Lumbarağzı’na varmadan, Güvenlik Harekât Merkezi’ndeki tüm telsizlere anons geçildi. Levent, Kalyon 13. Herkesin sesindeki tedirginliğin sebebi kalyonun çıkış yapmasıydı. Bu sebepten her şey muntazam olmak zorundaydı.
"Bayrağı ütülediniz mi? Geçen sefer ütüsüzdü."
Berk, “Ütülendi komutanım,” dedi. Bölgeyi bilen şoföre gidilecek törenin yerini tarif etti Teoman, Geyikli Köyü, Mavişehir yolunda. Şoför, “Yakındır,” deyip deniz yolundan, zeytinliklerin yanı başından hızlıca geçtiler. Deniz, büyük bir su parçası. İnsanı hem dinginleştiren hem de kurak iklim insanını şaşkına çeviren bir hali var. Kavmini çölden geçirmek isteyen Musa’nın denizle imtihanı çöl insanlarının hafızalarında diri bir şekilde duruyor. Denizi ikiye yaran Musa çölde kavmiyle birlikte nasıl kaybolmuş ki? Rüzgâr panellerinin olduğu bomboş tarlalardan geçmeye başladılar. Panellerin ne kadar büyük olduklarını görünce, rüzgârın ne denli kuvvetli olduğunu düşündü Arif. Uzaktan görünen köy evleri ve kahvehanenin önündeki arabaların sayısına bakılırsa bayağı kalabalık olacak.
Kahvehanenin önünde durdular. Fosforlu tören kıyafetleriyle inince tüm kalabalığın bakışlarını üzerlerinde hissettiler. Apoletleri parlayan Teoman, “Köşede bekleyin,” dedi. Askerler birer birer sigara çıkardı. Askeriye gibi yerlerde kimse kolay kolay birbirine sigara ikram etmez. Herkes kendi sigarasını yaktı. Köylülerden biri su ikram etti. Tam bir mevsim süren Ege dizisi karakteri, pos bıyıklı ihtiyar bir amca geldi.
“Cenaze alayı mısınız?”
Abdurrahman, “He amca,” dedi. He demesindeki şiveli Türkçesinden olsa gerek, tek tek sormaktansa, köy yerinde taziye ve düğün görmüş ihtiyarların tüm cemaati selamlaması gibi, “Nerelisiniz,” dedi.
Abdurrahman başladı. “Şırnaklıyam ama Denizli’de büyüdüm.” Doksanlarda köy yakılmaları sırasında devletin Batı’ya gönderdiği ailelerdendiler. Köylüleriyle birlikte Denizli’ye yerleşmişlerdi. Diğerleri de memleketlerini söyledi. Urfa, Çanakkale, İzmir, İstanbul, İzmir Söke. Askerlere sorulmaması gereken ama herkesin ilk sorduğu soruya geldi sıra.
“Şafak kaç?”
Emin, “Yüz elli,” dedi.
İhtiyar, meseleyi iyice kavramaktansa hava atmaya başladı. “Kaç ay yapıyorsunuz?”
“Altı.”
“Altı ay da askerlik mi olurmuş?” Onlar üç ay acemilik yapmışmışlar. Küçümser gibi yarım ağızla gülümseyerek uzaklaştı.
Kalabalık, evden çıkmaya başladı. Teoman, Berk’e seslendi. Koştura koştura cenaze alındı. Provasını yaptıkları şekilde önce, “Omzaa,” denildi, sonra yukarı kaldırıldı. Omuzlarda sabit tutuldu. Araca ittirilip kapıları kapatıldı. Askeri araca hızlıca koştular. İleride köyün camisinde askerî erkan eşliğinde cenaze namazı kılınacaktı. İlçe kaymakamı, köy muhtarı, belediye başkanı ve askerî erkan önde, köylüler arkada namaza duruldu.
Cenazenin musalla taşına yatırılmış tabutunun başında ikişer asker. Arif’in karşısında Abdurrahman, Emin’in karşısında Ceyhan. Ciddiyeti korumak için Arif, Abdurrahman’ın kemer tokasına bakıyordu. Altın sarısı asker palaskasının tokasına. O sırada sol tarafta bulunan iki katlı balkonlu evden bir kadın sesi işitildi. Vaveylası kulakları deldi. Arif baktı.
“Babaa!” diyerek ağlayan bir kadın. Birileri kollarından tutuyordu. Kolonya istediler. Cenaze namazı devam ediyor. Hazırolda bekliyorlar ama göz ucuyla çevreyi izliyorlar. Arif, annesinin tabutunu omuzladığı zamanı düşündü. Kadına gözleriyle teselli vermeye çalıştı.
Alışacaksın, şimdi belki ağlıyorsun ama sen şanslısın. Baban ömrünü bir şekilde bu yaşına kadar geçirdi. Gün gördü, düğün gördü, varlık gördü. Anılar bıraktı. Ya annem? Sokak taşlarının üstünde çürümüş bedenini unutamadığım annem? Köpekler cenazesine yaklaşmasın diye nöbet tuttuğumuz annem? Yani şimdi her gün düşündükçe delirmiş olmayı istiyorum. Delirmek lüks! Alışacaksın ve bunlar geçecek Müzeyyen abla. İsmin Müzeyyen mi, onu da bilmiyorum. Ben en çok ölen tüm anneler için üzülüyorum. Yas tutmak alışkanlığım. Yas uzmanıyım. Sırf biraz daha ölmek için askere geldim. Bedelli varken, uzun dönem seçtim. Burnum sürtsün, ezim ezim ezileyim diye geldim. Buradayım! Bak kaç saattir ayaktayım. Topuğumdan boynuma doğru sızan bir ağrı var. Boynumdaki son omurga boğumu sızlıyor. Ben ben! Dışarda görsen terörist diyeceğin ben, bak ayaktayım. Babanın tabutunun başında kıpırdamadan duruyorum. Kendi istediğimle geldim, buradayım.
Cenaze defnedilmek üzere mezarlığa gitmeli. Yine, “Omza,” denilip araca götürülmek üzere alındı. Müzeyyen’in yanından geçtim. Ağlamayı kesti. Telaş başladı. Küçücük köy yerinde trafik sıkıştı. Selam bile vermeyen köylüler son kez, belki de vicdanlarını rahatlatmak için, koşturmaya başladılar. Mezarlık uzak değilmiş. Deniz kenarından, bir nokta gibi görünen Yunan Adasına baktılar. Zeytinliğin ve kuş seslerinin olduğu bir mezarlığa girildi. Yine askerler koştu. Gökhan’ın elinde bayrak vardı. Arif ve Abdurrahman karşı karşıya duruyordu. Emin ve Ceyhan da diğer tarafta. Hazırolda bekliyorlardı. Herkesin gözü kıpırdamadan duran askerlerdeydi.
Birden telefonlarla fotoğraflarını çekmeye başladılar. Askerler sağa sola dönmek yasak olduğu için olanlara anlam veremediler. Patavatsız Abdurrahman mı yanlış bir şey yapmıştı? Yook. Emin? Olabilir. Emin gülmüşse ki yerli yersiz güler. Hepimize ceza verecekler. Haydaa! Al başına belayı.
Köyün muhtarı bile telefonu çıkarıp çekmeye başladı. Muharip Gaziler Derneği’nden yaşlılar da çekiyor. Ne oldu acaba? Heybeti ve üstüne giydiği kıyafetleriyle darbe yapacakmış gibi duran Teoman, Emin’e yaklaştı. Hass... Arif paniklememek için başka şeyler düşünmeye başladı. Ölmek için güzel bir mezarlık, sinematografik bir fotoğrafın parçası gibi kocaman çınar ağaçlarının altında. Çınar ve çam, ölümsüzlüğü simgelediği için mezarlıklara dikiliyor. Göğü delen heybetiyle insanlara ölümsüzlüğü hatırlatıyormuş. Bir de karga sesleri var. Kargalar ölümü haber vermeye gelmişler. Sessizlik kulesinin sakinlerini haberdar ediyor. Sessizlik kulesi; Zerdüştlük inancında, insanları ölünce toprağı kirletmemesi için dağların tepesindeki ağaçlara astıkları ve kuşların ölüleri parçalayıp bir şekilde doğaya karıştırdıkları yer. Kargalar sessizlik kulesine yeni bir ölünün geldiğini öğrenir öğrenmez heyecanla cenazeye üşüşmüş gibiler.
Garnizon albayı ve komutanlar aileye bayrağı teslim etti. Tören bitince yine tabur pozisyonunda beklediler. Araca bindiklerinde Teoman, “Niye ağladın lan,” dedi. Emin utangaç ve biraz da gülmemek için kendini tutuyordu. “Komutanım hapşıracaktım. Hapşırmamak için nefesimi tuttum. Bir baktım gözümden yaş geldi. Herkes bakınca utandım.”
Bir sonraki gün Kore Muharipleri Derneği’nin Facebook sayfasında fotoğraf albümü paylaşıldı. Kore gazimiz Mustafa T. Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi, askeri alay eşliğinde defnedilmiştir. Cenaze başında yaşlı başlı muharip gazilerin birbirlerini çektiği flu fotoğrafların da olduğu albümün en net ve en çok beğenilen fotoğrafı ise gözleri yaşlı bahriyeli kıyafetli asker oldu.
Kalabalık bir bir toprağa vicdanlarını gömüp dağıldı. Bir Müzeyyen abla kaldı geride, bir de karga sesleri.
İbrahim Tekpınar
Комментарии