Eve döndüğümde, “Bu saate kadar nerelerdeydin?’’ diyerek karşıladı beni.
Olanları anlatıp anlatmama konusunda kararsızım. Bazı konular kimseye anlatılmamalı. Karın dâhil. “Biliyorsun, bu hafta dükkânda yalnızım, etrafı toplamak zaman aldı.’’
“Kapatmak iki dakika süren bir iş. Dışarda duran masayı içeri alırsın, o kadar. Ben de yaptım.’’
“Malzemeciyi bekledim, gelmedi bir türlü. Okulların açılacağı haftaya eksik mi başlayasaydım?’’
Ev havasız ve sessiz, çıt çıkmıyor. Öğleden sonra katılması gereken iki toplantı vardı. Oğlanı kreşten almak için erken ayrılmış olmalı. Biraz keyifsiz görünüyorsa sebebi işlerini aksatması. Cam kenarındaki küllükte beş izmarit söndürmüş.
“Pencereyi açayım mı biraz?’’
Omzunu silkti. Gözlüğünü yine kafasına takmış, bilgisayar tuşlarına basıp kaşlarını çatıyor. Velilere mail atıyor. İhtiyaç listeleri, okula nelerin hangi gün teslim edilmesi gerektiği gibi şeyler.
Camı açıp hemen önündeki sandalyeye oturdum. Konuşmak istemiyorum. Twitter’a girip ekranı kaydırmaya başladım. Öfkemi tetikleyecek haberler. Kavgacı, üstenci üslup, gelişigüzel ithamlar. Sunturlu bir küfür savurdum. Keşke sigarayı bırakmasaydım.
“Cereyanda kalıyorsun hasta olacaksın.’’ Oturduğu yerden beni seyretmeye başlamış.
“Hava iyi,’’ desem de bilgisayarın başından kalkıp pencereyi kapattı.
“Sandalyenin üzerinde iki büklüm belin ağrır, koltuğa geçebilirsin.’’ Hep böyle tavsiye gibi görünen emirler verir. Oğlanı kontrol etmeye gitti. Kanepeye oturdum, tam karşıdaki duvara boş boş bakmaya başladım. Galiba bu sonu o da istedi, cüce yani. Üst geçidi yahut ışıklı kavşaktaki yaya geçidini kullanmayışı, gece karanlığında elinde fener olmadan yürümesi, üstelik onun boyunda birinin fark edilmesi çok zorken. Fren sesi duydum veya öyle sandım, irkildim. Eda, elinde ışıklı polis arabası, Uğur’un odasından çıktı. “Şuna ayağım takıldı. Çıkan sesten çocuk uyanacak diye aklım gitti,’’ dedi.
“Uyuyor mu?’’ Sigarayı söndürecek küllük aradım. Ne ara yaktım bunu?
“Terlemiş biraz.’’ Yanıma oturmadan pencere kenarındaki küllüğü aldı. “Hayrola? Kaç aydır içmiyordun?’’ Oyuncağı ve küllüğü sehpaya bıraktı. Tepe lambaları kırmızı mavi yanıp sönüyor. Kapıları açılınca çat diye ses çıkarıyor. Lambalarına basınca da fren sesi. Cüceyle son kavgamıza Eda da tanık olmuştu. Neymiş? Güya ben ona “Şerefsiz,” demişim. Uğur kreşe başlamamıştı o zaman, bırakacak kimse olmayınca çocuğu yanımıza alıp gittik karakola. O gün bugündür evi polis arabaları, polis tabancaları, şerif rozetleriyle doldurdu.
Sigarayı küllüğe bastırdım. Bu sondu. Daha doğrusu bu sayılmaz farkında olmadan içmişim.
“Neler olduğunu anlatır mısın. Merak ediyorum.’’
Dinle dedim karanlığın içine. “Biliyorsun o cücenin kaprisli ve vasat bir ruhu var. Çırağını itip kakar, gözüne görünmemesini söyler. Dükkân komşularına küfürler edip azarlar.’’
“Dönerciyle ilgili bir şeyse dinlemek istemiyorum. Bıktım hep aynı şeyler.’’ Saçlarının arasında duran gözlüğünü indirdi, eli televizyon kumandasına gitti. Sohbeti sonlandırmak istediğinde böyle yapar. Kumandayı salladı, sehpanın kenarına hafifçe vurdu. Pil bitmiş olmalı açılmadı.
“Önce anlat diyorsun, sonra dinlemek istemiyorsun.’’
“Kendini kötü hissetme diye söyledim. Olanları anlatırken de sinirleniyorsun.’’ Haklı. Anlattıkça her şeyi hatırlıyor, yaptıklarımı eksiksiz tekrarlıyorum. Bir saat önce yaşadığım olay, şu an art arda yinelenen zincirin yanında hiç kalıyor.
“Yaşlı cüce, nereden çıktı anlamadım bile.’’
“Anlaşıldı, yine kavga ettiniz.’’ Bir yandan benimle konuşuyor bir yandan telefonuna gelen mesajlarını kontrol ediyordu. Sesli mesajlardan birini işittiğimde telaşlandım. Cücenin karısının sesini hemen tanımıştım. Bir kerecik adımı söylüyor, sonra hemen kesiliyordu. Bunun hiçbir anlamı olamaz, tedirgin olmama gerek yok.
“Elinde boyu kadar döner bıçağı. Et kesmeyecek beni doğrayacak sanki. Herkes kendisinden korksun, saklansın istiyor.’’
Gözlüklerinin üzerinden bakıp her şeyi anlattığımdan emin olmak ister gibi, “Karakolluk oldunuz değil mi. Ondan bu kadar geciktin.’’ dedi.
“Yok yahu, bir şey olmadı. Öyle dolandı, ters baktı falan. Ben de içeri geçtim.’’
Telefonu elinden bıraktı. Deminki mesajı sorsam mı? Cüce eve gelmediği için karısı endişelenmiş kocasını aramaya başlamış olabilir. Öyle bile olsa niye Eda’ya mesaj atsın. Akrabalarına, arkadaşlarına soracaktır. Çocukları için kaynak kitap arıyor belki. Fakat sanmıyorum. Okulun yanındaki kırtasiyeden alışveriş yapıyorlar. Orada bulamazlarsa il merkezinden. O zaman ne demeye Eda’ya benimle ilgili mesaj atıyordu? Tepem attı. Yok, böyle olmayacak. Eda’yla gerçekten konuşmalıyım.
“Madem bir şey olmadı bu halin ne öyleyse?’’
“Arabanın önüne çıkıverdi aniden.’’
“Ne arabası?’’
“Bizim araba işte, ne arabası olacak?’’
“Bir kadeh rakı vereyim mi. Sinirli görünüyorsun.’’
“İstemiyorum, midem kaldırmaz.’’ Cesetlerin solgun göründüğünü sanıyordum. Onunsa şaşkın bir hâli vardı. Daha önceki darbeyle sersemlemiş başına geleni kavrayamıyorken levyenin çarptığı yerden akan kanlar.
“Galiba dönercinin zihinsel engel türünden bir tuhaflığı da var.’’
“Sanmıyorum, cin gibi adam.’’
“Karısı anlattı. Hatası olmadığı durumlarda bile onu suçluyor, sebepsiz öfke nöbetleri geçiriyormuş. Yağmur yağdığı için karısını dövmüş mesela. Kadının ağlamasının yağmur topladığını düşünüyormuş.’’ Yağmur. Tabi ya. Aklıma neler geldi. Biraz sakinleşmeliyim. Her şey yolunda.
“Bana soracak olursan, deli numarası yapmak işine gelmiştir. Sonunda hak ettiğini buldu.’’
İhtiyarın anlaşamadığı tek adam ben değilim. Pizzacıyı düşün. Yürüyen merdivenlerden aşağı atmıştı cüceyi. Kafası yarılmış, bacakları kan revan içinde toplamışlardı yerden. Olayı kafamda evirip çevirmekten vazgeçtim.
“Olan bitenin hepsini anlatacak mısın.’’
“Kendimi kötü hissediyorum, çok konuşmak istemiyorum.’’
“Husumet güttüğün dönerciye çarptığını söylüyorsun, ayrıntıları anlatmıyorsun. Şaka mı bu?’’
“Cidden dalga geçmiyorum, o yaşlı cüce öldü. Akşam dükkânı kapattıktan sonra eve dönüyordum. Bulvara yeni koydukları kasise yaklaşınca yavaşladım, etrafa bakındım. Az ilerdeki belediye binasının ışıklarına takıldı gözüm. Ağaçların sıra sıra dizildiği kaldırıma. Kasisi geçince hafif gaza bastım, araba usulca hareket etti ve cüce devrilevirdi.’’
“Durup bakmadın mı?’’
“Başta korktum. Duramadım hemen.’’
“Sonra?’’
“Yüz metre sonra falan aynalardan kontrol ettim, göremedim bir şey’’
“Ya seni gören olduysa, cüceye bilerek çarptığını söyleyebilirler.’’
“Kazaydı. Gören olduysa arabanın önüne aniden fırladığını da söyleyecektir.’’
“Emin misin o olduğuna, ya bir çocuksa.’’
“Köpek olabileceğini düşündüm bir ara. Arabadan indim. Ne olur ne olmaz diye elime levyeyi de aldım. Karanlıktı. Kasise doğru yürüdüm. Yaklaşınca yerde uzanan karaltıyı fark ettim. Oydu. Kalın, kısa bacakları, kolları. Kocaman kafası, burnu, kıvırcık kalın saçları, oydu eminim. Burnundan kan geliyordu. Baygındı sanırım.’’
“Yardım ettin mi, hastaneye gittiniz mi?’’
“Çok korktum, tamam mı? Zaten birbirimizi boğazlamak istediğimizi herkes biliyor. Hastaneye gitsem olanları anlatsam bana inanırlar mıydı?’’
“Ne yaptın peki, öylece bırakmış olamazsın.’’
“Beni orada görmelerini istemedim.’’
O mu değil mi emin olmak için telefonumun fenerini açtım. Cücenin beni korkutan bir yanı vardı. Çocukların giydiği türden botları ayağındaydı. Pantolonun bir bacağı yukarı sıyrılmış çorabı bacağına oturmuş, iz yapmıştı. Gömleğinden göğüs kılları görünüyordu. Kafası hafifçe sola dönmüş burnundan akan kanlar asfalta ulaşmıştı bile. Saçları uzun, kıvırcık, darmadağınıktı. Bir tutam saçı sağ yanağına yayılmıştı. Yüzünde dehşete düşmekten çok, acılı ve alaycı bir ifade vardı. Elimdeki levyeyi cüceye doğru savurdum. Ne ara, niçin yaptım bunu. Bulunduğumuz yere bir arabanın yaklaştığını fark ettim. Telaşa kapıldım. Son bir kez daha baktım, alnı da açılmıştı. Öylece bıraktım. Bu olanlar Eda’ya anlatılacak türden şeyler değil.
“Öldü mü acaba?" dedi gereksiz yere.
Uzun uzun ona baktıktan sonra, “Öldüyse bile bu sayılmaz, her şey farkına varmadan oldu,” dedim.
İlbay Alp
Comments