top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Melike Pehlivan İşler- Zehir

“Rakıya attığı buzlar parmaklarının altında ince bir buğuyu sermişti bardağına…”

“Rakıya attığı buzlar parmaklarının altında ince bir buğuyu sermişti bardağına…”

Bu nedir lan? Allah aşkına bıktım bu Emir’in ipe sapa gelmez tanımlamalarından. Alt tarafı gizlice eski sevgililerinin evlerine giren sosyopatı konu alan bir dizi çekiyoruz. Bu neyin romantizmi? Soğuk bardak, rakı, elinin altına buğu sermek de ne demek? Bok var affedersin, nasıl oynayacak o kazulet oyuncu bunu, bırak onu ben nasıl yerleştireceğim senaryoya bu duyguyu. Vallahi, Emir neden anlamak istemiyorsun bizi? Türk dizisi çekiyoruz lan! Ne yapsam? Yavuz’a mı haber versem? Olmaz ki o da şimdi. Hiç yakışık almaz, Whatsapp'tan bir soru sordum, ağzıma sıçtı dangalak. Sanki çok severdi babasını, ölünce içine taş oturmuş da ne iyi anlaşırmış babasıyla, annesi de çok aşıkmış rahmetliye hâlâ… Vallahi ya ben yanlış anladım, kendime de güvenmiyorum bu konuda da... Ölünce seviyoruz biz yakınlarımızı, garip değil mi? Nefes alanı sevmeyi mi beceremiyoruz ki?

“Yavuz merhaba. Nasılsın? Bilmem mi çok ağırdır tabii. Çok mu kalabalık ev, yok oğlum, çıkılır mı? Bilmem ki, evdekiler laf etmesin. O ne demek lan, tabii ki isterim burada olmanı, hatta bir nevi ihtiyacım bile var sana. Ben mi aramadım, evet, rahatsız etmeyeyim dedim ama, hata mı ettim? Gel tabii, ya neden olsun o zehir gibi aklına ihtiyacım var. Bizim Emir yine allamış pullamış kelimeleri, boğuldum. Alt tarafı eski sevgililerinin evlerine girip, kendini tatmin eden bir de hatıra alıp çıkan bir sakat kafanın dizisinin senaryosunu yazcaz, adam neler yazmış. Sen bakmamışsındır e-postana tabii… Anladım, bir bak istersen kafan dağılır hem de. Senin kaçasın var evden, düşünme öyle hepimiz insanız. Feraset teyze nasıl? Of o kadar olmuş mu lan? Dile kolay, onca sene birlikte. Hayli zor, imkânsız. Bir insanla o kadar uzun süre yan yana olmak bile, ne bileyim, ben bir kızla bir seneyi geçemedim ki hiç. Elli yedi yıl ne lan? Hadi gel o vakit, bir şeyler hazır edeyim mi? İster misin? Tamam emrin olur. Bekliyorum. Hadi cilalarız beraber…”

İçip içip sapıtmasa bari. Çok pis oluyor sarhoşluğu. Hiç iyi fikir değil şimdi Yavuz’un içmesi. Pek de başaramaz ağzını kullanmayı. Çay demleyeyim de yanına, arada bir bardak çayla açarım onu ben. Gideyim birkaç meze alayım köşedeki dükkândan. O ablanın eli lezzetli, hem o saf kızı bana yanık ya epey indirim yapıyor anasına çaktırmadan. Bizim dizideki herifin son sevgilisi mahalle mezecisinin kızı olsun mu ki? İyi oturur senaryoya, onun evi de dükkânın üstü olsun, gece girsin, rakıyı orada koysun da içsin, karanlıkta evde, bak geldi işte aklıma buradan yürüyeyim ben. Aferin lan Alper, kıvıracan bunu da! Kıvırmasına kıvırıyoruz da paramızı da bi alabileydik. İki tatile falan giderdik, yaz geldi, durulmaz bu çatı katında. Geçen yaz aşırı kullanımdan fanı da bozduk, yenisi lâzım.

“Ooo sofra hazır, ellerine sağlık lan. Çok sıcak be Alper, camlar açık mı? Bu ne oğlum gavur şeysi gibi. Taşınamadın şu el kadar yerden. Ev demeye iki şahit üç ispat lâzım ya. Bu gavur buzlu bari, ohhh!”

“Bir bardak çay içeceğiz arada Yavuz, dur dur öyle arka arkaya götürmek yok, dur lan!”

“Bizim oğlanın da babası ölsün dizide Alper.”

“Olur tabii…”

“Eski sevgililerinden birinin evinde telefonu çalsın ve haberi alsın, evin mutfağında bir duble rakı doldursun…”

“Süper gidiyorsun!”

“İşte içerken dalsın uzaklara, anılara, çocukluğuna…”

“Bu Emir’in cümleyi de patlatsın o sırada diyon, olur vallahi niye olmasın ama fazla romantik kokmuyor mu baba için cümle?”

“Biraz yontalım.”

“Ne yapalım?”

“Dur bir duble daha doldur da hallederiz; kafanı yorma sen!”

“Sen nasılsın birader iyi misin? Annen nasıl?”

“Ne bileyim, yedisi olacakmış babamın, annem kıymalı pide, şeker, hoca falan bir şeyler diyor da her cümlesinde. Dinlemiyorum, her gün bir komşu teyze ya da kızı bize geliyor yardıma.”

“Oğlum sen de az ilgilensen; evladı değil misin? Yazık, kadın o kadar yalnız bırakılır mı?”

“Babamı öldürdü annem!”

“Puff, da get lan, Allah iyiliğini versin her yer çay oldu.”

“Vallahi!”

“De get şurdan, elli yedi yıl demedin mi sen kendin?”

“İşte ondan zaten, o kadar sene o adama tahammül edilir mi? Baktı ölmüyor bir çaresini buldu.”

“Ne yaptı?”

“Azar azar yemeklerine, çaylarına, çorbalarına ne kattıysa kattı işte…”

“Hadi lan?!”

“Vallahi! Ağzınla şaşırıyon hâlâ, bırakmadın şu huyunu.”

“E sen hiç mi yemedin yemeklerden?”

“Ben bir seferinde motoru fena bozdum, iki gün kafamı kaldıramadım. Sonrasında beni hep salla bağla yaptı. Neredeyse dört aydır evde ayrı hazırlıyordu. ‘Onu babana kadar yaptım, ona zerdeçal kattım sen sevmezsin, bitti yemek sen tost yap kendine,’ sürekli böyle…”

“İspat edemezsin. Seninkini ancak Poe kanıtlar haberin olsun Yavuz. Allah da seni güldürsün.”

“Edemem, bir ay önce de bana miras hakkında bir konuşma yaptı, azarladı beni. ‘Kalanları har vurup harman savurma, bu senaristlik işinde para pul falan yok, senelerdir yazmadığın bir bok kalmadı hala meteliğe kurşun atıyorsun,’ diye…”

“Yavuz saçmalama!”

“Otopsi raporu istemedim, gömdük de adamı ama pişman oldum.”

“De get! Yavuz asabımı bozdun yeminle!”

“Gel yardım et de anamı konuşturalım.”

“Ne yapacaz?”

“Film izletecez, Karılar Koğuşu yok mu Halit Refiğ’in, hani Perihan Savaş’ın oynadığı karakter var ya kocasını zehirleyen…”

“Var he?”

“İşte onu seyrettirerek konuşturacağız, itiraf alacağız ağzından. Sever de o filmi.”

“Sonra, emniyet güçlerine teslim mi edecen Feraset Teyze’yi, Sherlock?”

“Bilmem…”

“Ne demek ‘bilmem’?

“Cezasını çekmesini sağlamayacaksan bu bilgiyi ne bok yiyecen? Sadece dert mi edinecen kendine, ‘Anam babamı zehirledi,’ diye içerken ağlayıp ağlayıp ortalığı mı yıkacan? Belki de günlüğüne yazarsın, ha?”

“İnsan anasını nasıl teslim eder lan?”

“Eee?”

“Kaç yaşında hem, hastalıkları var…”

“En ne yapcan elimizdeki itirafla o vakit?”

“Hiç düşünmedim!”

“Aferin her detayı düşündün de en önemlisini düşünmedin mi?”

“Bi rakı doldur bana lan! Ne bu çay içiriyon şakirt gibi. Neydi şu Emir’in cümle?”

“Rakıya attığı buzlar parmaklarının altında ince bir buğuyu sermişti bardağına…”

“… babasını yeni kaybetmişti, özlüyordu. Derinlere bakar, elindeki bardakla camın önüne gider, şehrin ışıkları cama yansımıştır, derine derin düşünür. Babasıyla, kızın tanıştığı sahneye keseriz buradan olmaz mı? Hem eski sevgilisini hem de rahmetli babasını anarız. Nasıl? İyi olmaz mı? Bu kaçıncı gelişi bu eve, sürdürüp duracak mı bu işi bu manyak?”

“Takıntı yaptı. Bırakamıyor, affedemiyor.”

“Lan Alper, ben de anamı affedemezsem?”

“………”

“Niye sesin çıkmıyor?”

“Ne diyeyim?”

“Kırk kat eli bile affedemiyor insan? Beni mesajla terk eden o kızı hatırlıyon mu? Kendimi kesmiştim de sen acele yetiştirmiştin. Babamı zehirleyen anamı nasıl affedecem?”

“Hiç girmesek o topa? Sormasak; korkuyorum ben senden.”

“ ‘Bilmemek daha iyi mi?’ diyon yani sen şimdi?”

“Anladıkça güç oluyor nefes alıp vermek be Yavuz. Feraset Teyze de zehirlediyse amcayı öyle gerektiğine inanmıştır, belki de; ne dersin? Kocasını zehirleyen kadını yaz kurtul en iyisi. Çıksın senden. Baban da Feraset teyze de rahat etsin…”

“Ben nasıl rahat edecem?”

“Doldurayım mı san bir duble daha?”

“Çay yok ama! Bir de şu Karılar Koğuşu’nu aç da izleyelim.”

“Dur hemen halledeyim, bir su dökeyim, bekle.”

Rakıya attığı buzlar parmaklarının altında ince bir buğuyu sermişti bardağına Feraset Hanım’ın… Kocası tereyağlı yoğurt çorbasını kaşıklarken onu son kez seyretti. Büyük bir yudum aldı rakısından. ‘Bitir çorbanı da sana da bir kadeh hazırlayayım, atom yaptım şahane ama zehir gibi olmuş,’ dedi sakince. Soğuk bardağı çenesine dayadı. İçi ürperdi bi aralık. Her şey bittiğinde, yarın ilk iş yapacaklarını düşünmeye başladı.


Melike Pehlivan İşler


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page