top of page

Öykü- Hicret Birik- Karpuzname Ya Da Usûl-İ Toktokiyye

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 6 gün önce
  • 5 dakikada okunur

Şairlik meşrebinin her daim aile mensuplarından gelen bir özellik olduğunu söylerler. Elbette veled-i cühelanın sanatkâr olması ihtimali zayıf bir durumdur. Lâkin aksinin de hiç olmadığını kimse iddia edemez. Karpuzname’nin yazarı Pazarcı Ragıp bunun en güçlü ispatıdır. Gerçi şiirlerinin birçoğunu Fitnat Hanım’ın yazdığı söylenir. Zira, dedikoducular arasında Fitnat Hanım’ın Ragıp Bey’in gizli mâşukası olduğuna dair fısıltılar dolaşmaktadır. Hatta eserinin en makbul şiirlerinden olan şu mısraları, Fitnat Hanım’ın ayıptır söylemesi bir yerlerinden esinlenerek yazdığı bu dedikodular arasındadır:

“Zümrüt renkli sarık açık gönle takıldı

Aşkın taze meyvesi şehvet kadehini çatlattı”

Efendim zan sahibinindir, biz duyduğumuzu anlatacağız. İşte size Karpuzname kitabının hikâyesi.

İstanbul’un Kadıköy panayırı meşhur bir yerdir, bilen bilir. Bedestenin pırıltılı sokaklarından geçtikten sonra Osmanağa Camii’nin hemen dibinde kurulur. Öyle şen şakrak öyle alacalı bir yerdir ki, panayırın kurulduğu günlerde, civarına yakın mezarlıkta ölülerin bile zevkü sefa içerisinde olduğuna dair rivayetler vardır. Pazarcı Ragıp da bu panayırın karpuz satıcılarındandı. Elinde kocaman bıçağıyla gelene gidene kesmece satan Ragıp’ın tezgâhında bir tane kâl karpuza rastlanmamıştır. İşini iyi bilir, sebze meyve kapanlarının hepsini dolaşır, karpuzları tek tek alıp tokatlar, içinden gelen sesle ham mı olgun mu hemen anlayıverirdi. İşitme melekesi bu anlamda gayet gelişmiş bir şahsiyetti. Eline aldığı karpuzlardan çıkan sesleri kabzımanlara anlatırken, 

“Bakın,” derdi, “Tııoook tıııook diye bir ses geliyorsa karpuz olgundur, ses cılızsa, tik tik diye vızıldıyorsa ona bıçak vurmaya değmez,”

Pazarcı Ragıp, yalnız bir satıcı değil, aynı zamanda “Risâle-i der ‘İlmü’s-Savt-ı Karpuz”, yani karpuzların ses bilgisi üzerine uzmanlaşmış bir mütehassıstı. Bu alan, eski Osmanlı meyvecilik ilmi olan “Karpuzîyyat” içinde, XIX. yüzyılın ortalarında zuhur etmiş ince bir disiplindi. Ulemâ arasında “Habbe-i Musikiyye ” adıyla da bilinen bu ilim dalı, karpuzun tokatlandığında çıkardığı sesi beş ana kategoriye ayırırdı:

Tııook – Tam olgun, kalp kırıklığına bire bir şifa.

Tuk-tuk – Erginliğe yaklaşmış ama hâlâ duygusal.

Tik-tik – Ham, hatta nankör; bıçak değmemesi gerekir.

Tak-tuk – Aldatıcı bir ses, dışı albenili içi çürük.

Tuut – Bu ses, karpuzun kendi kendine patladığını gösterir, halk arasında buna “mevta karpuzu” denir.

Ragıp, bu sınıflandırmayı vaktiyle Lütfi Efendi’nin nadide bir eserinden öğrenmişti. Bu risale, Topkapı Sarayı'nın mutfak kütüphanesinde bulunmaktadır. Ancak hâlihazırda eserin bir kısmı fareler tarafından kemirilmiş olup "tııook" sesiyle ilgili bölüm ne yazık ki eksiktir.

Kabzımanların sürekli dinlemek zorunda kaldıkları, onun bu ilminden faydalanmaya vakitleri yoktu elbette. Tonlarca karpuzu tek tek kontrol edecek değillerdi. Fakat Pazarcı Ragıp yine de her seferinde bu üstün ilmini onlarla paylaşmaktan imtina etmezdi. Ne demişler, bildiğini başkasıyla paylaşmayanın kıyamet gününde ağzına ateşten gem vurulur. Pazarcı Ragıp da bu hususta gayet hassas bir insandı. 

Bir Cuma günü her zamanki yerinde üstünde mavi önlüğü, elinde bıçağı, ağzında karpuzlu manileriyle bağırıp ticaretini yapmaya çalışırken Fitnat Hanım karşısında belirdi. Kadının güzelliğinden başı dönen Ragıp karpuzu keseyim derken yanlışlıkla elini kesti de Fitnat Hanım bir çığlık atınca ancak fark etti acısını. Tezgâhının altına koyduğu bir bezle elini saran Ragıp hemen karpuzlardan en iyisini seçip Fitnat Hanım’a verdi. Bu fevkalade ticaret esnasında, sesini en buğulu tona ayarlayıp kadına karpuzlara dair küçük bir beyit okumayı da ihmal etmedi. 

“Mübre-i lebine değecek bu karpuzu kesen bıçağı

Sineme saplasam da karışsa kanıma lebinin alı”

Bu beyitten çok etkilenen Fitnat Hanım evine doğru giderken yol boyunca duyduğu güzel mısraları tekrar etti. İkindi vaktinde evindeydi. Aynanın karşısına geçip dudaklarına dokundu. İçi alev alev yanıyordu. Başındaki örtüyü çıkarıp beyaz ensesine dökülen kumral lüleleri parmağına dolayarak evin içinde raks etmeye başladı. Pencereye gidip bahçeye bakan camı açtı. Leylak kokusunu içine çekerken kırmızı yanaklarına hafiften bir eflatun karıştı. Tuhaf ama güzel bir hisle doluyordu.  Göğsü bahar inmiş topraklar gibi kımıldanıyor, sağında ve solunda bakana doygunluk veren dolgunlukta meyveler göveriyordu. Ardından camı kapatıp çekmecesinden defterini çıkardı. Aklında kalan mısraları defterine yazdı. Sonra mutfağa gidip kocası için yemek pişirmeye koyuldu. 

Fitnat Hanım hem ev işlerinde hem de şiir yazma konusunda oldukça maharetli bir kadındı. Oysa kocası tam tersi şiirden anlamayan kaba ruhlu bir adamdı. Feshane’de bir dükkânı vardı. Bütün gün milletin kafasının kalıbını çıkarır onlara uygun fesler yapardı. Evdeki tek muhabbeti de milletin kafasından ibaretti. Fitnat Hanım’ın pek ilgisini çekmese de mahalledeki çikletçi İsmet’ten, Tahrir Kalemi’nde çalışan Kâtip Osman Efendi’ye kadar bütün erkeklerin kafalarının çapını öğrenmesi icap etmişti. Her ne kadar bu bilgi kendisinin alakası dışında kalsa da farkında olmadan bazı başka şeyleri de öğrenmesine vesile olmuştu. Mesela kafası büyük olan adamlar kafası küçük olanlara göre daha tutarlı lâkin daha asabiydiler. Kafasının çapı küçük olanlar ise kelâmı teehhürle anlayan biraz bön adamlardı. En iyisi orta kafalılardı. Her şeyleri dengeli oluyordu böylelerinin. Fakat ne teessür uyandıran bir durumdur ki bu tiplerin sayıları pek azdı. Fitnat Hanım’ın kocası da küçük kafalılardandı.  Oysa Fitnat Hanım mütefekkir ve münevver bir kadındı.  Bu sebeple kanıksadığı evliliğinin içerisinde yapayalnız ve mutsuz bir hâlde yaşamaktaydı. Fakat pazara gittiği o gün yüreği eskiden olduğu gibi kıpır kıpır olmuş, benzine alacalı bir renk karışmıştı. Bütün gece Pazarcı Ragıp’ın kafasını düşündü. Sanki büyük kafalı gibiydi, hayır hayır, bal gibi de orta kafalıydı. Böyle güzel bir beyti, öyle koca kafalı sinirli birisi yahut aklı kıt küçük kafalı birisi zinhar yazamazdı. Kesinlikle Pazarcı Ragıp orta kafalı olmalıydı. 

Akşam kestiği karpuzun ancak yarısını yedikleri için bir sonraki güne pazara gitmeye bahanesi kalmayan Fitnat Hanım, çareyi karpuzun yarısını komşusuna vermekte buldu. Kocası ağzını şapırdata şapırdata kestiği karpuzu yerken Fitnat masum komşu rolü takınarak, 

“Geldiğimde bahçe kapısında Münevver Teyze duruyordu, bir iştahla baktı karpuza, ihtiyar ve yalnızdır, gidip alamaz şimdi, kalan yarısını ona götüreyim,” dedi. Kocası bön olduğu için meselenin özüne vakıf olamadı. Olgunlaşmamış karpuzların tik tik seslerine benzeyen cılız bir tonla,

“Ver tabiiii, Allah hayrını kabul etsin,” dedi.

Böylece Fitnat Hanım için bir sonraki gün yine pazara gitme bahanesi doğmuştu. Yarım karpuzu komşusuna verip eve döndü. 

“Neyse,” dedi, bu arada ellerini birbirine vurarak temizliyordu, “yarın yine pazara gider alırım, güzelmiş ama karpuz, değil mi?” 

Kocası ağzının kenarından akan pembe suyu avucunun içiyle silip başını aşağı yukarı sallayarak zar zor bir hım hım sesi çıkarabildi. Fitnat Hanım ona nefretle bakıp odasına geçti. Erken uyuyup rüyasında bir pazar âleminde olmayı diledi. Gözleri kapanadururken sessizce Pazarcı Ragıp’ın ona söylediği beyti fısıldıyordu.  Ancak tam uykuya dalacağı esnada kocasının cılız ham sesi yankılandı. Kendince Fitnat Hanım’a cimâ etmek istediğini ima etmeye çalışıyordu. Onun bu yılışık ince sesi, karpuz kokan çirkin ağzı Fitnat Hanım’ın midesini bulandırdı. Yatağın kenarına doğru sıyrıldı,

“Başım ağrıyor,” dedi, sırtını dönüp uyudu. O gece rüyasında Kadıköy Panayırını gördü. Simitçiler, bohçacılar, sırtında küfeleriyle hamallar, çığırtkanlar, her biri bir köşede durmuş hep bir ağızdan bir beyit okuyorlardı,

“Pazarda meyve seçmekle gönül seçmek bir olmaz,

Karpuz tadında aşk, kesilince suya kanmaz.”

Panayırın her köşesine büyük, orta, küçük boylarda karpuzlar yığılmıştı. Sonra Ragıp’ı elinde bıçağıyla gördü. Ragıp bu karpuzların yanına gelip birisine elindeki bıçağı sapladı. Katırtıyla kesilen karpuz bir anda kırmızı bir fese dönüştü. Fesin altından Fitnat Hanım’ın kocasının kafası göründü. Başından aşağıya kırmızı bir su akıyordu. Adam dilini çıkarmış suratından dudaklarına dökülen suyu yalıyordu. Fitnat Hanım korkuyla uyandı. Gündüz eflatunlaşan al yanakları koyulaşmış mora çalıyordu. İçini bir sıkıntı bastı, yataktan kalkıp defterini aldı, bu sıkıntı ve korkuyu anlatan bir beyit yazdı,

“Kesildikçe içim gibi sulanır her dilim-i habb,

Haram ısırıkla çatladı gönlüm, eyvâh ki karpuz gibi.”

Ardından rüyasında duyduğu beyiti de defterine ekleyip aynı ağır sıkıntıyla yatağına girip uyudu. Sabah yorganını üstünden attığında sanki gecenin karanlık düşüncelerini de sıyırmıştı yüreğinden. Kocasını Feshane’ye yolcu ettikten sonra giyinip süslendi, çiçekli örtüsünü başına atıp pazara doğru yol aldı. Ragıp aynı yerdeydi. Elindeki bıçağa çarpan güneş ışığı yüzüne yansıyor, siyah bıyıkları daha parlak görünüyordu. İçinden bir beyit aktı yine,

“Ah o erkeksi bıyıkların altındaki güzel dudaklar,

Bir gamzeyle söyler aşkı, susar cümle kitaplar.”

Ayakları eteklerinin altından görünmeyen kadın sanki uçar gibi süzülerek Ragıp Efendi’nin karşısına geçti. Kadını gören adam yine aynı heyecanla elini kesiverdi. Yüreğindeki yangına eklenen elinin acısıyla kadına karşı bir hoş geldin şiiri diziverdi:

“Gelişinle şenlendi karpuz pazarım, hoş geldin ey dilber,

Harladı gönlümdeki ateşi güzelliğin, şad eyledi nazlı güller.”

Böylelikle uzun bir süre devam eden bu muhabbet, en son dostların kendilerini pazarda görmesiyle Fitnat Hanım’ın küçük kafalı kocasının büyük kulaklarına ulaştı. Aşkını yüreğine hapseden Fitnat her gece Ragıp’ı hayal ederek kocasıyla sevişti. Böylelikle küçük kafalı adam, karısının sahibi olduğunu zannedip yaşanan tatsız olayı görmemezlikten gelmeyi yeğledi. Lâkin Fitnat Hanım bu süre içerisinde yazdığı beyitleri Pazarcı Ragıp’a bir şekilde ulaştırıyordu. Efendim, hâl diline zincir vurulunca söz sürdürürmüş gizli muhabbeti. Pazarcı Ragıp da bu söz üzerine devam eden aşklarını, maşukasının yazdıklarını kendi adına bir kitap haline getirerek ölümsüzleştirmeyi niyet etmiş. En başta dedim ya, zan sahibinindir, duyduklarımızdan ibarettir anlattıklarımız.


Hicret Birik


Comentários


bottom of page