top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Mehmet Aycan- Babamın Mektubu

Dün babamı gömdük. Ansızın gelen tüm ölümler gibi hepimiz üzgün olmaktan daha çok şaşkındık. Annem, kardeşim, dedem ve ben... Hiçbirimiz ne yapacağımızı bilmiyorduk. Annem ağlayarak taziyeye gelenleri karşılıyordu. Kardeşim annemin üzüntüsünü yüklenmiş, sürekli onu teselli ediyordu. Dedem, oğluyla yaşadığı bütün kavgalarda ettiği bedduaların pişmanlığıyla hiç durmadan dua ediyordu. Bense öylece duruyordum. Aslında içimden koşmak geliyordu, sadece koşmak istiyordum. Eğer yeterince koşarsam, babamla tüm olmamışlıkları geride bırakırmışım gibi geliyordu. Ama koşmadım, babamın ölümünün hemen ardından üzerime yüklenen "evin erkeği" görevi buna engel oluyordu. Oysa ben sadece çocuk olmak istiyordum. Babamın çocuğu.

Takip eden birkaç günden sonra bu yeni yaşam kendi kendine yoluna girmeye başladı. Annemin ağlamaları azalmış, evin yemeği, temizliği ile ilgilenmeye başlamıştı. Dedemin duaları sadece kıldığı namazlardan sonra duyulur oldu. Kardeşim üniversitesinin bulunduğu şehre geri dönmek için yola çıktı. Bense öylece durmaya devam ediyordum. Babamdan önce ne yapıyordum, hatırlamıyordum. Babamdan önce, babamdan sonra. Biliyordum, yapılacak son cesurca şey, kabullenmekti.

Geçen iki hafta. Kimse mutlu değildi elbette ama herkes, hiçbir şey olmamış gibi yaşıyordu. Onların da benim kadar üzgün olduğunu biliyordum ama başka türlü yaşanmalıydı sanki. Annem yemeğin altını yakmalıydı mesela. Dedem bazı namazları kılmasaydı. Kardeşim dayanamayıp geri dönseydi. Onlar bunu nasıl başarıyordu? O zamanlar farkında olmadığım şey, henüz ağlamamış olmamdı. Bir ağlasam, bir ağlayabilsem...

Sonra annem beni fark etti. Annelerin kendilerine has tecrübeleriyle bir şeyleri yoluna koyma yetenekleri vardır. Bir akşam yemeğinden sonra, "Babanın çok kıyafeti var, giyilir olanların ayrılıp dağıtılması lazım, sen yapar mısın?" dedi. Yapardım elbet, yapardım ya. Belki kıyafetlerine sarılıp ağlardım, belki sonra devam ederdim hayatıma. Teşekkür ederim anne.

Adeta yeni bir şey bulmuş gibi hevesle koyuldum işime. Babamın dolabını açtım, bir sürü takım elbise, bir sürü kazak, pantolonlar, açılmamış gömlekler, onlarca kravat. Yüksek bir memurluk geçmişinin nişaneleri. Hepsini yavaşça inceledim. Neler yaşamıştın bunları giyerken baba? Hiç konuşmadık seninle, senin hayatın üzerine. Mutlu muydun? Memuriyet ile geçen bir ömür, iki çocuk, bir eş, emeklilikten sonra dönülen köy evi, yaşlı bir baba. Bunlar seni mutlu ediyor muydu? İşini seviyor muydun? Ya karını? Çocukların göğsünü kabartıyor muydu? Sen neler söylemek isterdin babana? Senin beni sevdiğin gibi baban da seni seviyor muydu küçükken? Hiç âşık oldun mu baba? Hiç aşkından sabahlara kadar ağladın mı? Yoksa yaşadığın hayat sana yetiyor muydu? Belki de öyleydi. Belki de sıradan bir hayat istemiştin, sıradan bir hayatın oldu. Özür dilerim baba. Özür dilerim senden, bunları yaşarken sormadığım için. Şimdi burada olsan, seni günlerce dinleyebilirdim. Her şeyi cesaretle karşılayabilirdim ama yoksun işte ve ben tüm korkaklar gibi senin ardından tek başıma yaşıyorum bunları. Bir sigara yaktım, bu odada içmek yasaktı ama o anın koşullarıyla tüm yasaklardan muaftım. Babasıyla yarım kalmış her çocuk gibi, aslında her şeyden muaftım.

Sigaram biterken ağlayamayacağımı fark ettim. Madem öyle, işimi bitirmeliydim, sigaramı pencerenin demirliklerinde söndürdüm ve kalan izmariti odada bulduğum peçetenin içine koydum. Hala iyi görünen kazakları ayrı bir yerde topladım, eskimiş olanları kenara attım. Kravatları başka bir poşetin içine koydum. Paketi dahi açılmamış birkaç gömleği kendime ayırdım. Pantolonların ve ceketlerin ceplerini yoklamaya başladım. Birkaç ceket sonra aslında farkında olmadan aradığım şeyi buldum. Bir zarf. Zarfın arka yüzünde bir adres ve bir isim yazılıydı. Neydi bu? Çınarlık Mahallesi, Gümüş Sokak vs. Sevda B. Sevda. Kimsin sen? Zarfın içinde katlanmış bir kâğıt vardı. Mektup olduğu belliydi. Babamdan, Sevda diye birine. Bir mektup. Yine öylece durdum. Ne yapacağımı bilmiyordum.

Geri kalan kıyafetleri hızlıca ayırdım ve işimi bitirdim. Kimseye bir şey söylemeden hızla evden çıktım. Cebimde mektup, sokaklarda hızlı adımlarla yürüyordum. Belli bir yere gitmiyordum, sorulardan mı kaçıyordum? Cevaplara mı ulaşmaya çalışıyordum? Nereye kadar yürümeliydim? Kendimi mezarlıkta buldum. Gecenin karanlığında, ay ışığı ile yolumu bulmaya çalışıyordum. Yavaş yavaş babamın mezarına ulaştım. Babamın yanı başına, toprağa oturdum.

Söylesene baba, bu mektup ne? Kızmıyorum sana inan, hatta o kadar çok istiyorum ki, çok mutlu olduğun, bizden başka bir hayatın olsun diye. Neden sana hep başka bir hikâye yazmak istiyorum? Neden öyle olsun istiyorum? Keşke konuşabilsen sen de. Haklısın. Sen yaşarken konuşmalıydık. Olmadı işte baba. Bazen olmuyor. Bazen en yakınlarımızla en uzağız. Ama şimdi, bu mektupta yazılanlar kadar yakınım sana. Söylesene baba, ne yazıyor mektupta? Belki de hiçbir şey, belki de saçma sapan bir şey. Hayır, okumayacağım. Söyledim sana, içinde yazanlardan korkmuyorum, sadece... Şimdi ne yapacağımı biliyorum baba. Doğru olanı yapmalıyım.

O gece uyumadım. Sabahın erken saatlerinde zarfın üzerinde yazan adrese doğru arabam ile yola çıktım. Bu kimin yolculuğuydu? Babamın mı, benim mi?

Bir saat sonra yazan adrese vardım. Komşu ilin, küçük bir ilçesi. Sakin bir sokak. İşte adreste yazan ev. İki katlı, müstakil. Bahçesinde kırmızı güller var. Bahçesine açılan demir kapı maviye boyanmış. Bir süre arabanın içinde oturdum. Ya kapıyı çalacak, ne yaşayacaksam yaşayacak ya da bu mektubu şimdi burada okuyacak ve geri dönecektim. Arabadan indim, usulca eve yaklaştım. Her şey öyle yavaş ama kendiliğinden oluyordu ki. Bahçe kapısını açınca, kapıya asılı çan kendinden beklenmeyecek yükseklikte bir ses çıkardı. Evin perdesi hareketlendi. Artık geri dönemezdim. Ne olacaksa olsundu.

Kapı açıldı. Önce bir yüz göründü. Aramızdaki birkaç metrelik mesafeye rağmen mavi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Yüzünde yaşlılığın ilk belirtisi çizgiler kendini belli ediyordu. İnce dudakları ve ince kaşları ile neden bilmem insana kırılganlık hissi veriyordu. Bir süre hiç konuşmadan sadece birbirimize baktık. Sonra anladı bir şeyleri, daha dikkatle baktı suratıma, vücudunun geri kalanını da kapının ardından çıkardı:

“Sen, Metin'in…”

“Oğluyum...”

Sanki eski bir tanıdığı görmüş gibi sevindi. Kapıdan bir adım geriye çekildi.

“Çay demlemiştim, haydi gel.”

Sessizce denileni yaptım. İçeriye girince biraz ileride büyük bir salon karşıladı beni. Bir sürü çiçek arasında eskimiş birkaç koltuk, duvarda dolu dolu yaşandığı anlaşılan çerçevelenmiş fotoğraflar. Farklı kültürlerin, iyi enerji saçtıkları söylenen farklı objeleri birçok yere güzelce konulmuş. Yine de belli bir sakinlik var her şeyde. Babam hiç bu eve geldi mi? Annemin de çiçekleri çok güzeldir. Biliyorum, her şeyi kabullenecektim ama yine de ihanet ihtimali öfkelendirdi beni. Onun gelmesini beklemeden oturdum tek başına duran koltuğa. Her şeye hakimmiş gibi durmak istiyordum. Bir süre sonra elinde iki fincan çay ile geldi, birini bana uzattı, diğeriyle beraber karşımda duran uzun koltuğa oturdu. Yeniden o kırılgan gülümsemesini yerleştirdi yüzüne. İkimiz de ilk cümleyi birbirimizden bekledik. Sessizliği ben bozdum.

“Sizi rahatsız ettim kusura bakmayın. Ama gelmeden duramadım.”

“Hayır etmedin. Sanırım biliyorsun ama Sevda ben. Lütfen, Sevda de bana, Sevda Teyze, Sevda abla, ne istersen. Siz deme, rahatsız hissediyorum nedense. Senin ismini bilmiyorum.”

“Rıdvan.”

“Anladım. Ah şu baban, Fenerli baban... Ah, özür dilerim, başımız sağ olsun bu arada. İnan duyunca çok üzüldüm. Kardeşin, annen nasıllar?”

“Teşekkür ederim, toparlanmaya çalışıyorlar, çok yeni daha... Ben, şey, babamın kıyafetlerini düzenlerken, ceketlerinden birinin cebinde bir zarf buldum, üzerinde buranın adresi ve sizin, yani senin ismin yazılıydı. Ne yapacağımı da tam bilemedim ya... Ama buraya geldim sonuçta ve ne kadar uzatırsam uzatayım, bunun kolay yolu yok benim için, kusuruma bakma ama en iyisi doğrudan sormak sanırım, sen ve babam, nereden tanışıyorsunuz?”

Sevda, çayından bir yudum aldı, telaşsız hali beni sinirlendiriyordu. Çok değil, daha dün gece, babamın hepimizden gizlediği bambaşka bir hayatı olmasını dilerken, şimdi duyacaklarımı hazmedebilir miydim, bilmiyordum. Sevda hissettiğim tüm karışık duyguları anlamış olmalıydı. Çayını koltuğun yanındaki sehpaya bıraktı sakince, ellerini birleştirdi, tüm içtenliğinle gülümsedi bu sefer ve anlatmaya başladı:

“Kafandan bir sürü şey geçtiğini biliyorum ama en baştan söyleyeyim sana, düşündüğün gibi değil. Baban ve ben, otuz sene sonra geçen ay karşılaştık. Bir arkadaşımın kızının düğünü için sizin oralara gelmiştim. Babanla da düğünde karşılaştık, şaşırdık. Çok sohbet edemedik ama. Belki de kaderdi işte. Son kez birbirimizi göreceğimizden habersiz karşılaştık öylece. Adresimi yazdım bir kâğıda, babana verdim. Üniversitedeki gibi mektup yazması için. Baban ve ben, üniversitede sevgiliydik. Oldukça iyi bir ilişkimiz vardı. Yazları ikimiz de memlekete dönmek zorunda kaldığımızda birbirimize mektup yazardık. Hoşumuza gidiyordu öylesi. Onun için işte, çok düşünmeden, öylesine verdim adresimi.”

“Hiç bahsetmedi ilişkinizden. Hoş, ben de hiç sormadım üniversite yıllarını. Neden ayrıldınız?”

“Ben istedim. Üniversite bitmişti, baban, benimle evlenmek istedi. O zamanlar evlenmek istemiyordum. Dostça ayrılmayı da beceremedim, babanın kalbini kırdım. Kötü sözler söyledim, beni bir daha hiç aramaması için çok kötü davrandım ona. Belki de bu yüzden ömrüm boyunca hep yalnız kaldım, bilmiyorum, neyse konu ben değilim. Baban da memleketine geri döndü. Bir daha hiç aramadı beni, ortak birkaç arkadaşımız var hala. Benimle ilgili tek bir soru bile sormamış onlara. Kızmadım ama, ben istemiştim böyle olmasını. Ölüm haberini de o arkadaşlardan biri verdi bana. Geçen o karşılaşmamızda, her şeyi unutmuş, iki dostmuşuz gibi davranmıştı bana. Ama yine de biliyordum, kalbi kırıktı. Duyunca gerçekten çok üzüldüm.”

“Anladım.”

Baba, hiç özlemiş miydin Sevda'yı? Bazı geceler sen rakı içerken, özlem dolu şarkılar açtırırdın bana. Sevda'ya mıydı tüm o şarkılar? Unutamamış mıydın? Annemi seviyor muydun? Bizle olmaktan mutlu muydun? Yoksa yarım kalan tüm hikayeler gibi aklın ve kalbin hep onda mıydı? Yerimden kalktım, odanın içinde birkaç anlamsız adım attım. Sigara içmek istiyordum, balkona çıkmak için izin istedim, tam çıkacakken, yapmam gereken son şeyi yaptım, hiçbir şey demeden cebimden mektubu çıkardım ve Sevda'ya uzattım. Minnet dolu bir bakışla kafasını salladı, sessizce aldı mektubu. Sigara içmeye çıkarken, zarfın yırtılma sesini duydum.

Döndüğümde Sevda mektubu okumayı bitirmiş, sessizce ağlıyordu. Beni görünce toparlandı ve birden mektubu bana uzattı.

“Bu mektubun sahibi ben değilim.”

“Anlamadım.”

“Lütfen, oku, anlayacaksın.”

***

Sevgili Sevda

Otuz seneden sonra seninle karşılaşmak hoş bir sürpriz oldu bana. O zamanlar gençtik tabi, belki daha güzel ayrılabilirdik, belki ayrılmazdık, belki başka bir hayatımız olurdu. Seni sormak istedim hep arkadaşlara, ne yapıyorsun, hayatın nasıl, mutlu musun? Ama yanlış anlarlar diye hep korktum, hiç soramadım. İyi ki karşılaştık, iyi ki bu mektubu yazma fırsatı verdin bana, şimdi sorabilirim, mutlu musun?

Beni soracak olursan, ben çok mutluyum. İnan, artık yetişkin insanlarız, seni kıskandırmak için yazmıyorum bunları. Senden sonra, yani ayrılınca, memlekete döndüm, kısa bir süre sonra askere gittim. Dönünce, hep dalga geçtiğimiz insanlar gibi, görücü usulü sözlendim. Eşim, Ayşe. İlk başlarda, iki yabancıydık birbirimize, sonra zaman geçtikçe ısındık birbirimize. Arada kavgalarımız oldu, günler süren küskünlüklerimiz. Ama gerçek anlamda hiç kırmadı beni, ben de onu kırmamaya çalıştım. Evet, sevdim onu. Önce bana olan saygısını sevdim, sonra evine olan bağlılığını ama ilginçtir, ilk oğlum Rıdvan doğunca âşık oldum karıma. Hastanede öyle güzeldi ki. Belki de seninle aramızdaki şey değildi aşk, belki de buydu. Aşk ile ilgili büyük sözler söyleyecek kadar genç hissetmiyorum kendimi artık ama bildiğim bir şey var, ben karıma aşığım ve onu hep çok sevdim, seviyorum.

Büyük oğlum Rıdvan. Bana çok benziyor. Tabii fiziksel olarak. Akıllı bir çocuk, benden çok daha akıllı. Ama akıllı olduğundan daha fazla duygusal. Bazen bu duygusallık ona hata yaptırıyor. O biliyor mudur bilmiyorum ama o istediği sürece ben hep onun yanındayım. Küçükken sevmek daha kolaydı. Neden bize böyle öğrettiler? Şimdi kocaman adam oldu. İçimden bazen sarılmak geliyor, doyasıya öpmek istiyorum oğlumu. Ama bir şey engel oluyor bana. Oysa olmamalı. Ama diyorum ya böyle öğrettiler bize.

Küçük oğlum Oğuz. O aynı annesi. O da çok akıllıdır. Ama abisi kadar duygusal değildir. Şeytan tüyü vardır onda. Girdiği her ortama hemen uyum sağlar, sevdirir de kendini. Neden bilmem, onunla daha yakınız. Belki abisi üniversiteye gidince onunla daha fazla zaman geçirdik diyedir, Allah biliyor ya, ikisi de benim için bir. Klasik baba sözleri işte ama ne yapayım, böyle işte.

Belki bunları, kendimden başka birine ilk defa söylüyorum. Belki çocuklarıma, karıma, bizi vuran görünmez zincirlerden kurtulup sevgimi daha fazla ifade etmeliyim. Ailem, bu kadar işte. Tabi bir de babam var, ben emekli olunca köye, onun yanına taşındık. Bak, şimdi fark ettim. Ben babamı hiç sevemedim, çünkü onun da beni sevmediğini düşünürüm hep. Neden? Bana hiç sevgisini göstermedi ki... Ya çocuklarım da böyle düşünüyorsa? Bu mektubu sana gönderdikten sonra başka türlü olacak her şey, olmalı.

Askerden dönünce hemen evlenmedim tabi, arada işe girdim, vergi dairesinde memurluk ayarladı babamın bir arkadaşı bana, orada başladık, orada bitirdik. Hatırlar mısın beraberken bazen sana sıra dışı bir hayat istiyorum derdim. Ama insan yaş aldıkça anlıyor, en büyük sıradışılık, sıradanlık bu hayatta. Bir iş, sıcak bir yuva. Bazı geceler, bir ufak rakı açarım evde, oğlanlara şarkı da açtırırım, dalar giderim. İşte mutluyum derim, tüm şarkılara, romanlara, filmlere inat, ben böyle mutluyum. Mutluyum işte Sevda!

Benden bu kadar, sen anlat şimdi Sevda? Nasıldı bir ömür?

***

Nasıl anlatmalı o anı şimdi bilmiyorum. Sessizce kalktım yerimden, Sevda'nın yanına oturdum. Birbirimize baktık bir süre, sonra sarıldık birden. Sarıldık ve ben ağlamaya başladım. Ağladım, ağladım, ağladım. Artık hayatıma devam edebilirdim.

2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 Comments


nazancinko
nazancinko
Apr 12, 2022

Çok duygusal ve bu konuların hayatımda sorgulandığı bir dönemde okudum öykünüzü. O kadar tanıdık duygular ki. Neden anneler babalar en sevdiği varlığa hissettiremez sevgisini. Bunun cevabını vermek ne kadar zormuş ve insanlar için ömür boyu süren bir travmaymış. Yazdıklarıma bakılırsa öykünüz çok başarılı bulunmuş benim tarafımdan :))

Like
Mehmet Aycan
Mehmet Aycan
Apr 14, 2022
Replying to

Çok teşekkür ederim.

Like
bottom of page