlu ne olsun. Hoca imiş, hocam demeyi bile beceremiyor ayı.
“Bakın, sizi anlıyorum, ben de bir babayım, Çocuğumuz on yedi yaşında. Artık doğruyu yanlışı yavaş yavaş ayırt etmeyi öğrenmeli. Siz biz hep birlikte çabalayacağız. Veli desteği çok önemli. İzninizle diğer veliler bekliyor.”
Senin yavru ayın dişilere olmadık hareketler yapıyor haberin var mı? Tüm kitapların otuz birinci sayfasını koparıp kızlara dağıtmış desem anlar mısın? Çocukmuş. Bir boynu bir kaşı senkronize şekilde biri ileri biri yukarı seğirmeye devam ediyordu. Dosyasını hızla masadan alıp ilerledi. İçeriden yeni çıkan adamla başının belaya girmesi en son isteyeceği şeydi. Diğer velilerin yanına giderken her şeyin yolunda olduğundan emin olmak için geriye doğru baktı. Yüz kiloluk kırmızı bir ayı tesbihi ile yere çömelmiş ona bakıyordu. İşte bu da oldu kafayı yedin sen.
“Kızım hakkında konuşacaktım öğretmen bey! Psikolojisi çok etkilenmiş geçen derste olanlardan. Siz nasıl izin verirsiniz böyle bir şeye?”
Karşısındaki pembe bir ayıya dönüştü bir anda. Yanında yeşil, yanında kahverengi onun yanında boz bir ayı vardı. İçlerinde bir sürü insan da vardı. Ancak insanlar sessizce ayıları izliyordu. Sadece bakıyorlardı korkarak, çekinerek. Ayılar ise el ele tutuştular. Gulu gulu dansına başladılar etrafında. Bağırıyor bağırıyorlardı. Bir biri bir diğeri. Bazen birlikte bazen tek tek. Dönüp duruyorlardı. Kafalarını öne arkaya eğiyor, tek bir ağızdan sesler çıkarıyorlardı.
“Haha hada, huhu hudu, gulu gulu gulu...”
Gömleğinin yakasını çözdü. Boynunu geride tutmak için iki elinin arasına aldı karmakarışık haldeki kafasını. Kaşı ise çoktan bağımsızlığını ilan etmiş, alnında kendine yeni yer arayışına çıkmıştı. Ona yapacak bir şey kalmamıştı. Kaşını kendi haline bırakıp ayılara döndü. Duymasalar da anlamasalar da kekeleyerek konuştu.
“Durun, aslında çok zekiler. Sadece çalışmıyorlar. Aslında…”
Ayılar hızlanmıştı, ayılar durmuyordu. Artık onlara göz yetişemez oldu. Dansı bırakıp şarkı söylemeye başladı pembe ayı pençelerini kaldırarak, diğerleri de eşlik ediyordu:
“A de bakayım.”
“A.”
“Bir de Y de.”
“Y.”
“Şimdi bir de I.”
“I.”
“Oku bakayım.”
“Ayı.”
“Oku bakayım.”
“Ayı.”
Pembe ayı ortada komut veriyor diğerleri etrafında dönerek nakaratı söylüyorlardı. Ayılar döndü. Ayılar döndükçe o döndü, o döndükçe ayılar döndü. Ayılar çok zeki. Aslında zekiler ama matematikten sadece otuz bir rakamını biliyorlar. Bir de biyoloji de memelileri. Ayılar zeki, çok zeki ayılar. Edebiyatta tüm küfür sanatına hakimler, gün yüzü görmemişleri bilirler hem de. Ayılar zeki, sizin yavrular onlar nasıl olmazlar. Bedende dövüş sporlarında da çok iyiler, Ayılar çok zeki, sizin gibi.
“İsmail Bey! İsmail Bey! İyi misiniz?”
“Müdürüm!”
“Ayılar çok zeki onu anladık da sen nasılsın? Bayılmışsın gene. Hocam bir kendine baktır sen, bu ara sık sık…”
Yüzüne boca edilen kolonyadan genzi ve gözleri yanmış halde müdüre şaşkınlıkla baktı. Sesler sustu.
“İyiyim, aslında…”
“İyi ol sen bize lazımsın hocam. Bak velilerimiz de korktu.”
Etrafındaki bir sürü insan endişeli gözlerle bakıyordu. Merhametle gülümsediler. Sayıları çoktu. Onları görünce rahatladı. Boynu seğirmeyi, kaşı alnındaki yer arayışını bırakmıştı. Bir küçük oh sesi ile ayaklandı. Kafasını kaldırınca az ilerdeki ayıları fark etti gene. Pembe, yeşil, boz, kırmızı ayılar… Gözleri kızarmış, tüyleri havaya dikilmişti. Pençelerini sallayarak çıktılar. Çıkarken homurdandılar. Kırmızı ayı da çıktı. Kapıda en az onun kadar kırmızı yavrusu bekliyordu.
“Ulan ayı, ben sana demedim mi beni bunlarla uğraştırma! En sonunda elimden bir kaza çıkacak. Zeki ama çalışmıyor diyor bir de. Biz sana niye yolladık düdük, adam et diye. Kurban ederim seni yavruma korkak ödlek ”
İsmail’in burnunda çürük armut kokusu, alnının ortasında sol kaşı, araba camına yapıştırılmış oyuncak gibi kafası bir ileri bir geri gidip geldi defalarca. Tavandan aşağıya inen bir koça bir bıçağa baktı, dönen yere tekrar çakıldı.
Hava Yıldırım
Comments