Öykü- Hikmet Şimşek- Üç Harfli Kuma
- İshakEdebiyat
- 15 Mar
- 3 dakikada okunur
Elim kadar yırtıktı perde. Güneş yüzünü elim kadar gösteriyordu. Gölgem koyu maskesini takmıştı. Anlayamamışım. Aramızdaki bütün ilişkiler yumağı sarpa sarmış; zamanla, mevsimle ve de kendimle. Bilememişim. İnsan bilemediği anlayamadığı her şeye düşman kesilirmiş. Yeni öğrendim.
Sallanan sandalyede ileri geri sallanırken parmaklarımı sehpadaki fesleğene sürttüm. Az buçuk verdiği kokusu yüreğimi ferahlatmaya yetmedi. Halbuki dokunmanın iyileştirici bir gücü vardı. Ben ne olmuşum biliyor musunuz? Size söylüyorum beni kim nerede okuyorsa, kimliğinin harflerinden kendilerine yeni sıfatlar yükleyen insancıklar duyun beni. Ben ha! Ben, elimi nereye atsam elimde kalan; nankör müptelası, iyi gün sefalısıymışım. İyi tanıyın beni.
Artık belim de ağrımıyor. Başım da. Biliyor musunuz tükürüklerimi de kocaman yutmuyorum. Alışmak kabullenmekmiş öğrendim otuz beşinde. Sen eylül kızısın derdi, annem. Eylülde doğmuşum, yürümüşüm, okula gitmişim. Hatta eylüldü evlilik tarihim. Eylül benim mazbatamın verildiği aydı. Babam eylülde terk etti bizi. İş yerinden eylülde istifaya zorlandım. Sırtıma semer koyan aylar kraliçesi. Yine bir eylül akşamıydı. Eylül, eylül…Of ya gırtlağını sıkıveresim geliyor şu eylülün.
O gün senenin son güvecini yapmaya karar vermiştim. Toprak tencereye kuzu eti, patlıcan domates, bol biber sarımsak üst üste koyup ocağa koydum. En sevdiği kuyruk yağını da ilave ettim. Ben sevmezdim aslında kuyruk yağını olsun o seviyor ya… yanına da bol tereyağlı mercimekli bulgur pilavı. Yeni aldığım mavi çiçekli masa örtüsünü örttüm masaya. Güzel bir akşam yemeği yiyecektik. Geldi. Duşunu almadı, eşofmanını giymedi. Simasında büyük bir suçluluğun iz düşümü vardı. Alın kırışıklıkları derinleşmiş, kaşları birleşmişti. Gözlerini kaçırıyordu. Sustu, sustum, sustuk. Sabrımın sırtını sıvazlıyordum. Oturduğu yerden kalktı, pencereden dışarıya baktı. “Ben evlendim.” Duyamadım mı anlayamadım mı? Onu da bilemedim. “Ben evlendim,” dedi. Dişlerimi birbirine sürtüp üst dişlerimi alt dudağıma geçirmişim. Günlerce ağrısı geçmedi. Önemi de yoktu. “Beni evlendirdiler,” dedi. Masada yemekler soğudu, hava soğudu, ben soğudum. Berjere bütün gövdesini bıraktı. Ellerini birbirine geçirerek ovuşturdu. “Kim,” dedim. “Otuz yaşında c-i-n.” Duvara çarpan çığlığım geri dönüp havada kayboldu. Omuzlarımdan tutup beni sarstı. İçim bir yanardağ. Bir gece yarısı su içmek için kalkmıştım, dedi. Mutfakta koyu bir sis yakasından tutarak oturtturmuş. “Konsey kararıdır, bu gece Alkmene ile nikahlandın,” denilmiş. Rüya görüyorum sanmış, üstünde durmamış. Ertesi gün yine aynı. Diğer gün, diğer gün…diye beş gün devam etmiş.
Gece boyu terastaki sandalyede sabahladım. Kendimi bir sürahi sıcak çaresizlik içmiş gibi hissediyordum. Başımdan ayaklarıma kadar acı sündü. Yandım. Yüz santigrat sıcaklıkta yandı içim. Şöyle kollarına sarılıp ağlamak için birilerine ihtiyacım vardı. Başımı gökyüzüne kaldırdım. Ey! Örtüsüne bürünen gece. Ey! Yıldızlar diye inledim inledim.
20 Gün önce
Yemekten sonra çalışma odasına kahve götürürken içeriden ses geldiğini fark ettim. Ses duyuyordum ama cümleler tam net değildi. Sesli kitap okuyor olmalı, dedim içimden. Kapıyı usulca açtığımda el kol hareketleri ile sanki birisine bir şeyler anlatıyordu. Beni görünce yüz ifadesini korku ve şaşkınlık karışık bir hal aldı. “Hayırdır bir şey mi oldu?” Sandalyeye oturdu. Kahvesinden bir yudum höpürdetti. “Son projenin sunumuna çalışıyordum,” diyerek beni geçiştirdi. Sabah işe gitmek için hazırlanırken elinde siyah kravatı “tamam bunu takıyorum, dediğini duydum bu defa. Aslında en sevmediği kravatıydı o. Yoğun iş temposundan kaynaklı psikolojisi iyi değildi her halde diye düşündüm. Çoğu geceler yastığın sol tarafı boş uyumaya başlamıştım. Beş yıllık evliliğimizde hiç ayrı yatmamıştık. İş dönüşü bana sürpriz yapmak için gül alan adam artık kaktüsle eve geliyordu. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ama ne…
Ertesi gün psikiyatrist arkadaşımın ofisinde soluğu aldım. Bütün olan bitenleri anlattım. Derin bir sessizlikle dinledi. Gözlerini büyüttü küçülttü. Nefes alırken burun delikleri genişledi. “Kırk yaş sendromu, rutinlerinden sıyrılma çabası, kendini keşfetme, öz kimlik çatışması olabilir,” dedi. Korkmamam gerektiğini, zamana bırakmamı da tembihledi. Her ne kadar endişelenecek bir durum yok dediyse arkadaşım, içimdeki kunduz aklımla kalbim arasında mekik dokuyordu. Ummak ile bulmak arası bir darağacına asılmışım da ne görenim var ne de anlayanımdı.
10 Gün önce
Elmalı tarçınlı kekin kokusu bütün evi ele geçirmişti. Demli bir çay ve kek günün bütün yorgunluğuna galebe çalacaktı. Bayılırdı keklerime. Servisi yaptığımda bıyıklarının altından güldüğünü yakaladım. Gülmenin iyileştirici bir rolü yok muydu hayatta? Dışarıdan kapıya vuruluyor gibi üç kez ses geldi. Sonra birden ayağa kalktı. Suratı asıldı. Ağzındaki keki hızlıca yuttu. Salondan dışarı mırıldanarak çıktı. Ses mırıltıyı yuttu. Ses büyüdü küçüldü, küçüldü büyüdü. Ve ben içimin labirentlerinde O’nu aradım.
3 Gün sonra
Üç gün aramadığım anneme üç yıl gibi gelmiş olmalı ki hışımla girdi içeri. Tümceler gözlerimde belli bir süre dondu. Sonra ağzımdan çorap söküğü gibi filtresiz olay örgüsü. Dinledi dinledi. Dinlemek uzadı. Annemin dinlemelerine gözyaşlarım katık oldu. Ne varmış bunda. Adamın biraz psikolojik sorunları olamazmış. Cicim ayında gülüp eğlenirken iyiymiş de az biraz derdi olunca şikâyet edilir miymiş? Nankörlük yapıyormuşum. Velev ki hayatında biri varmış, varsın bir üç harfli olsun muş. Şöyle ete kemiğe bürülü tıfıl bir kadın getirse daha mı iyiymiş. Bulmuş da bunuyormuşum şu rahatlığı.
Kahveyi taşırmadan doldurdum fincana bu defa. Pencereden karşı apartmandaki halı silkeleyen kadına dikildi gözlerim. Silkelenmek mi silkelemek mi diye geçti içimden. Kitabımı elime aldım. Artık sesli okuyordum kitapları. Ne de olsa tek değildim. Gözüm perdeye takıldı. Dirseğim kadar yırtılmıştı perde. Güneş yüzünü dirseğim kadar gösteriyordu.
Hikmet Şimşek
Comments