Gepetto usta -mahalleli öyle koymuştu adını- lakabının hakkını veren bir marangozdur. Elinden iyi iş çıkar. Keresteciler sitesinin en kargasekmez yerindeki dükkânını her açtığında yaş odun kokuları yayılır etrafa. Akşama kadar vızıldayan yatar makinesinden parçalara ayırdığı plakalarla çeşit çeşit mobilyalar yapar. İşliğinde çalışan beş çırağı vardır. Pazar günleri izin verir hepsine, kendisi de dükkânı açmaz. Bir süredir gizli saklı işler çeviriyor. Akşamları diğer marangozlar dükkânlarına kilit atarken o, içerden otomatik darabanın kumandasına basıp gece yarısına kadar çalışıyor, kimsenin haberi olmadan. İşlikte küçük alet edevatı koyduğu çantasının yanında kilitli bir sandık var, akşam olunca içeriye kapandıktan sonra oturup sandığı kucağına koyuyor. Sandığın üstündeki yongaları eliyle süpürüp nakışladığı kapağına üflüyor. Talaş tozunu foşurdayan burnuna çekerken boğazına takılan gıcık hissini öksürerek atıyor, sonra sandıktan çıkardığı küçük parçaları işkenceyle sabitleyip törpülemeye koyuluyor. Birkaç haftadır böyle.
Gepetto Usta’nın fakülteden mezun bir oğlu var, Mehmet, mühendis olacakmış. Usta’nın göz parıltısı, göğsünün hallaç yayı; lafı bile geçince yumuşuyor, kabarıyor. Arada dükkâna uğrar Mehmet, Usta’nın dudakları kıvrılıp yanakları kızarır, komik bir palyaçoya benzer. Mehmet’in omzuna vurup “Gel evlat gel çay yeni demlendi,” der. Mehmet, babasının tersine yakışıklı, levent endam bir çocuk. Usta öyle değil; suratı kargacık burgacık yazılmış gibi, Hurufiler anlam çıkarmaya çalışsa bulanık ve karışık bir cümle okunur ancak; tıknaz bacaklı, pantolonunun sıktığı dalgalı et yığınları yürürken çalkalanıp durur. Sanki kendi yaşamında elde edemediği her şeyin varisidir Mehmet, sahip olamadıklarını fazlasıyla veren Usta’nın tanrısal kehaneti, yoktan var ettiği, gururlanmasının sebebi. Geçen gün yine uğradı dükkâna, yanında Kafesçi Belediyesi’nde çalışan üç kişi vardı. Siyah takım elbiseleri ve kemerlerinden pörtlemiş göbekleriyle üçüz gibi görünüyorlardı. Koltuk altlarında kâğıttan pembe dosyalar duruyordu, tavla mağluplarından ziyade gizli bir oyunun hilekârlıkla galibi olmuş gibi bir havaları vardı. Belli ki bu oyunda kazananın koltuk altına dosya sıkıştırılıyordu, kaybedenin değil. Dükkânın içindeki kirli ofise girdiler. Yaklaşık iki saat oturdular içerde. Çelik kasanın tıkırtı sesi duyuldu. Sonra birlikte çıktılar. Ustanın gözlerindeki yıldızlar sönmüştü, ışık kirliliğinden olmadığı kesindi. Hem ışığın, aydınlığın kiri olur mu? Olmaz mı? Üçüzlerin koltuk altlarındaki dosyalar göbekleri gibi kabarmıştı. Usta askıdaki yeşil kaputu aldı, kütük gibi kalın kollarını kaputun içine sokarken içindeki sıkıntıyı dışarıya ofladı. Hava soğuktu, “Camışkıran başladı yine,” dedi üçüzlerden birisi, ellerini hohlarken koltuk altındaki dosyayı düşmesin diye iyicene sıkıştırdı. Akşam karanlığı çökmüştü, hava karardıkça ayaz daha da patlıyordu. Yürürken yol kenarında küçük bir kirpi gördüler, usta sessizce gidip yanına tünedi. Derken siyah pantolonlu bir bacak tekmeleyip fırlattı kirpiyi, sokağa yuvarlanan hayvan o esnada hızla geçen bir arabanın altında ezildi. Dikenleri, ezgin bedeninin yanına savruldu. Usta, “Ne yaptın?” diye bağırdı. Mehmet, babasının yanına, ölen kirpinin az önce durduğu yere çöktü. Kaldırım kenarlarında yol boyunca çoban yastığı otları gövermişti, ölü kirpi yığınlarına benziyorlardı. Usta yavaşça doğruldu, birlikte otları eze eze yürüdüler. Çatırdama sesleriyle.
Dün, Mehmet Kafesçi Belediyesi’nde işe başladı, makine mühendisi olarak. Bugün Usta, haftalardır gizlediği çalışmasını koyduğu sandığını açtı, Mehmet’in işe başlama şerefine belki de. İçinden bir Pinokyo kuklası çıkardı. Lakabına mütevellit mi yapmıştı bu kuklayı bilinmez ama dükkâna değişik bir hava kattı. Mengenelerin, testerelerin, iskarpelaların arasında sırtından tavana asılı vaziyette sallanıp duran bu kukla dışarıdan gelen geçen insanların dikkatini çekti, durup bir bakmadan gitmiyorlardı. Ama hepsinin suratında kusur bulmuş gibi bir ifade vardı, başlarını iki yana sallayıp dudaklarını aşağıya sarkıtıyorlardı. Haksız sayılmazlardı, Gepetto Usta işinde bu kadar iyi bir marangoz olduğu halde kuklanın burnunun ölçüsünü tutturamamış, yüzün ortasındaki çıkıntıyı patlıcan gibi kocaman yapmış ve fazlaca uzatmıştı. Sonuçta Gepetto Usta bir mobilyacı, elbette o kadar kusur olacak ama ehil olmayan ne diye bulaşır böyle işlere? Yine de kusurlu kuklanın sorumlusu sadece kendisi olamaz, bu lakabı veren mahallelinin hiç mi suçu yok canım?
Hicret Birik
Komentar