13 Numara
Zeki Bey, Schubert’in Ave Maria operasını dinlerken kalın siyah kadife perdelerini araladı. Vakit gece yarısını geçiyordu. Dolunay sislerin arasından göğün maviliğinde kendini nazlıca gösteriyordu.
Apartmanın gösterişli ağır kapısının açıldığını duydu. Zülküf daracık deri pantolonunu, siyah metal tokalı montunu giymişti, kırıta kırıta hayalet gibi geceye süzüldü. Yine gidiyor mekanlarına, hayırlı geceler olsun Zülküf Bey, diye söylendi içinden. Zülküf acele adımlarla gecenin karanlığına doğru ilerlerken Zeki Bey salondaki televizyon koltuğuna geri oturdu. Kırmızı kadifeden dikilmiş elbisesi ile Sem, naylon sarı saçları, mavi plastik takma gözleri ve sıklamen rujuyla divanın kenarında kaykılmış oturuyordu.
Gidip bir puro yaktı, bir yandan da fonda çalan müziğin ahengiyle ellerini sallıyordu, “Biz de burada seninle oturalım cuma akşamı kös kös.” Döndü bebekle konuşmaya devam etti.
“Sakın iç geçirme. Sana söyledim, gel Tarabya’da bir deniz havası alalım diye teklif ettim. Sen ne dedin? Survivor seyredeceğim. Al işte sana Survivor, millet fink atıyor. Dur bakayım otomat yandı, altı numaraya misafir mi geldi yine acaba? Bekle beni, hemen bakıp geliyorum.”
Tık tık tık…
“Geldim, geldim. Osman Efendi sen misin bu saatte?”
Beş kere kilidi döndürdü, ardından üç kere altındaki anahtarı çevirdi. Sonra metal kilidi çıkarıp delikten bir kere daha bakıp kapıyı araladı. Kenarda yeşil ipekten robdöşambrıyla Osman Efendi’ye dikti gözlerini.
“Bu saatte geldim ama kusura kalmayın Zeki Bey. Altı numaranın misafiri, yerinize park etmek istediler…”
“Ne münasebetle?”
“Aa, portmantodaki o silah da ne Zeki Bey? “
“Sana ne? Sana hesap mı vereceğim?
“Tabii tabii, bana mı hesap vereceksiniz. Sizden izin ve anahtarı almamı rica etti bayan,”
“Kim gelmiş altı numaraya bu saatte? Yine geçen sefer gelen dümbükler mi?”
“Yok, bu sefer güzelce bir hanım gelmiş, düzgün birine benziyordu. Baktım, kadının yürümesi de zor, gelip size sorayım dedim park için.”
“Benden bahsettin değil mi? Emekli albay anestezi profesörü, apartmanın kaç senelik yöneticisi olduğumu ve de park yerini kimseye vermediğimi söyledin değil mi?”
“Tabii tabii Zeki Bey, hepsini söyledim.”
“Kadın yürüyemiyor dedin, uzun mu ayakkabısının topukları?”
“Evet beyim, çorap neyin de yoktu içinde. Yani üşüyebilir.”
“Üşümemesi lazım değil mi, üşütmek kafa sağlığı, ayak sağlığı için de iyi bir şey değildir. Peki Osman Efendi, yalnızca iki saat için al şu anahtarı. Ha bu arada, sabah marketten aldırdığım içkileri getirmeyi unutma.”
Osman Efendi alacağı bahşişi düşünürken, Zeki Bey fikrinden caymasın diye ikişer ikişer merdivenlerden inmeye başladı.
Zeki Bey tekrar bebeğe döndü.
“Görüyorsun değil mi Sem, nasıl tilki gibi tüydü paranın kokusunu alınca. Bir şey istesen kırk saat nazlanır. İşte böyledir insanoğlu.”
6 numara
“Nerde kaldın ayol?”
“Kapıcının otopark anahtarını getirmesini bekledim bir saat, sorma şekerim.”
“Zeki Bey’in yerini mi istedin? Yaşlı, huysuz, bunak. İyi cesaret vallahi,”
“Kapıcısı kilitli parkın önünde duruyordu, boş yer baktım sokakta, bulamayınca sordum mecburen, vermez mi izin normalde?”
“Neyse, bugün iyi günündeymiş. Geç içeri, paltonu şöyle asabilirsin.”
Mum ışıklarıyla donatılmış sofradan Boğaz’daki gemilerin ışıkları görünüyordu. Sanki salonun pencerelerinden denize atlanılabilecek gibiydi.
Ayla topuklu ayakkabılarıyla tıkır tıkır girdi içeri. Sarı bukleli saçlarını geriye atarak eline tutuşturulan şarabı aldı, mutfağa Sedef’in yanına gitti.
“Şekerim bayıldım bu apartmana, girişteki antik duvar süslemelerine vuruldum en başta.”
“Bina mimari olarak harika da, bir de içindeki çatlaklar olmasa,”
“Evet kapıcı da bir garipti. Bir de sanki sürekli ayaklarıma bakıyordu.”
“Hadi be, neyse hadi salona gidelim.”
İçeride davetliler sigaralarını yakmışlar, mavraya başlamışlardı. Serkan konukların getirdikleri dev paketi açmaya başladı.
“Ya bu ne Allah aşkına, nerden aklınıza geliyor böyle muziplikler?”
Penise benzeyen dev bir kaktüs çıktı paketten, dibine de iki adet patatesten yumru konulmuştu.
“Ya Ayla’nın işleri bunlar, sapıksınız vallahi. Bunu park hediyesi diye Zeki Bey’e vermezsem en adiyim. Misafirlerim size layık buldular, diyeceğim.”
O sırada Ayla kaktüse sarılıp dans hareketleri yapmaya başladı. Kahkahalar salonda çınlıyordu.
7 Numara
“Bıktım bu karşıdakilerden.”
“Moruk sen oyununa bak, sana ne onlardan?”
“Anırıyorlar, kafamı veremiyorum.”
“Kler’e söyleyelim de bira, sigara alsın. Arasana şu kızı, nerede kaldı yahu?”
“Çekmiyor, metroda mı ne? Saat kaç oldu? On bir mi? Vardır içeride bir paket belki.”
“Yok olum, eşek gibi sömürdün odadakileri, içtik kalmadı. Ateş et ateş! Yasla oğlum yasla.”
“Abi, şu Osman Efendi’ye söylesek bulur mu bize sigara? Dur lan şu gürültücülerden isteyelim. Kler gelene kadar işe yarasın pezevenkler.”
“Beni muhatap etme o sonradan görme karıyla.”
“Hadi be! Karının memelerini keserken öyle demiyordun ama.”
“Manyaksın olum ya, on tane olsa birini…”
“Yok abi dayanamayacağım. Ulan, şu Zeki sigara içiyordu galiba. Bakayım yatmış mı?”
“Üst katın ışıkları yanıyor galiba. Osman’a söylesek bize ister mi sence?”
Kapıcı Dairesi
“Telefon çalıyor zır zır, duymuyon mu Osman?”
Televizyonun karşısındaki geyikli duvar halısının üstünde gözleri kapanan Osman Efendi, karısının sesiyle irkildi. Sehpaya eğilip telefonun ekranına uzun uzun baktı.
“Moşe Bey’in torunları, ne oldu ki acaba bu saatte?”
“Ne olacak, kudurmuşlardır. Her kuduran bize saldırmıyor mu?”
“Alo Osman Abi?”
“Ne oldu Cozef gece gece allasen?”
“Abi ders çalışıyorduk da, sigaramız bitti. Bakkal da kapanmış. Zeki Abi yatmamış, ondan istesen bizim için?”
“Sigara mı kalmamış, gece gece gidersem hepimizi duman eder, bir de silah almış deli, aman benden duyduğunuzu da söylemeyin.”
“Oyuncak silahtır o abi. Korkma, yap bir kıyak. Hem bak sana da ayırdık bir bardak dedemin viskisinden.”
“Ne diyorlar Osman, gitme sen, uyma onlara.”
“Sus Neriman, bir de senle uğraşmayım.” Telefonu tekrar kulağına götürdü.
“Ayla Hanımlar’dan istesem?”
“Olur abi, nerden bulursak artık. Bak pilimiz bitti, kafamız çalışmıyor.”
Telefonu kapatan Osman Efendi, çoraplarının üstüne terliklerini hızla geçirip açılmış göbek düğmelerini ilikleyerek yukarı çıktı.
13 Numara
Zeki Bey odanın içinde ileri geri yürüyordu. Alnındaki teri silip gergindi. Apartman boşluğuna kafasını uzattı. Karanlık tüneldeki kumrular yerlerinden havalandılar. Tüm katlardan onu sağır edecek gülme sesleri geliyordu. Acaba anahtarını istemeye Serkan Beylere gitse ne yaparlardı? Onu buyur edip bir içki ikram ederlerdi belki. Evet, bu cumartesi akşamı ceketini giyip aşağı inmeli. Sem’i bir gece olsun yalnız bıraksa ne olurdu? Zaten bütün gece Survivor izliyordu. “Korkar mısın? Tamam tamam gitmeyeceğim.”
Tekrar kafasını boşluğa çıkarıp kulak kabarttı. “Zeki delisi” mi diyordu biri? Kuşlar tekrar havalandı, gri tüylerden bir tanesi ağır ağır inerek briyantinle taradığı saçlarına yapıştı.
“Sem, kıs şu Survior’ın sesini. Ya bu Osman yine nereye çıkıyor şimdi?”
Dairenin kilitlerini yavaşça açtı, yaşlı adamın terlik şıpırtısını duydu. O an bir kahkaha çınladı boş koridorlarda. Duvarlara bir zamanlar özenle yaptırdığı el işi, çiçek, cam mozaikler sanki canlanıp birer birer gözlerine saplandılar. Gözlerini hızla kapadı, koşup Sem’i dürttü.
“Sem Sem! Bu orospu çocukları kör etmeye çalıştılar beni, kör etmeye çalıştılar diyorum. Aç gözlerini Sem, Survivor bitti.”
Bebek mor kadife koltuğun yanına düşmüş, dudaklarındaki ruj beyaz yastığa bulaşmıştı.
Gözlerini ovuşturdu, tekrar yerinden doğruldu, kararlı bir şekilde titreyen parmaklarıyla telefonun tuşlarını çevirdi.
“Osman Efendi kilerden hemen bant ve bolca kalın ip getir. Saksıları poşetleyeceğim.”
“Ne oldu Zeki Bey? Nefes nefesesin. Tamam, tamam. Aşağıda vardı di mi, depoda? Sabah aldırdığınız şarapları da getireyim mi?”
“Getir tabii. Ne soruyorsun, hadi ikiletme.”
6 Numara
“Ay salak mı ne, bir de o sapıklara sigara verecektim. Kafasını kaldırıp selam vermez, bir de yüzsüzler kapıcıyı göndermişler bu saatte.”
Masa yarım kalmış hindi, lahana dolmasının pirinç kırıntıları, sıyrılmış meze tabaklarıyla doluydu hâlâ. Yarım şarap şişeleri de sıralanmıştı büfenin üstünde.
Serkan tabu kartlarını arıyor, dumandan göz gözü görmüyordu.
Ayla elindeki kadehi hızla devirdi. Yavaş yavaş uykusu gelmişti.
“Sedefçim benim kafa iyi olmaya başladı, zaten iki saat sonra anahtarı istemişti o manyak adam. Artık yavaş yavaş eve yollanayım diyorum.”
7 Numara
“Tamam, ben giderim üşütük Zeki Bey amcaya. Aman sen rahatını bozma. Olum şu Kler’i ara bari, kızdan bir saattir ses yok. Şimdiye kadar çoktan çıkmalıydı metrodan.”
“Vallahi şu haplardan acayip iyi oldu kafam ama ben Kler’i demin aşağıda gördüm sanki. Sarı montu yok muydu onun?”
Joseph kafasını oyundan istemeyerek kaldırdı. “E o zaman Kler nerede? Kaç tane hap attın olum? Christophe sızma! Aman uğraşamam seninle. Kendi işimi kendim görürüm.”
Kozmonot Apartmanı’nın girişindeki art nouveau lamba yandı. Merdivenlerden tıkır tıkır bir topuk sesi yankılandı. Zülküf yalpalayarak içeri girdi, çantasında anahtarını aradı ama yoktu, yedek olanı geçenlerde Zeki Bey’e verdiğini hatırladı.
Aynı anda Joseph seri adımlarla sigara istemek üzere isteksizce yukarı çıkmaya başladı.
13 Numara
Zeki Bey salondaki perdeleri sıkı sıkıya kapamış, elinde anestezi günlerinden kalan iğneyle kapıda bekliyordu. Kapı çaldı. Gözünü kapının deliğine dayadı. Sarı saçlı, uzun boylu kadın elinde anahtarla bekliyordu. 6 numaraya gelen Ayla olmalıydı. Çıyan gibi meraklı bakışlarıyla deliğe göz atan ukala kadına kapıyı açıp iğneyi saplayıverdi. Külçe gibi yere yığılan kadını aceleyle içeri çekerek salonun kenarındaki sandalyeye oturttu, eteğini yukarı kaldırdı. Terlemişti ama bunca yıldır yaptığı antrenmanlar sayesinde bir yolunu bulmuştu. Osman Efendi’nin az önce bıraktığı poşetten ipi çıkartıp kadının ellerini sıkıca bağladı. Üzerine hizmetçi önlüğü giydirerek önüne de bir tepsi koydu. Döndü ayakkabılarını çıkardı, ojeli beyaz parmakları açıkta kaldı.
Tekrar kapı çaldı. Çabucak üstünü düzeltti. Moşe’nin haylaz torunu Joseph’ti gelen. Kapıyı açınca çocuk bir an afalladı. Kler’in sarı montu portmantoda asılıydı,
“Zeki Abi bizim arkadaş Kler…”
Zeki Bey anlamazdan geldi.
“İçeri geç yavrum, sigara mı istiyordun? Gel bir kadeh içki ikram edeyim sana.”
Şaşkınlık içinde bakan oğlanın kalçasına bayıltıcı iğneyi saplayarak, çocuğu yerde ağzı bantlı yatan Kler’in yanına götürmek istedi. Çelimsiz oğlanı odanın kenarında duran tekerlekli içki servis masasının üzerine yatırdı. Yavaşça ittirdiği servis arabasıyla salona girdi.
“Tatam! Gençler de evimize teşrif ettiler Semcim. Haydi artık yavaş yavaş partimize başlayabiliriz.” Yemek masasının üzerindeki antika Gross Freres marka saatin gongu on ikiyi vuruyordu.
Kapı usul usul tıklandı. Zeki Bey anahtar deliğinden Zülküf’ü gördü. İçeridekilere bağırdı.
“Ağız tadıyla bir davet veremeyecek miyiz ya! Bıktım bu apartmanın münasebetsizlerinden.”
Kapı tıklanmaya devam etti. Çaresi yok, açacaktı. Zülküf kapı açılır açılmaz kafasına bakır şemsiyeliği yedi. Yere düşen adama iğneyi saplayıp diğerlerinin yanına götürdü. Hepsinin önündeki şarap kadehlerine yavaş yavaş kan kırmızısı içkilerini boşalttı. Ay kendini gösterirken çalışma masasından beyaz keten örtüye sarılmış silahını aldı.
Kapı çaldı, gelen Osman Efendi’ydi, kan ter içinde kapıyı açtı.
“Bir gürültüler duymuş da alt kat, beni aradılar, problem mi vardı Zeki Bey? Saksıları falan düşürdünüzse yardımcı olayım.”
“Yok, daha önce söylemiştim sana, bir davet veriyorum. Apartmanın 40. Yılı bugün, bilmiyor musun? Gel içeri sana da içecek bir şey vereyim.”
Osman Efendi bir anda böğrüne dayanmış metali hissetti.
“Zeki Bey ne yapıyorsunuz? Delirdiniz mi?”
“Sem’le Kozmonot Apartmanı’nın 40. yılını kutlama partisi veriyoruz. Bak konuklarımız da burada, bir sen eksiktin, iyi oldu. Kaç yıldır bu apartmanın emektarısın sonuçta.”
Silah dayanmış halde salona ilerleyen Osman Efendi’nin gözleri açıldı.
İçeridekilerin hepsi baygın olmalarına rağmen kuklalar gibi iplerle salonun değişik yerlerine yerleştirilmişlerdi. Ortadaki kuyruklu piyanonun kapağı açılmış, önünde notalar durmaktaydı. Zülküf, kalpli slip külotuyla ağzı bağlanmış şekilde koltukta kaykılmıştı. Kler ve Joseph karşı karşıya sandalyelerde sanki sohbet ediyorlardı. Ağızlarına bantla sigaralar tutuşturulmuştu. 6 numaraya gelen Ayla Hanım ise elinde tepsi, çıplak ayaklarıyla bebek Sem’e içki sunmaktaydı.
“Osman Efendi bu davetin bozulmasını istemiyorum, o yüzden sakın yanlış bir şey yapmaya kalkma! Birazdan herkes yavaş yavaş uykusundan kalkacak ve ben bu apartmanın hikâyesini anlatacağım sizlere.”
Ağzının kenarından içkiyi dökerken bir yandan anlatıyordu.
“Yıllar boyu nasıl davrandı bu zevzekler bize? Sonradan görme halleriyle geldiler, yapıştılar bu apartmana. Ne selam verdiler ne sabah. Varsa yoksa hep onların işi. İlk zamanlar çok saftım, melek kutulu posta kutularından onlara kartlar yolladım şirinlik olsun diye. Kapılarına dayanıp en güzel anılarımı paylaştım. E, ne oldu sonra? Koca bir sıfır. Anlıyorsun değil mi beni Osman Efendi?”
“Yapmayın Zeki Bey, öldürmeyin beni rica edeceğim. Siz ne isterseniz yaptım bugüne kadar.”
“Sen şöyle biraz daha iç de otur şuraya, gak dediğini duymayayım. Yoksa yersin iğneyi.”
Kapı usulca tıkırdadı. Kocasını merak eden Neriman Hanım başlarına bir şey mi geldi diye bekçiyi çağırarak kapıya dayanmıştı. İçeriden ses gelmeyince kapıyı yumruklamaya başladılar. Bir yandan, “Osman Efendi, Zeki Bey nerdesiniz? İyi misiniz?” diye bağırıyorlardı. İçerdekilerden ilk Zülküf uyandı. Slip kırmızı kalpli donuyla elleri bağlı ayağa kalkmaya çalışıyordu. Zeki Bey elindeki silahı Zülküf’e doğrulttu, “Az sonra konserimiz başlıyor, sakın sesini çıkartayım deme yaşlı ibne.” Osman Efendi’yle ayılmaya çalışan Zülküf korkulu gözlerle birbirlerine baktılar. Sakince divana iliştiler. Sonra sırayla Kler ve Joseph uyandı. Hepsi elleri, ağızları bağlı halleriyle garip sesler çıkartıp inliyorlardı. Kapı tekmelenmeye başladı.
Zeki Bey elindeki silahı Osman Efendi’nin titreyen ellerine yerleştirdi. Sem’i alıp karşısına oturttuktan sonra Sinatra’nın[1] Killing Me Softly parçasını çalmaya başladı. Piyanonun üzerindeki mum alevleri notaların vurgusuyla titrerken Zeki Bey gözyaşları içinde gülerek yavaş yavaş tuşlara basıyordu. Ta ki parçanın son sözlerini içinden söyleyene dek. Gözleri korkudan fal taşı gibi açılmış konukları saygıyla selamladı, silahı Osman Efendi’nin elinden alarak şakağına dayadı.
Kozmonot Apartmanı’nda sabah oluyordu.
13 numaradan bir silah sesi duyuldu.
İdil Gürsel Himmetoğlu
Comments