Dağın yamacına kurulmuş köyün karşısındaki iki tepenin yamacı kat kat beyazdı, etrafı ise yeşil çalılıklar ve bodur ağaçlarla inatla sarılmıştı.
Yaşlı adam ve yanındaki genç kız, köy evinin bahçesindeki elma ağacının gölgesinde tahta taburede oturmuşlardı. Hava sıcaktı ve akşam gelecek misafirler için daha çok vakit vardı. Yanlarındaki ıhlamur ağacının altındaki semaverdeki çaydanlık fokurdamaya başlamıştı. Genç kız semaverin yanına gitti, gözünü kapattı, ıhlamur ağacının sarı, beyaz çiçeklerinden gelen kokusunu içine çekti. Semaverin alt kapağını açtı, odun ateşi köze dönmüştü. Deliğinden buhar çıkan çaydanlığın kapağını açtı, çay hazırdı. Yaşlı adama seslendi.
“Dede, çay hazır, doldurayım mı?”
Genç kız dedesinin ağaçtan yaptığı dört ayaklı, basit sehpanın üzerindeki ince belli, iki cam bardağa çayları doldurdu. Ağaç tepside buharı üstündeki iki çayı dedesine getirdi. Kendisi de heme yanındaki tabureye ilişti, tepsiyi toprağa bıraktı. Şekersiz çayından bir yudum aldı, uzaktaki iki tepeye baktı.
“Isırılmış elma gibiler.” dedi.
Yaşlı adam çayındaki şekeri karıştırdı. Torununa döndü.
“Tepe işte. Allahın toprağı.”
“Senin görmeni beklerdim.”
Yaşlı adam dikkatlice tekrar baktı. Katarakt ameliyatından sonra gözleri net görmeye başlamıştı, seksene yol alan bedenine inat.
“Yani, işte, tepenin ortasında beyaz kum var.”
Genç kız çayından bir yudum daha aldı, bardağı tepsiye bıraktı. Tabureden kalktı, bahçenin ortasına geldi. Dağılan uzun, siyah saçlarını arkadan topladı, lastik geçirdi. Bir iki saniye güneşi hissetti sonra kahverengi gözlerini açtı. Eliyle bahçenin kenarında dikili olan ceviz ağacındaki sincabı gösterdi.
“Ceviz ağacındaki sincap olmak isterdim, dede. Ne güzel oradan oraya, daldan dala dolaşırlar.”
“Ağaçta ceviz koymadı keratalar.”
Yaşlı adam yarısını bitirdiği çayı tepsiye bıraktı, ağaçtan bir iki elma aldı, ağacın dibine düşmüş elmaları topladı, hepsini maşrapadaki suyla yıkadı. Elmaların kenarları kahverengi olan kısımlarını cebindeki çakıyla kesti. Torununa seslendi:
“Gel buraya hele, elma yiyelim.”
Genç kız dedesinin yanına yaklaştı.
“Herkes neden daldaki elmayı yemek ister dede?”
“Bak hele, ben yerdeki elmaları da yerim.”
“Sen herkes değilsin.”
Yaşlı adam cevap vermeden elmaların çürüyen kısmını cebinden çıkardığı çakıyla kesti. Sağlamları sepete koydu. Genç kız elmalara sadece baktı.
“Sağlam elma olmak isterdim.”
“Deme yine öyle.”
“Öyle olsa bugün gelecek yerine başkası gelirdi.”
“Açma yine o konuyu. Sen benim nadide elmamsın… İşte ne yaparsın, laf söz olmayaydı.”
“Laf söz… Babam olsaydı böyle olmazdı.”
Genç kız başını öne eğdi. Yüreğinden gelen esinti göz pınarlarında iki damla oldu, dudağına doğru süzüldü.
“Anma o gavatı.”
“Annem… Annem ölmeseydi… Babam o yabancı kadınla kaçmazdı belki.”
“Anma dedim o densizi.”
Yaşlı adam elindeki sopayla toprağı sağlı sollu sertçe kazıdı. Üç yaşındaki çocuğunu öylece terk eden ve on beş senedir aramayan babaya ne denirdi ki? Ses tonu yükseldi.
“Densizin dik âlası o.”
“Nenem yaşasaydı da bugün böyle olmazdı belki.”
Yaşlı adam elindeki elmadan bir ısırık aldı, başını öne eğdi. Gözü toprakta, ses tonu düşük konuştu.
“Konuşmuştuk melek kızım. Sen de ‘Dede sen nasıl münasip görürsen,” demiştin.
Genç kız dedesinin kahverengi benekli elinin kavradığı elma ısırığına ve soyulmuş tepelere baktı.
“Isırılmış elmaya benziyor bu iki tepe.”
Yaşlı adam da aynı yöne sessizce baktı.
“Güzel kızım elma soydum sana.”
Genç kız ağacın altına geldi, taburesine oturdu.
“Aslında ısırılmış elmaya benzemiyorlar. Kazılan tepelerin beyazı bana öyle göründü.”
“Çayını bitirmedin güzel kızım. Elma yer misin?”
Genç kız tepsideki kesilmiş, soyulmuş elmalara ve sepetteki kesilmemiş elmalara baktı. Sepetten çürüğü olmayan bir elmayı eline aldı.
“Dede, küçükken bana masallar anlatırdın. Her masalın sonunda da gökten üç elma indirirdin. Bana düşen elma ödülünü çok severdim, bilir misin? Masalda mutluluğu hak edenlere verilir bu elmalar, derdin hep. Masaldaki kahramana, masalı anlatan sana ve dinleyen bana da düşerdi bu elmalar. Sence ben, kendi masalımda elmayı hak ediyor muyum?”
“Tabii ki hak ediyorsun kızım… Bak, sen istemiyorsan, münasip dille ben akşam onları gönderirim.”
“Öyle mi diyorsun?”
Ilık bir rüzgâr elma ağacının yapraklarını salladı.
“Ben hep senin yanındayım. Senin fikrin ne olursa olsun.”
“Mutlu olacağımı mı düşünüyorsun?”
Yaşlı adam hafifçe ayağa kalktı, sol eliyle ağacın sert yüzeyine dayandı.
“Olacaksın, buna inanıyorum. Görmüş geçirmiş birisi. Bir anası var. Çocukları boşandığı karısının yanındaymış.”
“Uçan kuşlar, ağaçlarda gezen sincaplar kadar özgür olmak isterdim. Ben de istediğim dala konmak, istediğim cevizi yemek isterdim.”
“Korkma kızım, sen de mesut olursun.”
“Babam yaşında.”
“…”
“Bir şey demeyecek misin dede?
“Kızım… Meleğim… Ben de nenenden çok büyüktüm. Bak ben yetmişlerin ortasını geçtim. Şükür iyiyim. Lakin hak vaki olmadan mürüvvetini görmeyi isterim. Sağda solda gıybet ederler. İffetinden zerre endişem yoktur. Emme…”
“Biliyorsun. Son olayda bana saldıran adamın kafasını taşla yardım. Bana musallat olamadı. İftira attı. Sen ne dersin dede?”
“Biliyorum kızım, bilmem mi? Lakin burası küçük yer. Laf küçük, etkisi büyük olur. Bazen şu kuru kulağımdaki aleti çıkarırım, lafları işitmeyeyim deyi.”
Yaşlı adam ağacın altındaki tabureye tekrar oturdu. Gözünden düşen birkaç damla, beyaz sakalına karıştı.
Genç kız elindeki elmadan bir ısırık almadan tepsiye bıraktı, bardaktan kalan çayı da toprağa döktü, bardağı tepsiye koydu. Bahçenin ortasına yürüdü.
“Akşamki adamla olmazsa evde mi kaldım yani? Bak o adam da önceki mendebur da bana ellemek istedi. Amma derslerini verdim. Hâlâ neden ben ceremesini çekiyorum?”
Genç kızın göz kapaklarındaki set taştı, sele dönüştü. İki elinin tersiyle yanaklarını sildi. Sessizliğin sesi bahçeye düştü. Bir dakika öylece güneşin altında bekledi. Güneş yavaş yavaş bulutun arkasına gizlendi. Sesi titreyerek yüksek sesle boşluğa konuştu.
“Ben eksik miyim? Neden başka kızlar gibi olamıyorum?”
“Tövbe kızım, o ne demek? Gel hele buraya.”
Genç kız ağacın altına geldi, tabureye tekrar oturdu.
“Güzel kızım sen istemiyorsan bu iş olmaz.”
“Öyle mi diyorsun?”
“Öyle diyorum. Gerekirse şehre gideriz, göçeriz buralardan.”
“Senin için zor olmaz mı?”
“Elim ayağım tutuyor. Evelallah hâlâ araba da sürebiliyorum. Amma senin yüreğin sızlarsa benim dizlerimin bağı çözülür.”
Dedeyle torun karşı tepedeki terk edilmiş taş ocaklarına beraber baktılar.
“Melek kızım, ben seni, senin istemediğin biriyle baş göz eder miyim? Sen mesut bir yuva kurana değin seni terk etmem, bunu bilesin. Akşam da gelenleri gönderirim.”
Güneş gizlendiği bulutun ardından çıktı. Yaprakların arasından gelen ışıltı yüzlerine vurdu. Daldaki bir sarı elma genç kızın önüne düştü. Genç kızın gözleri parladı.
“Bak dede bu iki tepe, beyaz gelinliğe benzemiyor mu?”
“Hey! Aa! Öyle. Hem bak ben sana diyeceğim, dün gece rüyamda senin elinde sincap gördüm.”
M. Fatih Boz
Comments