top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Melike Pehlivan İşler- Yedi Fark

 

Ne görüyorum acaba?

Burada bir kedi var. Sil, gitsin. Pist! Bariz oldu biraz ama. Oluversin. Ne var? Ödül mü dağıtıyoruz sanki. Şu üç çizgiden ikisi gitsin. Şurada balık mı var? Burası ağaç ya hu, ne balığı. Ressam büyülü gerçekçi bir akımdan etkilenmiş. Gerçeği bitti amına koyayım, büyülüsü çıktı başımıza. Anam bizim aramız gerçekle de büyüyle hoş değil ki, iki taraftan da yüzümüz gülmez. Üzerine ülkenin o meşhur jeopolitik önemi de eklenince burnumuz boktan kurtulmuyor, bak. Şu kuşu da sileyim, umuttur; gerek yok.  Şu saçaklardan birini de götürdük mü? Hoop! Kaç tane fark yaptık? İki daha lâzım. Ne kadar daha sürecek bu resim bozma işi, bilmiyorum. Faili meçhul bir kör kurşunla ya da yanarak ölen gazetecilerin yedeği gibi hissediyorum. Sandalyesi boş kalmasın; onun yerine işe alalım da çiziktirip dursun, diye kadro karşılığı işe alınmış gibiyim, torpilli, falancanın tanıdığı, yedi farkı bulsun işte.  Olanı herkes görmesin diye uğraştım ömrüm boyunca da şimdi ‘iki resim arasındaki yedi farkı bul’ köşesini yazıyorum her gün bu uğursuz gazetede. Yazılacak bir şey de yok ki kendime yazar desem. Doğruyu yazabilen kimse de kalmadı. Öznesiz aforizmalar, nesnesiz eylemler, yıkılıyor. Yangın sırasında kuaför arayan orospular gibiyiz hepimiz. Bir resmi alıyorum onda eksiklikler yaratıp ikinci bir resim hazırlıyorum. Tam ve eksikli arasındaki yedi farkı bul diye okuyucuya bulmaca hazırlıyorum. İş mi şimdi bu? Anama sorulunca ağzını ballandıra ballandıra oğlu için gazeteci diyor komşularına biliyorum. Geçen sabah bir uyandım evde dokuz tane altmış beş üstü, yedi tane de kırk beş altı kadın var, gün tabaklarını almaya başlamışlar. Biri sesleniyor.

“Self servis!”

Güler misin ağlar mısın?

“Altan oğlum, sen de ister misin? Bir tabak da sana hazırlasın Hafize. Ha koy kızım sarmadan bol koyar sever Altan, çayı da koyu olacak ha başka türlüsünden içmez. Bugün gitmeyecek sanırım işe de mi Altan? Boş günleri oluyor kimi zaman, tadından yenmiyor vallahi hafta içi boş gün. Resmi işleri falan hallediyor sağ olsun, alışverişe de çıkıyor. Hafta sonu pek bi zor bu alışveriş işleri. Hem şimdi eve de getiriyorlarmış istediklerini de ben onu pek sevmiyorum. Altan’la gideceğim markete, şöyle ileri geri yürüyeceğim, benimki bildiğin gezmek be işte ne olsun.”

Bak bak, bunlar hep pazarlama taktikleri annemim, beni evlendiremedi, sanıyor ki insanları diğerleri evlendiriyor hâlâ. Geçen gün demeye kalktım. “Anne ben bildiğin,” diye başladım. Araya laf soktu büyük bir ustalıkla, mahallenin berberi Kadir abim çok hastaymış, hastaneye yatırmışlar, para toplamak lâzımmış. Kendini Perihan Abla setinde yaşıyor falan sanıyor. “Yatan hasta komşuları için para toplayan mahallelinin üzerine dünya üç kere falan yıkılıp tekrar kuruldu,” dedim. “Sen de her lafı politikaya getirme,” dedi acilinden. Biraz daha sıkarsam annemi, fetöcü bile olabilirdim. O kadar inanamıyor dünyanın altının üstüne geldiğine.

“Yaşayan gazeteciler günüymüş bugün,” dedi bana ertesi gün, kahvaltıda çayımı koyarken “günün kutlu olsun,”

“Ben gazeteci değilim annem.”

“Ya nesin ya?”

“Karikatür gibi bir şey çiziyorum; bildin, kaç kere anlattım. Hani var ya iki resim arasındaki yedi farkı bul resimleri, hatırlarsın.”

“Bilirim. Bizi onlar yaktı biliyon mu Altan?”

“O ne demek be al yanaklı sultanım?”

“Biz hep bi fark aradık tanışlarla, yedi tanesini de bulana dek uğraştık.”

“Ooo politikaya girdin, hem de derin.”

“Yok yok benimkisi o hesap değil!”

“Vallahi de o hesap billahi de hem de çok ince gördün be valide hanım. Haklısın da biliyon mu?”

“Çayını çek de doldurayım.”

“Dur bak bu lafını kullanayım.”

“Nerede?”

“Köşemde…”

“Dur kuzum, bak iş de bulamıyon her yerde bulaşma siyasete neyim.”

“Ne sağcı olayım ne solcu ne de topçu he mi valide hanım.”

“Tabii ya deden de öyle derdi hep”

“Bu ülkede…”

“Öyle de devam ederdi bu ülkede kim vurduya gitmek istemiyorsan topçu olacan, rahmetli!” Lokmasını yutarken sesi boğuk devam etti “aman gördük topçuların şahını da be Altan düğüm düğüm etmişler paraları, kaçan kaçana.”

“He vallahi be anam…”

“Ülkeden kaçan kaçana, ötecisi, bericisi, topçusu, kalecisi. Sen de hala arasındaki yedi farkı bul dur onun bunun.”

“Vallahi haklısın anaların feriştahı, bırakıyorum bugün bu işi!”

“Kendini sağlama almadan iş bırakılmaz bu memlekette bilesin, hiç Orhan Kemal okumadın mı sen?”

“Hakkı aliniz var valideciğim.”

“Sen maytap mı geçiyon ananla?”

“Ooo maytap filan geçmek! Sen nerden biliyon bu lafları?”

“Hoşt sen gelirken ben tur bindirmiştim Altan Bey!”

“Bak bak, sen bu sabah pek latifsin be anam. Hazır keyfin yerindeyken, sana bir diyeceğim var.”

“O kadar keyfim yok!”

“Anlamadım.”

“O kadar uzun boylu değil, derim.”

“O ne demek?”

Karardı. Perdeyi tam kapatırsın da oda fark etmediğin bir karanlığa gömülür ya. Aynı öyle belli belirsiz ışımaya başladı anam. Masadaki tabakları içindekileri atıver ağzına bile demeden üst üste koyarak oturduğu iskemleyi bir vücut çalımıyla altından iterek hızlıca kalktı. Yere düşen zeytin çekirdekleri zıp zıp seğirterek kaloriferin altında durdu. Elindekileri lavaboya büyük bir gürültüyle fırlattı. Musluğu açtı bir eliyle deterjanı kavrayıp diğer eline ondan azıcık damlattı. Yıkar gibi ellerini ovuşturdu. Elini küçük Letafet Hanımın Mutfağı yazısı işli havluya alel usul kuruladı. Çayın altını yaktı. Çıt çıt çıt… Bana hiç bakmadan çıktı mutfaktan.

“Hadi afiyet olsun!”


Melike Pehlivan İşler

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page