top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Korkut Kabapalamut- Söyleşi

Edebiyatın ne olduğunu hiç bilmiyorum, lütfen bunu bana sormayın, çok gerekliyse bir zahmet açıp sözlüğe bakın. Evet, şimdiye dek çok sayıda öykü, roman ve şiir kitabı yayımladığım doğru ama işte bir tanımını yapamıyorum, yapmak da istemiyorum. Elimden gelmiyor. Gerçek bu. Üzerine hiç düşünmedim değil. Düşündüm. Zaman zaman kimi akıllıca görünen yaklaşımlar geliştirmeyi bile başardım hatta bu konuda. Ama şu an hiçbirini doğru dürüst anımsayamıyorum. Dikkate değer şeyler olsalar anımsardım, orası kesin. Diğer sorunuza geçelim lütfen... Yazmaya ne zaman mı başladım? Durun bakalım bir düşüneyim. Galiba otuz yaşındayken. Biliyorum, epey geç bir yaş bu, ortalamaya oranla. Evet haklısınız, örneğin yetmişinde yazmaya girişenler de var ama bu bana hayli saçma geliyor doğrusu. Bence biz geç yazmaya başlayanlar takımı tamamen sahte yazarlarız, özentiyiz, bizim gerçek bir eser vücuda getirmemiz kesinlikle imkânsız. Çok geç kalmışız... Yazdıklarımı beğeniyor muyum? Hayır efendim beğenmiyorum, hem de hiç. Nesini beğenecekmişim! Bence hepsi de sorunlu, eksik, başı sonu belirsiz, defolu şeyler ama insanlar kitaplarımı koşa koşa gidip satın alıyor, çok beğenenler, birbirlerine öneren ya da armağan edenler, ayılıp bayılanlar da var, hatırı sayılır miktarda hayran mesajı alıyorum yıllardır, bunun nasıl mümkün olabildiğini ise inanın ben de hiç bilemiyorum. Müşkülpesent, deneyimli, kül yutmaz bir okur olarak ben kendi kitaplarımı asla satın almazdım. Bir tekini bile. Şöyle birazcık göz gezdirmem yeterdi tamamen değersiz şeyler olduklarını anlamama. Hesabıma her ay yüklü miktarda telif ücretleri yattıkça ya da okurlarımdan, eleştirmenlerden abartılı övgüler aldıkça kendimi büyük bir sahtekâr gibi hissediyorum. İçimi derin bir utanç hissi kaplıyor. Zaten kitaplığımda kendi kitaplarım yok. Gizli saklı bir yerlere nefretle tıkıştırıyorum onları, aman gözüme görünmesinler. Yine de bana yazar denmesi hoşuma gidiyor tabii itiraf etmek gerekirse, hiçbir şey olamamaktan iyidir nihayetinde. İnsanlar pek belli etmeseler de yazarlara saygı duyar, ister istemez onların zeki, aydın, yaratıcı kimseler olduğunu düşünür, oysa bana sorarsanız yazarların, şairlerin çoğu bu özelliklerden tamamen mahrumdur ama nedense eskiden beri sorgulamaksızın bu meziyetlere fazlasıyla sahip olduklarına inanılır, hatta kendileri de kanar bu kuyruklu yalana çoğunluğa ayak uydurarak ama içten içe gerçekte hiçbir halt olamadıklarını, insanları utanıp sıkılmadan aldattıklarını, salt gözlerini ustaca boyadıklarını domuz gibi bildikleri kanısındayım ben... Neden mi yıllardır kimseyle söyleşi yapmayı kabul etmiyorum? Çünkü sizlere söyleyeceğim bir şeyim yok benim. Zeki biri değilim. Dikkate değer herhangi bir özelliğim de bulunmuyor. Sıkıcı, çekilmez bir adamım. Kendi halime bırakılmayı fazlasıyla yeğlerim. Şimdi ne söylesem havada kalacak, içini biraz bile dolduramayacağım, üstelik bilmez misiniz bir şeyleri açıklamaya çalışmak dünyanın en güç, yıldırıcı işidir, tabii hakkını vererek yapmaya çalışırsanız. Siz anlatamazsınız, insanlar da anlamaz. Bu can sıkıcı zorluğu aşmak çok güçtür, nadiren gerçekleşen bir mucize. Şimdi de katiyen böyle bir şey olmayacak tabii, zira kendimi yorgun, amaçsız, gönülsüz hissediyorum. Ne yazdığımı hakikaten bilmiyorum, diğer insanları yazmadığım kesin, biliyorum şimdi birileri bana fena halde kızacak ama diğer insanların yazılmaya değer olduklarını da düşünmüyorum açıkçası, ciddiye alıp yazan varsa da ben tutmayayım. Buyursunlar diledikleri gibi yazsınlar, benim gönül indirip de hiçbirini okumayacağım kesin. Onu baştan dürüstçe söyleyeyim. Diğerleri bilinemez bana kalırsa. Kapalı kutu. Ben yalnız kendini yazanları, didikleyenleri okurum hanımefendi, o da arada bir... eskiden her şeyi okurdum. Tabii nitelikli, özgün metinler olmaları kaydıyla. Okumadan önce epey araştırırdım satın alacağım kitapları. Acayip müşkülpesenttim bu konuda. Sonra bunun da gereksizliğini üzülerek fark ettim. Şimdi ne mi yapıyorum? Hiçbir şey. Havanda su dövüyorum. Havanın güzel olup olmadığına bile aldırmadan uzun, amaçsız yürüyüşlere çıkıyorum örneğin, ihtiyacım olmayan şeyler satın alıyorum kendime, sonra da şeytan görsün sizin yüzünüzü be! diyerek bir köşeye fırlatıp atıyorum nefretle, yarım akıllı birkaç eski arkadaşım var, yalnızlıktan çok sıkılırsam, artık daha fazla dayanamayacak raddeye gelirsem de biraz onlarla vakit geçiriyorum. Bence bu kadarı normal, aklı başında bir insan için fazlasıyla yeterli... Ödüller hakkında ne mi düşünüyorum? Hiç de olumlu, işitmek isteyeceğiniz türden şeyler değil doğrusu. Hepsinin de canı cehenneme. Bana verilenler de dâhil. Hatta en başta onlar. Bunları kabul ettiğime de son derece pişmanım şimdi, basiretim bağlanmış olmalı. Artık eskisi kadar mütevazı değilim. Kimseyi bana ödül verebilecek yetkinlik ve düzeyde bulmuyorum açıkçası. Kırk fırın ekmek yeseler gene de bulmam, zaten hepsini çöpe attım, bu yüzden son zamanlarda ödül vericiler takımıyla aramız bayağı bir limoni ama bir önemi yok. Zaten hiçbiriyle yakın değildim, ne demeye, hangi saçma saiklerle lütfedip bana ödül verdiler ki hiç anlayamıyorum bunu. Genellikle torpil, kulis faaliyetleri, yayınevlerinin gücü işler bu alanda. Demek ki istisnaları da olabiliyormuş bazen. Neyse kapatalım bu tatsız, sıkıcı konuyu iyisi mi... Kahvemi tazeleyeceğim izninizle, siz de ister misiniz, hayır mı, peki, siz bilirsiniz. Demek tüm kitaplarımı ikişer kez baştan sona dikkatle okudunuz ve çok beğendiniz. Teşekkür ederim. Acaba neden? Bana kalırsa tümüyle zaman kaybı, zevksizlik göstergesi. Diğer kitaplarda olmayıp da benimkilerde olan şey nedir? Onları benzerlerinden farklı kılan yan yani? Demek bunu size benim açıklamamı istiyorsunuz onları yazan kişi sıfatıyla. Doğru ya, burada soruları siz sorarsınız. Tıpkı polisiye bir soruşturmada olduğu gibi. Ben de kim oluyorum ki canım! Ama bu gerçekten haksızlık. Dediğim gibi, yazdıklarım beni hiçbir zaman tatmin etmedi. Kalitelerinden, özgünlüklerinden, yayınlanmaya değer şeyler olduklarından asla emin olamadım. Onları sadece yayınlanan kimi kitaplardan daha az kötü olduklarını düşündüğüm için yayımladım. Yani madem çok korkunç, son derece zayıf metinler bile anlı şanlı yayınevleri tarafından kitap adı altında alay-ı valayla basılabiliyor, benim yazdığım görece daha az berbat şeyler de acaba aynı şamatalı tanıtımlarla, methiyelerle yayınlanır mı, okunur mu? diye fuzuli bir meraka kapıldım günün birinde nedense. Ve evet, birkaç sene bekledim ama sonunda art arda yayınlanmaya başladılar. İnsanlar beğendi, epeyce satıldılar, ödüller peş peşe geldi, başlangıçta mutluluk vericiydi bu durum, kendimi gerçek bir yazar gibi hissediyordum, hatta olayı biraz fazla ciddiye aldım, gece gündüz deliler gibi, çoğu zaman yemek yemeyi bile unutarak, kanlanmış gözlerle, aşırı uyarılmış, sağlıksız, sakat bir zihinle yazdım da yazdım. Size bir şey söyleyeyim mi, onaylanmak çok yanıltıcı, baştan çıkartıcı bir şey, insanı gerçekten havaya sokuyor. Kendinizi bir şey sanmaya başlıyorsunuz sonunda. Tüm bunların yanlışlığını, saçmalığını yıllar önce idrak ettim neyse ki. Zaten dikkat ettiyseniz son beş yıldır hiçbir şey yayımlamadım, tek satır bile, düşünmüyorum da edebiyata geri dönmeyi. Varsın okurlarım başka yazarlarla yetinsinler, çok iyi yazan kimseler hep var olmuştur dünyamızda. Bunların eksikliği hiç çekilmez. Ayrıca kitap okumazsanız da fazla bir şey yitirmiş olmazsınız bence, başka çok sayıda entelektüel faaliyet var hayatta sonuçta, çok gerekliyse onlara yönelin... Peki madem öyle sizinle söyleşi yapmayı neden mi kabul ettim? Bilmiyorum. Kendime bunu yapabileceğimi kanıtlamak için belki de. Zaten biz faniler çoğu işe salt bu nedenle kalkışmaz mıyız? İnsanların bir dağlı, bir orman kaçkını olduğumu düşünmesini de istemem doğrusu, çünkü o türden biri değilim. Olanları kınamak için söylemiyorum ama ben sıcakkanlı biriyimdir. Genellikle bunu saklamaya çalışıyorum insanlardan, akıl kârı bir özellik değil, genellikle sonunda insanın başını belaya sokar. Duygudaşlık, sevecenlik, insanlara acımak ya da ilgi duymak, onlara yerli yersiz açılmak, işlerine burnunuzu sokmak bunlar bence son derece sakıncalı, olabildiğince bastırılması zorunlu eğilimler, kendimi bunlardan günün birinde tamamen arındırmayı başarabilirsem ne mutlu bana. İnsanlar, onlara yakından bakmanızdan hoşlanmaz, kendilerinden tamamen uzaklaşmanız da istenilen bir şey değildir gerçi ama bir tercih yapmak zorunda kalırlarsa tümüyle kendi hallerine bırakılmayı yeğlerler gibi geliyor bana. Evet sonradan bu tercihlerinden dolayı da mutlaka pişman olup acı çekerler, tekrar o kısa süre önce kaçtıkları kalabalığa karışmanın, orada tevazuyla yitip gitmenin yollarını tutkuyla aramaya çabalarlar. Siz de bilirsiniz ya, insan en tutarsız canlıdır bu dünyada. Onlara asla güvenilmez. Ama öte yandan, her zaman için saçma, tutarsız davranışlarının nedenlerini son derece ikna edici bir tarzda izah edebilirler ya da siz ciddiyetle ararsanız, bu haklı, çürütülemez mahiyetteki argümanları kolaylıkla tespit edebilirsiniz. İnsan suçlanamaz, çünkü insandır, doğası hasarlıdır, başkaları tarafından henüz çocukken tümüyle tahrip edilmiştir, zaten doğuştan arızalıdır. Neyse bu ağır konulara fazla da girmeyelim şimdi ayaküstü, psikolog değilim ben sonuçta, bu mevzuyu onlara, yani işin erbaplarına, okumuşlarına bırakalım... Her iyi yazar aynı zamanda özgün bir psikologdur diye düşünüyorsunuz siz demek. Haklı olabilirsiniz bu konuda. Karşı çıkmayacağım. Örnekleri çok fazla çünkü. Yine de şansımızı fazla zorlamayalım bence, bakarsınız sonunda artık daha fazla dayanamayıp bize isyan etmişler, yetki tecavüzü iddiasıyla biz yazarlara karşı bayrak açmışlar... Açsınlar, haklarıdır. Onlar roman yazmaya kalkışıyor mu, çoğu zaman hayır... Neden mi dört kez evlenip boşandım. Bundan size ne yahu şimdi? Kitaplarım ve edebiyat hakkında konuşacağımızı sanıyordum ben. Öyle söylemiştiniz bana telefonda. Oyunbozanlık ediyorsunuz resmen. Ama madem merak edip sordunuz bir kere, söyleyeyim, aman ne ketum adammış bu da demeyin sonra arkamdan, sonuçta şirin, iyi niyetli, kitaplarımı da hiç de hak etmedikleri halde severek, şefkatle, kavramaya çabalayarak okumuş birisiniz. Ben geçimsiz biriyim, doğrusu bu, benimle yaşamak hiç de öyle göründüğü gibi kolay değildir, zaten şimdiye kadar söylediklerimden ya da yazdıklarımdan anlamış olmalısınız. Huysuzum. Takıntılı bir kişiliğim var, tartışmacıyım, keçi gibi inatçıyım, söylenmeyi, ne kadar saçma ya da uydurma olsalar da görüşlerimde sonuna dek ısrar etmeyi severim. Severim demeyelim de eğilimlerim o yönde maalesef diyelim. Karakter meselesi. Her tartışmayı mutlaka kazanmalıyım. Ama tabii bu gerçek hayatta pek de olası değil ve bu yüzden dünyada her gün kim bilir kaç gereksiz kavga yaşanıp, kaç anlamsız küslük gerçekleşiyor, hatta cinayet işleniyor. Şu evde iki gün benimle kalsanız ne yapar eder sizin gibi sempatik, son derece makul biriyle bile muhakkak birkaç kez kavga çıkarırım. Hatta kendimi dizginleyemeyip kafanıza yastık falan fırlatabilirim... Hay Allah, canım soğuk bir bira çekti şimdi birdenbire nedense, müsaadenizle. Son bir tane kaldığı için size teklif edemiyorum maalesef ama dilerseniz paylaşabiliriz. Hayır mı, peki, o halde size bir bardak papatya çayı ikram etmeme izin verin lütfen, içmeseniz de olur, önünüzde dursun. Bana eşlik ediyormuşsunuz gibi görünsün.


Korkut Kabapalamut

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page