Geciktim. Geceden telefonun alarmını açmayı unutmuşum. Zaten hep açık oluyor. Bir ara kapatmışım ama hatırlamıyorum. Son zamanlarda çok şeyi unutuyorum. Misal geçenlerde biri kapıya geldi. Açtım. Tanımadığım biri karşımda. İçimden dedim, “Yapma Hikmet zorla şu aklını, mahcup etme kendini.” Neyse, bozuntuya vermedim tabi, çocuk adımla hitap edince. Efendim, bizim durum irsî muhakkak. Neyse o başka bahsin konusu. Ne diyordum?
Delikanlı, kira zamanının geçtiğini münasip bir şekilde söyleyince -ki unutmadan ekleyeyim bizim ev sahibinin oğluymuş kendisi- ne yapacağımı bilemedim. Fevkalade mahcup hissettim. “Affedin delikanlı, ihtiyarlığıma veriniz, hemen takdim edeyim müsaadenizle,” deyip odadaki kasaya yöneldim. Lakin, aksi gibi ne yaptıysam açmayı beceremedim. Delikanlıyı da içeriye buyur etmediğim aklıma geldi. Ne yaparsın? Delikanlı arkamda dikiliyor. Meğer çoktan buyur etmişim. “İsterseniz yardım edeyim,” dedi. Ben söyledim o bir çırpıda halletti. Hep bu eller yüzünden. Zelzele toprağı gibi titrek kahrolasıcalar. Görgü, adap nedir; öğrenmiş tabii delikanlı. Açar açmaz ardını döndü hemen. Takdir ettim ailesini. Bu devirde efendim, böyle gençleri bulmak zor. Anne baba terbiye nedir bilmiyor artık, evlatlarına nasıl verecekler olmayan şeyi? Muhasebeyi oracıkta yapacak kadar aklım kalmış. Bir zarfın içine koyup delikanlıya takdim ettim. Teşekkür etti etmesine de ben mahcubiyetten kurtulmak için kaç defa af diledim bilmem.
Yine lafa daldık, muhabbetin başını sonundan sıyırdık işte. Ne diyordum? Alarm çalmadı. Geciktim. Geciktim ama neye? O kadar dolanmanın sonu kaybolmaktır elbet. E Hikmet sen gevezeliğini zapt edemezsen, hele de şu ihtiyar kafanla daha çok beklersin hatırlayasın, diye. Büyükbabam da böyle olmuştu, nurlar içinde yatsın. Bir vakte kadar dizinden indirmediği, gözünden sakındığı biricik torununu -beni- bir sabah kalktığında tanıyamaz olmuştu. Çocuktum tabi. Anlayamadım da. Neden sonra düşündükçe halinin farkına vardım. Şu kasadan biraz para almalı yanıma. Neme lazım, bir ihtiyaç zuhur ederse muhtaç olmamak icap eder. Eder, eder de nereye gideceğimi bir hatırlayabilsem.
Titriyor yine şu eller. Neyse ki kasa açıkmış. Bunu neden açık bıraktım bilmem ama isabet olmuş. Ah Hikmet, nereye harcadın o kadar parayı? Ne kadar olduğunu da bilmiyorum ya, yanında tuttuğum hesap cetveli de yok ortalıkta. Fehmi'yi arasam, “Evladım param kalmamış,” desem “Anneciğim ne yaptın o kadar parayı?” der mi? Ne kadar parayı ne yaptığımı bir hatırlayabilsem. Aman aman... Evladımın nakdi yoksa bir de mahcup etmek var işin ucunda.
“Ucunu bucağını düşünmeden davranma,” derdi annem. “Bir kere değil, bin kere düşün kızım,” derdi. O kadar çok düşünmekten mi arıza verdi bu aklım acaba?
Hatırladığım kadarıyla birini beklemiyordum ama acele acele çalıyor kapı. Bu merdivenler de yoruyor artık. Fehmi “Anneciğim gel satalım bu evi de seni şöyle düzayak bir yere yerleştirelim, daha rahat edersin,” demişti bir vakit. Nasıl parladıysam evladıma, kıpkırmızı kesilmişti. Çocukluğundan beri öyledir benim yavrum. Yüzüne bakınca anlaşılır hisleri. Ama ne yaparsın, ata yadigarı bu konak. Bir ağacı kökünden ayırırsan nasıl yaşar? “Ben ölünce istediğinizi yaparsın evladım,” diyecektim ki tamamlatmadı vefalı yavrum. “O nasıl söz anneciğim,” dedi hemen.
Bu ne saygısızlık, yumruklamak hiç yakışık alıyor mu? Münasebetsiz biri belli ki gelen. “Geldim,” diyorum ama sesimi işitmiyor belli ki.
Ah, Fehmi... “Hoş geldin evladım, çok beklettim mi? Ancak inebildim basamakları. İhtiyarlığıma ver. Geç buyur,” diyorum. Ardında iki genç beliriyor. Zoraki bir tebessüm yerleşik gibi yüzlerinde.
“Arkadaşların mı? Geçin yavrum sizler de lütfen,” dememe fırsat kalmadan, Fehmi, “Anne bavulun nerede? Yine unuttun mu yoksa? Hadi anne boş ver,” diyor. Tutup elimden çıkarıyor dışarı. Sokak ana baba günü. Konu komşu bizim evin önüne toplanmış. Fehmi'nin arabasına binerken o iki delikanlı bizim eve giriveriyor. Sonra koca koca araçlar yanaşıyor eve. “Belediye,” diyor Fehmi, “ev çok eskimiş anne, en ufak bir sarsıntıda yıkılır diye rapor tutmuşlar. Kentsel dönüşüme sokmuşlar.”
Arabanın içi sıcacık. Zemheri de hayret doğrusu. Deri koltukların yeni kokusu genzimi yakıyor. Parmaklarımla geziniyorum koltukta. Sıcacık. “Yeni mi bu otomobil?” diye soruyorum Fehmi'ye, “işlerin rast gidiyor herhalde evladım.”
“Yok anne kaç senelik araba işte,” diyor. Şoför var önde, dönüp bir bakıyor tuhaf tuhaf. Adap kalmamış bunlarda. Patronu da saymıyor. Sokaklara dalıyor gözüm, upuzun binalar. Büyük babamın bahçesinde bir çınar vardı böyle. Gökyüzüne değecek sanırdım, çocuktum tabi o zamanlar. Ben ufacık, o kocaman olunca hayallerle de büyütürdüm iyice. Bir alarm sesi geliyor. Hay Allah! Yeleğin cebindeymiş telefon. Ben de bunu arıyordum. Allah müstahakkını versin senin telefon gibi. Neden çalıyor ki şimdi bu meret? Geciktim galiba yine. Ama nereye?
Kemal Sait Demirkıran
Comentários