Hayatım boyunca mahallemdem dışarı adımımı atmadım. Neden atacakmışım? İhtiyacım olan her şey burada fazlasıyla mevcut. Hem de en iyileri, güzelleri. Zahmet etmeye değmez. Durduk yere macera aramanın gereği yok. Bu mahallede doğup büyüdüysem, bunun manevi bir anlamı, boyutları mutlaka olmalı bence.
Yine de insanlar nedense çok şaşırıyor. Mahallelilerim yani. Onlar gerek ticari gerekse de turistik nedenlerle sıkça seyahat ediyor. Bunun normal, aklı başında insanlar için olmazsa olmaz, yaşamsal nitelikte bir şey, kaçınılmaz bir rutin olduğu kanısındalar. Buna hiç katılmıyorum. Bizim mahallemiz oldukça büyük, bayındır, diğerleri gibi küçük, önemsiz ve sefil değil. İçinde sıkılmaksızın, hiçbir şeyden yoksun kalmaksızın bir, hatta birkaç ömür geçirilebilir. Ama nedense bunun farkında olan tek kişi benim halihazırda. Aydınlanmış tek sakin yani.
Burayı seviyorum. Sevmediğim, yakındığım hiç olmadı. Şurası da şöyle olabilirdi, burada devasa büyüklükte, gölgesinin altında soluklanabilecek bir çınar ağacı dikili olabilirdi örneğin diye hiç düşünmedim. Müşkülpesentlik, nankörlük etmedim, olanla, bana verilenle yetindim. Ona bir şey eklemek, ondan bir şey çıkarmak aklımın ucundan bile geçmedi... Aynı şeyleri yaşamım için de söyleyebilirim. Mutlu, halinden yeterince hoşnut, ona şükreden, insanlara da her olanakta, yerli yersiz bunu salık veren biriyim. Söz konusu huy bana babamdan geçti sanırım. O da mahallesinden çıkmamış hiç. Benimle tamamen aynı kafadaymış yani. Seksen yaşında, huzur içinde hayata veda edene dek örnek aldığım, hayranlık beslediğim birisi oldu. Gerçi hâlâ üzerimdeki söz konusu etkisi sürüyor. Ölümü yüzünden yok olmuş ya da azalmış değil yani. Bence babam bilge bir insandı, elden geldiğince az hareket etmenin dinginlik ve iç barışa giden en kestirme, garantili yol olduğunun ayırdına erken yaşlarda her nasılsa varmış, sözlerle olmasa dahi davranışlarıyla bunu bana da kesin olarak belletmişti. Annem içinse aynı şeyi söyleyemem. O bir mahalle hayranı değildi hiç, sık sık, önceden bize haber dahi vermeden sınırlarımız dışına çıkar, bizi de onun gibi yapmadığımız için bir hayli gülünç, acınası bulur, eleştirirdi. Ama babamla ben kararlılığımızı bozmaz, acaba bu kadın az da olsa haklı olabilir mi diye düşünmezdik asla. Dışarıda ne vardı sanki burada olmayan? Orası da başkalarının, yabancıların mahallelerinden oluşan koca bir cangıl değil miydi? Hem bir kez dışarı çıktıktan sonra geri dönülebileceğinin garantisi neydi? Bunca güzelliği bir hiç uğruna tehlikeye atmanın, arkanda bırakmanın gereği neydi ki?
Mahallemizin barını pek severim. Belki haddinden fazla hatta. Orada insanlarla durmaksızın sohbet ederim. Konuşkan, sıcakkanlı biriyim. Mahalleliler ve zaman zaman bara uğrayan yabancılar da genellikle benim gibidir. Öyle kukumav kuşları gibi içkilerimize doğru eğilip kara kara düşünmektense, birbirimizle dostane biçimde iletişim kurmayı, şarkılar söylemeyi, hatta zaman zaman, aşırı derecede sarhoş olunca dans etmeyi yeğleriz. Sahibi çocukluk arkadaşımdır. Mahallede tanımadığım hiç kimse yoktur ve de olamaz. Zaten mahalleden dışarı hiç çıkmayınca nasıl olsun, öyle değil mi? Dünyada müşterilerin içmekten, konuşmaktan, kontrolsüzce kahkahalar savurmaktan derin hazlar aldığı loş, dumanlı bir bardan daha eğlenceli bir yer var mıdır acaba? Bana sorarsanız, yanına yaklaşabilen bile yoktur.
Yabancılar mahallemize hayrandır. Olmayanını şimdiye dek görmedim, tanımadım. Bir gelen, daha sonra defalarca gelir, çoğu yakınlarını da yanında getirir ya da mahallemizi ziyaret etmelerini tüm tanıdıklarına hararetle önerir. Haksız da sayılmazlar bunu yapmakta bana kalırsa. Böyle güzel özgün, sıkıcılıktan, yeknesaklıktan uzak mahalle dünya tarihinde, coğrafyasında görülmemiştir. Bu dokunun zedelenmemesi, güzelliğin aşınmaması için üzülerek de olsa yeni sakin kabul edemiyoruz yazık ki. Mahallelimiz mi olmak istiyorsunuz, o zaman mahallemizde bir bebek olarak yeniden dünyaya gelmeniz gerekir mutlaka. Bunun istisnası yoktur. Devlet başkanı bile olsanız, muhtar size oturma izni vermez. Otelimizde her yıl azami bir hafta kalabilirsiniz. Sonra ya gönüllü olarak mahalleyi terk eder ya da kolluk güçleri eşliğinde güler yüzle sınır dışı edilirsiniz. Kimileri bunu pek de dostane bir davranış olarak görmüyor olabilir ama dediğim gibi kafasına eseni aramıza alırsak mahallemiz sıradanlaşır, bozulur, saçma sapan, diğerlerinden farksız bir yer haline gelebilir biz daha ne olduğunu bile anlayamadan.
Mahallemizde yürümeyi severim. Sokakları kalabalık, canlı, kıpır kıpırdır. Herkesi tanıdığım için çok hızlı, aralıksız yürüyemem elbette, sık sık merhabalaşmam, durup ayaküstü sohbet etmem gerekir insanlarla ama bundan şikâyetçi değilim. Hepsini seviyorum. Tümü de benim öz hanemden gibidir. Dertlerini sevinçlerini, huylarını, sularını yakından bilir ve ona uygun davranır, konuşurum. Onlar da aynısını yaparlar. İçi dışı bir kimseleriz. Olduğundan farklı görünmeye çabalayan kimseler yoktur aramızda. Herhangi bir hasmım bulunmuyor. Hayat boyu olmadı ve olamaz da. Burası kurtarılmış bölge gibidir, devriyelerin değil de huzurun kol gezdiği bir yer.
Okumayı severim. Sinemayı ve fotoğraf sanatını da. Bu yollarla dünyanın her köşesini, oraların nasıl yerler, insanlarının ne türden yaratıklar olduğunu tam anlamıyla öğrendim, mahalleyle kıyaslama olanağı buldum. Bu karşılaştırmalardan kimin galip çıktığını söylememe gerek yok sanırım, hâlâ burada olduğuma, bu satırları keyifle kaleme aldığıma göre, sonucu kolayca tahmin edersiniz.
Evliyim, iki çocuğum var. Karım benim aksime ara sıra mahalleyi terk eder ama fazla da uzaklaşmaz. Buna izin vermiyorum. O uzak yerler benim gözümü biraz korkutuyor doğrusu. Çocuklarım için de aynısı geçerli. Yüz kilometreden fazla uzaklaşma yetkileri yok. Aksi halde aklım onlarda kalır. Geri dönebileceklerinden kuşkuya düşerim, bu durum aklımı kaçırmama neden olabilir. Bir keresinde büyük oğlum arkadaşlarına uyup iki yüz kilometre kadar uzaklaşmıştı, dönüşte kendisini uzun uzun, yüksek sesle azarladım. Korkudan ödüm kopmuştu çünkü. Kesin başına bir şey geldi işte diye düşünmüştüm. Neyse ki bir daha böyle korkunç bir hata yapmadı ama on sekizini geçtikten sonra ona karışamam tabii. Artık o kadar da değil. O noktadan sonra tamamen kendi bileceği bir şey. İsterse gezegenler arası yolculuğa çıksın, bundan hoşlanmasam da ona karışamam, bir şey diyemem.
Barda, kahvede, sokaklarda karşılaştığım, konuştuğum yabancılar hayat boyu mahallemden çıkmadığımı ve asla çıkmayacağımı öğrenince başlangıçta bana inanmıyor. Şaka yaptığımı, kendileriyle durduk yere kafa bulduğumu sanıyorlar. Bir insan merak hissinden nasıl bu derece yoksun olur da koca ömrünü tek bir şehirde bile değil, tek bir mahallecikte geçirebilirmiş? Böyle bir şey gerçekten de mümkün müymüş? Tamam mahalle güzelmiş, eşsizmiş, neredeyse sihirliymiş, adeta masallardan fırlamışcasına büyüleyiciymiş hatta ama dünya da çok büyük, baştan çıkarıcı, harikulade bir gezegenmiş. Kendine özgü koskoca şehirler, birbirinden ilginç, dillere destan sayısız tarihi turistik yerler, bambaşka diyarlarla dolu bir yermiş. Benimki derecesinde marazi bir sadakat, bağnazlık, tutuculuk sayılırmış bir anlamda. Gülüp geçiyorum ilk bakışta mantıklıymış gibi görünen bu savlara, karşı çıkışlara, sonra onlar da bana gülüyor ve her birimiz kendi yoluna gidiyor ya da başka, daha eğlenceli konulara geçiyoruz. Polemiğe girmiyoruz. O derece aptal değiliz. Birbirimizin fikirlerine saygı duyuyoruz. Duymasak da duyuyormuş gibi yapmanın daha akıllıca olduğunun bilincindeyiz.
Muhtarla aram iyi. Zaten o da çocukluk, hatta sınıf arkadaşım. Kendisini makamında sık sık ziyaret ederim. Eski güzel günlerden konuşuruz başlangıçta, ardından şimdiki güzel günlerden. Değişen pek de bir şey olmadı çünkü. Tabii yaşlılar öldü, teknoloji epey ilerledi, benim gereksiz bulduğum seyahat etmek kolaylaştı, ama yine de temel bir değişiklik olmadığı kanısındayım ben mahallemizde. Muhtar da benimle aynı fikirde üstelik. Aydın, çok okumuş, mahallenin tarihini sürekli araştıran, bu konuda dikkate değer, özgün makaleler kaleme alan, son derece ciddi, çalışkan bir kişi. Benim de yerel tarih bilgim onunkinden aşağı değildir. Farkımız, onun bilgisini yazıyla, benimse sosyal ortamlarda sözlü olarak dile getirmem, insanlara keyifle sunmam. Muhtar ve yazar olduğundan, o bana oranla insanlardan daha fazla saygı görüyorsa da, ben de ona kıyasen daha dost canlısı, hitabeti güçlü biri olduğumdan sanırım daha çok seviliyorum.
Şu an elli yaşındayım. Bu aralar erkekler için beklenen ömür süresi yetmiş beş yıl olduğuna göre, olumlu ya da olumsuz anlamda bir sürpriz olmazsa burada daha yirmi beş yıl boyunca yaşayacağım. Başka deyişle, bu mahalleden olmanın tadını tıpkı yarım asırdır olduğu gibi büyük bir minnet ve keyifle çıkarmaya devam edeceğim. Acaba doğduğum deliği hiç terk etmemekle korkunç boyutlarda bir hata mı yaptım, büyük, değerli, yaşamsal önemi haiz bir şeyleri kaçırdım mı diye asla sormayacağım kendime ne şimdi ne de son soluğumu vermeden hemen önce. Yazgımı bizzat belirleyip minnettarlıkla yaşadım. Bu yüzden pişman değilim. Şu an gülümsüyorum, doğru olan kesinlikle benim tercihimdi. Dünyada, benim sevgili mahallemden daha güzel, gizemli, yaşanılası bir yer asla olmadı, olmayacak. Günün birinde, tüm insanlık değilse de, mahallemde yaşayan şanslı bireyler bu gerçeğin ayırdına mutlaka tam olarak varacaklar. Yanlış anlamayın, bu bir kehanet değil, görmüş geçirmiş bir adamın gayet mantıklı bir öngörüsü sadece.
Korkut Kabapalamut
Korkut Bey yeni öykülerinizin bu platformda yayınlanmasını dört gözle bekliyorum. Kullandığınız kelimeler muhteşem. Emeğinize ve kaleminize sağlık