Öykü- M. Bülent Bingöl- Kayyım Birader
- İshakEdebiyat
- 21 Nis
- 7 dakikada okunur
“Yakışıklı değilsin, zengin değilsin, evin yok, üniversiteyi bitirdin ama asgari ücrete talim ediyorsun. Yaşın kırka dayandı. Bu kızla evlenmeyip ne halt edeceksin,” dedi annem. Daha otuz altıyım demek için onlar basamağı dudaklarımı büzmeden, sayıyı ağzıma tıktı annem. “Sus”.
“Yapmayın kıza kıymayın, ben kendimi geçindiremiyorum. Evliliğe karşıyım,” dedim. Annem her ne kadar babamdan korksa da mantıklı kadındı. İki seçenek sundu. Ya bu kızla evlenecektim ya da kendi başıma yaşayacaktım. Aldığım maaşın en az dörtte üçü kiraya gideceğinden yalnız yaşamam imkansızdı Edo döneminde. Bakışlarımın mutfak penceresine doğru donduğunu gören annem, “Üzülme oğlum Silivri’ye gitmiyorsun, alt tarafı evleneceksin. Her insanın bir gün tattığı gibi.”
“Kız kim?”
“Babanın kahveden arkadaşı Mahmut amcanın kızı. Tanırsın. Komşumuz sayılır. İki sokak aşağıda oturuyorlar. Kızın sende gönlü varmış.”
“Yapma anne,” dedim, “İyi tezgâh kuruyorsunuz.”
Yemin billah etti. Aynı binada çalışıyormuşuz. Gözlerimi yine pencerede dondurdum, çalıştığım binadaki tek kafeteryaya gelen kızları aklımdan geçirdim. Çıkaramadım. Zaten kimseyle pek ilgilendiğim yoktu. Belki yanımdan geçmiştir, fark etmemişimdir. Son iki bilemedin üç yıldır kadınlardan uzak yaşıyordum.
“Ya anne, hiç acımıyorsunuz, iki baldırı çıplak nasıl geçineceğiz?”
“Oğlum, boşa konuştuğumu mu sanıyorsun, hayat şartlarından haberimiz yok mu? Kız müdürmüş. Evi, arabası, Şile’de arsası varmış.”
“İyi de evi, arsası, arabası olan biri beni ne yapacak, dedin ya çulsuzun biriyim.”
“Gönül bu ferman dinlemez. Ota da konar, şilteye de konar.”
“Yapma anne, bu işte bir bit yeniği var. Burnuma pis kokular geliyor.”
Annem kalktı mutfak penceresini açtı. Babamdan sakladığı çıkınını çıkardı. İçinde sigara, çakmak ve kül tablası vardı. Şeffaf poşetinden çıkardığı kaçak, sarma sigarasından ikram etti. Karşılıklı yaktık. Ocaktan hiç inmeyen çaydanlığımızdan iki bardak çay doldurdu. Öyle çok dizi seyrediyordu ki, beni hangisindekine benzer bir kumpasın içine sokacak diye beklemeye başladım. Çayından bir yudum aldı. Güzelce dudaklarını yaladı.
“Hiçbir şey dört dörtlük olmaz. Kızın başından talihsiz bir evlilik geçmiş. Kötü bir adama denk gelmiş. Kızcağıza etmediğini bırakmamış. Serseri manyağın biriymiş. İçki, kumar, dövme, sövme her şey varmış pezevenkte. Apar topar iki ayda kızı kurtarmışlar. Boşanmış yani.”
“Hamile mi?”
“Yok daha neler.”
“Hani diyorum kelepir ve muhayyer bir damat bulmuşken çocuk da olsa iyi olurdu.”
Çayımı yudumladım. Tanesi dört liraya çıkan kendi sigaramdan yaktım. Güldüm. Anne dedim, bu senaryoyu yazsa yazsa İhsan Yüce yazardı…O kim mi?
“Gül Gibi Zabıta Dururken Kızını Çöpçüye Veren Adam”
Yeni okuduğum kitabın adını söylemem konuşmamıza herhangi şey kazandırmadı. Sinemaya ve kitaplara olan sevgime karşı her zaman tarafsız kalmışlardı annem ve babam. Gerekli olup olmadığını takdir edemedikleri bir gurur da yok değildi kalplerinde. Mamafih okuyup adam olamamış memleketin gençlerinden sadece biriydim anne ve babamın nazarında.
“Ne o daldın gittin yine. Bak oğlum…”
“Tamam anne kızla görüşeceğim.”
Öyle yalnız görüşemezmişim. Yanımızda kayyım birader de olacakmış. Mahmut amca kızının yaşadığı mağduriyet nedeniyle tek çocuk olan müstakbel eşimin yanına dolayısıyla bu evliliğe kayyım birader atamış. Kızın amcasının oğluymuş.
İlk buluşmamız kayyım birader nezaretinde Wüju kafede gerçekleşti. Wüju kafenin sahibi arkadaşımdı. Erkan. Namı değer Eko. Ondan rica etmiştim, ilk beş dakikadan sonra kayyım biraderin masa dışına çıkmasını sağlayacaktı.
“Ne yapayım kardeşim, durduk yere adamı nasıl masadan kaldırayım?”
“O da senin maharetin Eko,” dedim, “başka zaman mangalda kül bırakmazsın, çenen durmaz hadi bakalım.” Ne yapacağını ben de kestiremiyordum ama bir yolunu bulacağına emindim.
Çaylar geldi. Karıştırıldı. İlk yudumlar içildi. Nazan sigara içmiyordu. Kayyım biraderin içmediği bok yoktu. Sigara ikram ettim. Keyifle bir fırt çekti. Eko hızlı adımlarla yanımızda bitti. Kayyım biradere bakarak, “Size telefon var beyefendi,” dedi.
“Bana mı?”
“Fehmi siz değil misiniz?”
“İyi de telefon nerede?”
“Sabit telefon, kasanın yanında buyurun sizi içeri alalım.”
Nazan’la baş başa kalır kalmaz telefon numaralarımızı paylaştık. İş yerinde, kafeteryada buluşmaya karar verdik. Yarın öğle arası. Aynı binada çalışmamızın stratejik önemi ailelerimiz tarafından pek kavranamamıştı. Ya da ahlaki açıdan görmezden gelinebilecek derecedeydi.
Fehmi masaya döndü.
“Bu ne yapışkanlık valla kulaklarıma inanamadım,” dedi Fehmi gergin bir gülüşle. Biz üzerimize alındık ama masanın bir ucunda ben diğerinde Nazan vardı ve Fehmi’nin gözlerine inanması gerekirdi. Fehmi gülerek devam etti. “Taahhüdümün günü yaklaşmış, adamlar beni burada buldular. Baz istasyonundan yerimi tespit etmişler. Cepten engelledim ya. Ne tacizci bir telefon şirretiymiş! Hemen yenileyelim indirimden yararlanın demezler mi? Ulan dedim daha üç ay var. Siz bakmayın bana devam edin muhabbetinize.”
Biz Nazan’la onun yanında ne konuşabiliriz diye kara kara düşünürken, sağ olsun kayyım birader bize hiç fırsat vermedi. Bana doğru konuşmaya başladı, “Enişte, evlilik kutsal bir oluşumdur. Ol diyene boyun eğeceksin. Kaderde ne yazılıysa o. Demek ki mukadderat bunu istiyor sizin de uymanız lazım. Ha tanışın tabii. Konuşun ama sonuçta ne yazılmışsa o. Kardeşimin yaşadığı mağduriyeti bir kez daha yaşamaması için buradayım. Bak biz kardeşten öteyiz. Onun kılına zarar gelmesine müsaade etmem. Bütün vecibeleri harfiyen yerine getirirsen Allah’ın izniyle bu iş olur.”
“Fehmi Bey ben pek dindar…”
Nazan kaş göz ederek o konuya girmememi işaret edince sustum. Kayyım birader Fehmi kös kös oturduğumuzu fark edince adet üzre yan masaya geçti ama gözü kulağı bizdeydi. Nazan’la, özel konulara girmeden genel başlıklar üzerinden gittik, kayyım biraderi ürkütmeden. Zamanımız dolunca kayyım birader bizi uyardı.
“En kısa zamanda bir sonuca varalım gençler,” dedi ve ayrıldık.
Ertesi gün öğlen arası Nazan’la kafeteryada buluştuk. O da ne, kayyım birader bizi ayakta karşıladı. Bozuntuya vermeden idare ettik. Bizden ayrı oturmak isteyen kayyım biradere seslendim. “Birader olur mu öyle şey, sen yabancı mısın?” Hiç itiraz etmeden yanımıza oturdu. Nazan şaşkın yüz ifadesiyle baktı. Başımla her şey yolunda işareti yaptım. Yine havadan sudan, sade suya tirit konuşmalarla öğle arasını tamamladık. Kafeterya buluşmaları yalan oldu. Akşam attığım bir mesajla Dostaki kafede görüşmeye başladık. Öğle aralarını pas geçip işten aldığımız değişik saatlerdeki izinlerle buluşma olanağı bulduk.
Birbirimizi beğenmiştik, sanırım. Sıra eteklerimizdeki taşları dökmeye gelmişti. O başladı.
“Her ne kadar okusak, iş güç sahibi de olsak bizim ailenin gözünde bir kız çocuğuydum. Teknoloji ilerlemiş, yapay zekâ istediği suratla karşımıza çıkar olmuştu ama gelenek görenek değişmiyordu. Bizimkilerin muhafazakâr bakışı hiç değişmedi. İşe başlar başlamaz baskılar arttı. Evlenmem için. Önce ilk evliliğimin hikayesini anlatayım. Aile çevresinden bir sürü aday buldular fakat ben yakın çevremden birini istemiyordum. Kafama göre birini buldum, o da serseri çıktı. Yanlış bir seçim yapmıştım. Bu ikinci şansım, o şansı da bana bırakmadılar çünkü bulduğum berduş çıkmıştı. Artık koz onların elindeydi. Ve seni buldular. İkinci kez döndüğüm baba ocağı eskisinden beter bir cendere oldu. Kendi evimde yaşamak istiyorum ama bu evlenmeden mümkün değil.”
“Bende gönlün varmış annem dedi,” dedim.
“Senin de beni beğendiğini söylediler,” dedi. Ben devam ettim.
“Mühendis olunca her şey toz pembe gidecek sandılar. Bir arkadaşımla eve çıktım. Pandemi patladı. Sonrası hayat iyice zorlaştı ama onlarsız yaşamaya alışmıştım. Tutturdular eve dön diye. Ev arkadaşım başka şehre taşınınca zor durumda kaldım. İşten çıkarıldım. Yanlarına dönmek zorunda kaldım. Bu işe girdim. Bu sefer de evlenip evden ayrılayım diye gözümün içine bakmaya başladılar. Ve seni buldular. Evliliğin mutluluk getireceğine inanmıyorum. Ama senden hoşlandım. Eğer sen de hoşlandıysan deneyelim diyorum. Şunu da söylemezsem kendimi iyi hissetmeyeceğim. Belki beni özendirmek için söylediler ama söylediler işte, evin, araban, arsan varmış. Sana çok bile demeye getirdiler. Sonuçta sen biliyorsundur benim ekonomik durumumu. Sakın yanlış anlama sahip olduklarının benim gözümde hiçbir değeri yok. Yok çok kaba oldu. Mal mülkten önce birbirimizi sevmemiz lazım diye düşünüyorum. Arzu olmazsa aşk olmaz, aşk olmazsa birliktelik olmaz…evlilik olmaz. Doğruyu söyle hoşlandın mı benden? Lütfen mahalle baskısından kurtulmak için beni atlama taşı yapma, hayatında başka bir yola zıplamak için beni basamak olarak kullanma. Yeterince açık olabildim mi?”
“Bu kadar uzun cümlelere gerek yoktu. Seni anladım. İtiraf edeyim, hoşlandım senden. Ayrıca şunu da söyleyeyim, iğneden ipliğe, imkanlarım ölçüsünde seni araştırdım. Din ile hiç alakanın olmayışı dışında bir şey yok. Benim için hiç önemli değil, bizimkilere karşı biraz dikkatli davranırsın olur biter. Ara sıra takunya giyip takiye yaparsın.”
“Yok daha neler!”
“Şaka bir yana, dur bakalım çok da acele etmeyelim, bize verilen süre içinde birbirimizi tanıdıkça bir karar veririz.”
Nazan’la Dostaki kafe buluşmaları sonucu evlenmeye karar verdik. Onu istedik. Verdiler. Düğün dernek derken çok kısa bir zaman zarfında evlendik. Nazan’ın bir artı bir evine yerleştik. Ve kâbus başladı.
Bal ayını, bizde üç gün sürdü, kayyım biraderin arkadaşının otelinde geçirdik, zatı alileri yanımızdaki odada kalmayı uygun buldular. İmam hatip mezunu kayyım birader okulu biter bitmez üniversiteyi es geçmiş, rızkın onda dokuzunu ticarette aramış. Tanrı işini gücünü rast eylesin. Bekar olan kayyım birader dükkânını, ne dükkânı olduğunu bilmiyorduk, kapar kapamaz soluğu bizde alıyordu.
Her akşam yemeğini birlikte yiyorduk. Onun sevdiği dizileri seyrediyor, çayları beraber içiyorduk. Bekar olmasına rağmen evliliğin hikmetlerini anlatmaktan dudakları kuruyordu. Güzel söylüyordu ama biz sayesinde göt kadar evde evliliğin tadını çıkaramıyorduk. Meğer kayın peder bir ay onları yalnız bırakma demiş. Nazan rica ettiği için onun hatırına ses çıkarmadım. Ay biter bitmez yine bizde kalmaya kalkarsa onu döverek dışarı atacağımı açıkça söyledim Nazan’a.
Bir ayın sonunda Nazan’la baş başa kalabildik. Fazla konuşmaya gerek yok biz birbirimiz için yaratılmıştık. Korktuğum evlilik kurumu hayatımı yeniden keşfetmemi ve mutluluğu yeniden yakalamamı sağlamıştı. Akşamın olmasını dört gözle bekliyorduk. Evimizde yaşadığımız anların tadına doyamıyorduk. Kendi açımızdan hayal ettiğimiz, özlediğimiz insanı bulmuştuk. Bir aşkın başlaması için önce bedenlerin birbirini arzulaması ve birbirlerine uyumlu olması lazım gelir. Sonra bu yalnız ve çıplak ilişki ruhların kaynaşmasını sağlamalıdır. Aşk üzerine gevezelik yapacak kadar mutluydum. Nazan da mutluydu, hissediyordum. Bir ay da böyle geçmişti.
Kayyım biraderin bizim evle ilişiğini kesmesinden üç ay geçmişti ki o ayın ortasında bankalardan çektiğimiz iddia edilen kredilerin bildirimleri geldi. Şaşırıp kaldık. Kredi çekmemiştik. Nazan’la her ay birlikte hesap kitap yapıp geçinmeye çalışıyorduk. Aynı hafta içinde üç değişik bankadan yüklü miktarda kredi çekilmişti. Altıymış. Üç benim adıma üç Nazan’ın adına. Bankalara başvurduk. Bankalar telefon üzerinden çektiğimiz kredilerin tamamen yasal bir şekilde gerçekleştirildiğini açıkladılar. Bizim kredi kartı limitimizi artırmayan bankalar kayyım biraderin marifetiyle bize bir sürü kredi vermişti.
Nazan’la göz göze geldik. Kayyım biraderle geçirdiğimiz o ilk ay aklımıza geldi. Adamla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Birebir markajla yaşıyorduk. Telefonlarımızdaki şifreleri, T.C. numaralarımızı, annelerimizin kızlık soyadlarının bütün harflerini öğrenmiş olması, itiraf etmeliyim ki bazı sahneler aklıma gelince, işten bile değildi. Hayatın doğal akışına uyuyordu. Doğru bir deyişle kayyım birader hayatımıza uyarken bizi de oymuştu.
Şimdi zihnimize dank eden sahnelerde net bir şekilde görülüyordu ki, bazı şeyleri öğrenmek için kayyım birader özel çaba harcamıştı. Biz de ne olacak canım yabancı mı diyerek hiçbir şeyden sakınmamıştık. “Şey,” diyerek dillendirdiklerimiz önemli harfler, sayılar, ocağımıza incir ağacı dikecek sembollerdi.
Uzatmak istemiyorum. Biz borçları ödemek için Nazan’ın evini, arsasını, arabasını kaybettik. İkimizin maaşına haciz kondu. Nazan’ın babası, “Benim böyle bir kızım yok,” dedi. Bizimkiler telefonlarımıza çıkmıyorlardı. Bizi engellediler.
Kayyım biraderi aramaya başladım. Sordum soruşturdum. Bu şerefsiz ne imam hatibi bitirmiş ne dükkân açmış, bildiğiniz dolandırıcının tekiymiş. Hakkında devam eden bir sürü dava varmış. Kaçma şüphesi olmadığı için tutuksuz yargılanıyormuş. Adliye sisteminin bütün birimlerinin ne mal olduğunu bildikleri bu adamı sadece kendi ailesi melek sanıyormuş. Yüzümüze karşı “Vallahi bilmiyorduk!” deyip sıvışıveriyorlardı.
İki sene içinde toparlandık. Borçları yapılandırıp bir bankayla anlaştık. Giden gitmişti tabii. Kayyım biraderi de bulamadım. Bulsam ne yapacaktım, hiçbir şey. Neyse ki Nazan’la mutluluğumuza gölge düşürmeden bu zorluğu aşmıştık. Bu arada bir kızımız olmuştu. Bir akşam kızımızın doğum gününü kutlarken televizyonda kayyım biraderi gördük. Donup kaldık.
“Türk girişimci Çin’de Yeşil Başlı Gövel ördek yetiştirmeye başladı…”
M. Bülent Bingöl
Comentarios