Şehir hayatından yavaşça kopan kaldırımlar ve toprakla beton ikileminde yollar, beş katlı binalardan tek katlı gecekondulara doğru kayan yaşamlar armonisi. Evlerin yanlarında plastiklerden, metallerden ve kartonlardan yapılmış geçim yığınları duruyor. Henüz on altısında ya var ya yok, kapı önünde kucağında bebeğiyle dikilen çocuk kadınlar, hemen ilerde tepelerinde harman olmuş dumanla bekleyen koca adamlar. Sokağın dört bir köşesinden uğultular yükseliyor. Yabancılara doğru bakan karanlık ve boş gözlerle Allah’ın unuttuğu bir yer burası!
“Alev! Aleeev! Alev kız! Neredesin!”
“Geldim abla, geldim. Patladın yeminle!”
“Ne oldu geçen sana gelen paket? Kimdenmiş kız! Valla kocan öğrenirse gebertir seni! Zaten aranız gıcırtılı.”
“Kocam siksin seni abla. Sana ne!”
“Siksin siksin, senin gibi tenekeyi sikecegine gelip benim götümü siksin de görsün ne mallar var etrafta!”
Havada uçuşan saksılar, saç saça baş başa girilen kavgalar. Bebeklerin tahtadan beşiğinde ağlama sesleri, çocukların ağızlarına doğru akan sümükleri, bedenlerinin parçası olmuş kirler. Erkeklerin güzel kafalarıyla kadınların kavgalarını izlemesi ve sokağın dinginliğini sağlayan yaşlıların olaylara müdahale etmesiyle bitiyor her türlü kapışma. Başka bir köşede çalınan müzik eşliğinde utanma duygusundan uzak, yarı çıplak göbekler atılıyor. Ay ışığının kendini göstermesiyle, bayır aşağısında içi envai malzemeyle el arabaları ve onları çeken düşünceli suratlar beliriyor. Kiminde aşk acısı kiminde elektrikli araba sevdası kiminde geçim sıkıntısı. Dertler ocağında bacalar topluluğu tütüyor.
“Kerem! Toplamışsın yine her bişeycikleri! Yazık valla! Sen geber yorgunluktan, senin gacıya millet paketlerle hediye göndersin!”
Kısa boyu geniş omuzlarıyla demir el arabasını iki göz odalı evinin yanına çekiyor Kerem. Yaralamadan girdiği mahpusta dökülen saçlarından geriye kalanları düzeltiyor elleriyle. Sokak lambasının ışığında yüzündeki faça izi beliriyor. Kaşları çatılıyor, dudağını ısırıyor. Sert bir bakış fırlatıyor Mikser Selvi’ye. Bir anda suratına kapanıyor Selvi’nin penceresi. Evinin oluk hizasından kapıya doğru yürüyor, kırılmış saksı parçalarını ayağıyla savuruyor. Yumruk yapıyor nasır tutmuş ellerini. Burnundan solumaya başlıyor. Göğüs kafesi hızlıca yükseliyor ve alçalıyor. Kapının önüne varıyor. Geçenlerde, çöp tenekelerinin yanında bulduğu çelik kapıyı tek başına eve getirdiğini, güneş altında o bayırı çıktığını, belini incittiğini ve bütün bunların hepsini karısı için yaptığını hatırlıyor. Kapıyı çalıyor. Eşinin ayak seslerini duyuyor. Kahverengi saçlar, minyon vücut, kavruk ten, dolgun göğüsler, masmavi gözler. Derin bir nefes alıyor.
“Şükür! Hoş geldin azgın boğam! Na…”
Alev’in suratındaki tebessüm bir anda yok oluyor. Kerem’in siniri hemen hissediliyor. Suratı kireç tutuyor. Kerem’i çok iyi tanır Alev. Sessizleşiyor. Mutfağa gidip kocasının sevdiği yemekleri servis ediyor. Mercimek ve hemen ardından gelen kadınbudu köftenin kokusu odaları dolaşmaya başlıyor, suyun sesi kesiliyor. Gergin adımlarla oturma odasına gelip, sırtını sobaya vererek sofraya oturuyor Kerem. Mahpushanenin neminden miras sırt ağrısı mahvetmiş onu. Isındıkça gevşemeye başlıyor. Mercimek çorbasına taze ekmekleri doğruyor. Mikser Selvi’nin sözleri geliyor aklına. Ekmekleri sertçe çiğnemeye başlıyor, kadınbudu köfteleri hızla gömüyor. Bezle tuttuğu çaydanlıkla odanın kapısında beliriyor Alev. Dar elbisesinin altından bütün vücut kıvrımları görünüyor. Hafifçe eğilerek sobanın üstüne koyuyor çaydanlığı. Kırmızı sütyeni fark ediyor Kerem. Alev’in çarşaf testini geçemediğini hatırlıyor. Herkese rağmen evlendi onunla. O kadın gibi gözü dışarda değil. Yapmaz, diyor sinirine. Kafası bulanıyor. Şakağındaki damar beliriyor. Alev, kucağında yastık, ayakları çekyatın üstünde vücudunun altına toplamış, köşeye sinmiş, Kerem’i izliyor. Paketten bahsetse mi? Zamanı mı? Karar veremiyor. Sessizlik korkusunu arttırıyor.
“Çay!” diyebiliyor Alev. Kerem onu tek bir kelime söylemeden kafasıyla onaylıyor, ayağa kalkıp çıkıyor odadan. Sobadan çayı alıp, hazır olan cam bardağa koyarken gözleriyle demi ayarlıyor Alev. Kulağı Kerem’de. Eşyaların yer değiştirdiğini duyabiliyor. Baza açılıyor önce sonra gardolabın kapıları açılıp kapanıyor. Şifonyerin çekmeceleri kurcalanıyor. Çaydanlığı sobanın üstüne aceleyle bırakırken dökülen sıcak suyla elini yakıyor. Dış kapıya doğru koşuyor. Kerem’in, eski eşini herkesin içinde nasıl bıçakladığı ve etraftakiler yetişmese kadının orada öleceği daha dün gibi aklında. Çelik kapının sapına dokunmasıyla saçlarından çekilmesi bir oluyor. Saçındaki kuvvetle adımları geri geri gidiyor. Can havliyle arkasına doğru savurduğu yumruklar kayadan toz kaldırmıyor. Oturma odasındaki İzmir dokuması halının üzerine atılıyor. Annesinin çeyiz hediyesi o halı. “Bir daha düşün!” demişti annesi. “Ne düşüneceğim daha, seviyorum o boğayı!” diye karşılık vermişti. Minik bedeni titriyor. Yaşama arzusuyla yardım çığlıkları atıyor. Mahalleli de çok seviyor yaşamayı ve hepsi Kerem’i çok iyi tanıyor.
“Bu kolye ne Alev! Sen de mi o orospu gibi başkalarına siktiriyorsun kendini! Konuşsana orospu!”
Bedeninin titremesi sesine de yayılıyor Alev’in. Hayır derkenki titremesi, Kerem’in diğer elindeki bıçağı görmesiyle feryada dönüşüyor. Karnına ve suratına tekmeler yağıyor, sırtındaki acıları sayamıyor bile. Korkusu yerini uyku haline bırakıyor. Uzun kirpikli göz kapakları kırmızıya dönmüş gözlerini örtüyor. Başı, yerdeki sıcaklığa kendini teslim ediyor.
Bacakları arasında kıpırdamadan yatan karısına bakıyor Kerem. Burnundan soluması geçmiyor. Kapı tekmeleniyor, çekyatın üstündeki telefon titriyor, öfkesi yeniden ve yeniden harlanıyor. Çalan Alev’in telefonu. Telefona doğru hamle yaparken ayağıyla hareketsiz kadının bedenine vuruyor. Bilinmeyen numaraya anlam yüklüyor. Mikser Selvi’nin kafasına yerleştirdiği o adamı bulup gerekeni yapmalı. Telefonu sinirle açıyor.
“Şerefsiz, piç kurusu! Neredesin lan sen? İtin soyu! Söy…”
Telefonun hemen ardından şaşkın cılız bir kadın sesi giriyor söze.
“Alev’i aradım! Ben İzmir Tepecik’ten arkadaşıyım. Bizim Ayşe bacıdan aldım numarasını.”
“Bu saati mi buldun arayacak?”
“Daha erken arayacaktım ama bizim zarbolar yakaladı beni, kaftilikten içerdeydim. Arayamadım işte!”
“Eee… “
“Eee mi? Evlenmiş, sen eniştesin di mi? Kargo ile hediye yollamıştım Alev’ime. Evlilik şeysine! Ver azıcık da konuşayım be!”
“…”
“Alo! Alo! Orada mısın enişte? Alo!”
Kerem’in vücudu kaskatı kesiliyor. Telefon kulağında, bıçak diğer elinde, Alev’in bedeni ayaklarının dibinde. Düşünce dehlizinde, eski eş, yaralama, mahpushane, yeni bir hayat, temiz bir sayfa, yeni eş, sevgi, sadakat, kıskançlık, sinir, ölüm, mahpus’ var.
Kafasındaki her şey sıfırlanıyor.
Kubilay Özer
Comments