top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hicret Birik- Abatavia Adası'nın Psikoloji Bilimine Katkıları

Henüz, tarihin takvimlere işlenmediği dönemlerde, burnunun üstünde evvel ve ahir zamanın sırrını bildiğinin nişanesi olan kocaman bir benle, yaşlı bir kadın, Abatavia Adası kilisesinin papazı Yasputin’in kulağına, olacakları, nesilden nesle geçen tılsımını aktardığı rahibe Maria aracılığıyla fısıldamıştı. Papaz, aldığı, aforoz edilmesine neden olabilecek bu bilgiden ötürü günlerce uyuyamamıştı. Korkulu düşlere daldığı esnalarda farkına varmadan kemirip tü tü sesleriyle ortalığa tükürdüğü tırnakları artık keskiye ihtiyaç duymaz olmuş, tarihe tırnak yiyen ilk insan olarak geçmişti. Kendisi için şer olan bu olayın insanlık için hayır getireceğinden haberi olmayan Yasputin’in, tırnaklarını yemesinden rahatsız olan kilise cemaatinden bir demirci, bu davranışının nedenini, keskinin canını acıtmasına bağlayarak uzun tefekkürler, denemeler, yanılmalar sonucunda, iki keskin metali, bir uçlarından lehimleyip, üstüne baskı yapacak başka bir parçayı teller yardımıyla yapıştırarak, tırnak makasını icat etmişti. Ancak, Yasputin bu icatla ilgilenmemiş, dişlerinin arasına daldırdığı kirli tırnaklarını çatır çutur yemeye devam etmişti. Kimseye anlatamadığı derdiyle boğuşan Yasputin, bir zaman sonra ruh bilimcilerinin ilgisini çekmiş, bütün yaşamını gizliden gizliye inceleyecekleri bu adam, gözlerinde teker çeviren bir fareye dönüşmüştü. İlk olarak, Yasputin’in tırnak yeme davranışını tetkik eden ruh bilimcileri, bu davranışı, bir huzursuzluğun insanın içini kemirmesinin dışa vurumu olarak tanımlayarak, not defterlerine ilk psikolojik kavramı yazmışlardı: Estrictia.

Doğduğu sene ailesinin yaşadığı şehirde büyük bir kuraklık baş gösterdiğinden sinagogların mikveleri kurumuş ve doğuştan günahkâr olan her insan gibi kirli doğan Yasputin’in arınma ritüeli yapılamamıştı. Buna çok üzülen anne ve babası, şehirdeki ulu saddikîme danışmış, o da çocuğu bir denizde yıkamaları gerektiğini söylemişti. Bunun üzerine ailesi, deniz bulunan en yakın yer olan Taşbağı şehrine gelmişti. Çocuğu suya daldırdıkları anda suyun içinden hızla gelen, başı öküze gövdesi balinaya benzer bir canavar çocuğu kapıp kaçmıştı. Ailesi deniz kenarında yerlerde yuvarlanarak bağırıp çağırmış, feryadı figan etmiş, en sonunda bunun günahkâr insanı temizlemek için, tanrının eliyle yapılmış bir şey olduğuna karar verip tevekkül ederek evlerine geri dönmüşlerdi. Canavar, otçul bir tür olup deniz yosunuyla beslendiğinden, zannettikleri gibi çocuğu yememiş, onunla bir süre eğlendikten sonra Abatavia Adası’nın sahiline bırakarak sulara gömülüp kaybolmuştu. Sonrasında ise bir daha asırlarca görülmemişti. Yasputin, her ne kadar bu olayı yaşadığında henüz bir bebek olsa da ömrü boyunca suya girmeye korkmuştu. Kilisenin hamamındaki keseciler, banyo yaparken bile tir tir titreyen adamın su korkusunu, dalga geçerek konuşunca ruh bilimcileri harekete geçmiş ve not defterlerine ikinci kavramı eklemişlerdi: Talasofobi.

Canavarın sahile bıraktığı gün, aynı civarda dolaşan bir papaz, Yasputin’i bulmuş, kiliseye götürüp vaftiz ederek evlatlık almıştı. Yasputin üvey babasından öğrendiği dini benimsemiş ve bir süre sonra papazlık işini devralmıştı. Ne var ki, öz babasının ölene kadar uçkurunu tutamamış bir delişmen olduğundan bihaber olan Yasputin’in genetik kodları papaz olmaya pek uygun değildi. Adadan şehre her gidişinde, limana varır varmaz pelerinini çıkarıp, yanında getirdiği çuvalın içine koyar, göğsünde taşıdığı haç kolyesini, tanrının gözlerini kapattığını zannederek kazağının içinde saklardı. Bir yandan kilise için alışveriş yaparken diğer yandan pazara gelen güzel kadınları inceler, günlük gönül maceraları yaşardı. İşte bu maceralarından birinde, istemeden, bir kadını hamile bıraktığını, kadından önce kilisedeki rahibelerden Maria söylemişti. Maria, şeceresinin bir cadıya dayandığını bilmediğinden rüya biçiminde gelen bu bilgiyi, sıradan bir düş gibi anlatmış, kahkaha atarak, bir kızınız oluyordu, düşünebiliyor musunuz, demişti. Yasputin’in içini bir sıkıntı basmıştı. Hemen kilisenin kitaplığına gidip rüya tabirleri ansiklopedisine bakmış ve rüyanın hayra alamet olmadığını öğrenmişti. Ertesi gün adadan bir gemiye atlayıp şehir pazarına gitmiş, soluğu bir ay önce birlikte haltlar yediği kadının yanında almıştı. Korktuğu başına gelmişti, kadın hamileydi. Bu durumu öğrenen olursa hem kiliseden hem de adadan kovulma korkusuyla içi tutuşmuş, günlerce ne yapacağını düşünmüştü. Derin düşüncelerle kilisenin ambonundan başını aşağı sarkıtıp ambon üzerindeki kabartmaların simetrisini ölçtüğünü gören cemaat, papaz Yasputin pek fazla düzenli, hiçbir yerde eğriliğe tahammül edemiyor, deyince, ruh bilimcileri, not defterlerine üçüncü kavramı eklemişlerdi: Kompülsiyon.

Yasputin eli mahkûm hamile kadını getirip kilisenin bir odasında gizledi. Bebek doğuncaya kadar burada kalan kadının canı sürekli lahana çektiğinden Yasputin babalık itkisiyle kilisenin tarlasına boydan boya lahana ekti. Toprağın verdiği rahatlama duygusuna kapılan Yasputin huzur bulduğunu hissedip zamanının çoğunu burada geçiriyor, kilise işlerini ihmal ediyordu. Buna şahit olan rahibeler, lahanalarla fazla ilgilendiğini ve bu davranışının bir takıntı haline geldiğini fısır fısır konuşunca, ruh bilimcilerinin not defterlerine dördüncü kavram eklendi: Obsesif.

Gel zaman git zaman bir gece yarısı hamile kadının sancıları başladı. Kadından kimseye söz edemediğinden ebe getiremeyen Yasputin doğumu kendisi yaptırmak zorunda kaldı. Tecrübesiz ebeye denk gelen kadın öldü, lakin saçları altın sarısı, gözleri gökçe bebek hayata tutunabildi. Papaz bebeğin adını Batavia koydu ve doğduğu odaya kilitleyip herkesten habersiz büyüttü. Kıza günde üç öğün yemek taşıyor, bütün ihtiyaçlarını bu odada karşılayabilmesi için ne gerekiyorsa yapıyordu. Kilisede her gün tıka basa yemek yediği halde odasına durmadan yemek aşıran papazın hiç doymadığı söylentileri mutfaktan, ruh bilimcilerinin kulaklarına ulaştı. Not defterlerine beşinci kavram eklendi: Bulimia.

Günden güne büyüyüp güzelleşen Batavia’yı odada tutmakta zorlanan papaz çeşitli yollara başvuruyor, eğrilmiş sırtına rağmen her gece kıza farklı bir eğlence düzenliyordu. Bu eğlencelerden bazıları şarkılı türkülü, bazıları küçük tiyatro oyunları biçimindeydi. Odasında bağıra çağıra kendi kendine şarkılar söyleyip konuşan papazın durumu, kilise ahalisini iyice korkutmuş, başpiskoposa haber vermek gerektiği konusunda konuşmaya başlamışlardı. Kulak kabartan ruh bilimcileri böylelikle not defterlerine altıncı kavramı eklemişlerdi: Şizofreni.

Papazın senelerdir gösterdiği tuhaf davranışlardan bıkan kilise ahalisinin daveti sonucunda teşrif eden başpiskopos olayı çözmek için papazın odasına girmeye ve kişisel eşyaları dâhil her konuda bilgi edinmesi gerektiğine karar verdi. Papaz uzun yıllardır sırtına kambur olan bu sırdan o kadar bıkmıştı ki başpiskoposa direnmeden odasının kapısını açtı. Koltukta uyuyan kızı görenler gözlerine inanamadılar. Kendisine kimse soru sormadan olan biteni anlatan Yasputin’in kaçkın olduğuna karar verdiler ve kiliseden kovdular. Sonunda, her gün, kızı Batavia’yı sahiplenen kilisenin önünde, üstünde yırtık elbiseleri ve yorgun gözleriyle oturup kızının en sevdiği şarkıları söyleyip dans eden Yasputin’i gören ruh bilimcilerinin not defterlerine yedinci ve son kavram da eklenmiş oldu: Delirium.


Hicret Birik

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


tevfik can küçükşahin
tevfik can küçükşahin
Jan 01

Kelimelerin zenginliği ve öyküye yedirilmesi maharet gerektiren bir şeydir. Farklı bir söz söyleyebilmenin de vazgeçilmez unsuru bence. Bu öykünüz hem kurgu olarak derin hem zeka kokuyor. Kelimeleriniz de ayrıca renk katmış. Sizin yazdıklarınızı seviyorum. Ve kaleminiz çok kuvvetli. Ruhunuza sağlık Hicran hanım.

Like
bottom of page