En sevmediğim mevsim kış, gösterdi o lanet yüzünü yine. Sokaklar ıssız. Rüzgâr, kulağımın dibinde uğuldayıp duruyor. Sırtıma yapışan midemden gelen sesler de cabası. Titreyen dizlerim artık beni taşımıyor, iyiden iyiye güçsüz düşürüyor soğuklar. Aslına bakarsanız iş sonrası gideceğim sıcak evin hayalini kurmuşluğum yoktur. Çünkü hiçbir zaman işim olmadı. Keza bir evim de. Anlayacağınız, hayal kurma meselesinde pek iyi sayılmam. Ama çok güzel kumpas kurarım hâkim bey. Bu işte elime kimse su dökemez. Evet, itiraf ediyorum. O adamı ben öldürdüm.
Adalet tokmağı hızlıca kürsüye çarpıyor. Kürsüden çıkan tok ses, mahkeme salonundaki uğultuyu bastırıyor. Yaptığım itiraf beni terletiyor. Ter kokum üstümdeki pis kokuyla karışıp etrafa yayılıyor. Kışın ortasında terlemek de nereden çıktı şimdi? İnsanların benden tiksindiklerini anlamam için kâhin olmama gerek yok. Yüzlerine baktıkça tıpkı onlar gibi midem bulanıyor, buna engel olamıyorum. Heyecandan. Bakışlarım hâkimin yüzüne takılıyor. İhtiyarlamış suratı ifadesiz gözlerle etrafa bakıyor, itiraftan hiç etkilenmemiş gibi. İş bitse de evime gitsem diyor sanki. Gözlerimi hâkimin üzerinden hızlıca uzaklaştırıyorum. Aç kalmış dudaklarım dişlerimin arasında ezilirken ağzımın içine kanın paslı tadı yayılıyor. Acı hissetmiyorum bile. Hâkim, cinayeti nasıl işlediğimi bir kez daha dinlemek istiyor. Ezberlediğim cümleleri söylemeden önce boğazımı temizliyorum. İşaret parmağımla tozlu saçlarımı kaşıyorum. Saç derimin üstünde biriken pislik, tırnak içlerime doluyor.
Gecenin körüydü. Şu metro istasyonunun hemen altındaki sidik kokan tüneldeydim. Götüm betonun üzerinde it gibi titrese de kafamı sokacak bir delik bulmuştum. Babalığı gördüm, yolunacak bir herife benziyordu. Sevindim. Üç beş kuruş tırtıklar, yoluma bakarım, diyordum. Babalık tam önümden geçerken elimi ona doğru uzattım. ‘Ne olur bir ekmek parası be, boğazımdan üç gündür bir lokma geçmiyor.’ deyiverdim. Yalan değildi, hatta üç günden fazla olmuştu da o an günleri sayamadım işte. Babalık oralı olmadı. Umursanmamaya alışmıştım ama ortalıkta kimse olmayınca cesaret buldum herhalde. Takıldım peşine. Tünelin çıkışında kıstırdım onu, baktım hâlâ direniyor. Birden gözüm döndü. Aklıma geçen gün çöp kenarında bulduğum paslı çakı geldi. Eskiydi ama iş görürdü. Pantolonumun cebinden aldım elime çakıyı, dayadım babalığın gırtlağına. Yok, Nuh dedi peygamber demedi. Vay efendim sen misin bana direnen, saplamışım boğazına paslı çakıyı. Sonrası malum tabii. Babalık sizlere ömür.
“Caaaniiii!”
Kadının canhıraş sesi mahkeme duvarında yankılanıyor. Kafasına üstünkörü geçirdiği eşarbı omuzlarına düşüyor. Eşarbından fırlayan beyazlamış saçlarını yolmaya başlıyor. Çığlık attıkça ağzından tükürükler saçıyor. Hâkim tüm ifadesizliğiyle tokmağı bir kez daha oynatıyor.
“Susuuun!”
Artık sadece hıçkırık sesleri duyuluyor. Dizlerini dövünüp duran bu ihtiyar, babalığın karısı olmalı. Kadının bakışları üzerimde ağırlık yapıyor. Sırtımda taşıdığım kambur yetmezmiş gibi. Elinde olsa şuracıkta boğacak beni. Keşke. Avuçlarım terledi yine. Kışın ortasında terleyip duran bedenime bir türlü alışamıyorum. Bakışlarımı kadının kederli yüzünden kaçırıyorum. Bir elim, tutarsızca sallanan dizimi durdurmaya çalışıyor. Hâkim gözlerini devirerek, Son sözlerin bunlar mı? diye soruyor sert bir sesle. İş bitse de evime gitsem diyor içinden yine, belli.
“Ee, eevvv, evvettt…” diyebiliyorum sonunda ve yorgun gözlerimi kapatıyorum.
Kulağımda ölmek için yalvaran adamın titrek sesi. Ne yapacaksan yap. Hızlı ol, sen öldürmezsen ben öldüreceğim kendimi. Sapla ulan şu dandik şeyi bir tarafıma! Yaşlı eller geliyor gözümün önüne. Nasırlı, yorgun eller. Paslı çakıyı ihtiyarın avucuna nasıl tutuşturduğumu hatırlıyorum. Sonrası karanlık. Gözlerimi sımsıkı kapattığım o an yüzüme çarpan kan kokusu hala burnumu sızlatıyor. Şah damarına sapladığı paslı çakıyla boylu boyunca uzanan ihtiyarın o halini unutamıyorum. Hemen ölmediği geliyor aklıma yine. Gırtlağından çıkan tuhaf hırıltılar kulağımda. Arada bir de seğiren ayakları gitmiyor gözümün önünden. Son nefesini verdiğinde vücudundaki bütün kanı dışarı akıtmış olmalı. Kırmızıya boyanan asfaltın görüntüsü zihnimde gezinip duruyor.
O an hissettiğim mide bulantısı bedenimi tekrar ele geçirdi. Şuraya bir yere içimdekileri kussam ne olur? Bir an için her şeyi anlatmak, hafızamda yer eden bu saçmalıklardan kurtulmak, arkadan gelen çığlık seslerinden uzaklaşmak istedim. İçim ürperdi. Hayır, o adamın intihar ettiğini hiç kimseye söyleyemem. Bu suçu üstüme almak, lanet olası karnımı doyurmak için tek çıkış yolum. Kulağımda ölmek için yalvaran adamın titrek sesi bozulmuş plak gibi dönüp duruyor. Ne yapacaksan yap. Hızlı ol, sen öldürmezsen ben öldüreceğim kendimi. Sapla ulan şu dandik şeyi bir tarafıma! Ellerimi tüm gücümle kulaklarıma bastırıyorum. Kafamın içindekiler susuyor. Artık duyduğum tek şey kendi ağzımdan dökülen fısıltılar. Allah’ım gözünü seveyim şu kulunu da gör. Sen beni içeri koy, karnımı doyur. Vallahi de billahi de ne çalarım ne söverim. Kimseye bulaşmam, etliye sütlüye karışmam. Birine de salça olursam namerdim. Hadi be Allah’ım yap şu kuluna bir kıyak? Nasıl dua ediliyordu? Unutmuşum. Uzun zaman oldu dua etmeyeli. Daha önce ettiğim duaların karşılığını alamayınca bırakmıştım bu işleri. Tek başıma yaptığım konuşmalar artık canımı sıkıyordu. Şimdi yine aynı karın ağrısıyla, gözlerimi tavana dikmiş, bir belirsizliğin içinde çırpınıp duruyorum.
Adalet tokmağı hızlıca kürsüye çarpıyor. Kürsüden çıkan tok ses, mahkeme salonundaki uğultuyu bastırıyor. Herkes merakla hâkimin ağzından dökülecek kelimeleri bekliyor. Salon hıncahınç dolu. Ancak kimseden çıt çıkmıyor.
“Gereği düşünüldü. Sanığın kasten adam öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapsine…”
Açıklanan kararla beraber insanlar hep bir ağızdan bağırmaya başlıyor, boğazları patlayacak.
“Yuuuuuuuhh!”
Ağzımdan dökülen şükür duaları kulağımı tırmalayan çığlıkların arasında kayboluyor. Bu hengâme beni yordu. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyorum. Gideceğim sıcak hücrenin hayalini kurarken buluyorum kendimi. Oysa hayal kurma meselesinde pek iyi sayılmam. Solgun yüzüme yayılan tebessüme engel olamıyorum. Bakışlarım hâkimin yüzüne takılıyor yine. İhtiyarlamış suratı mutlu gözlerle etrafa bakıyor, verdiği karardan hiç etkilenmemiş gibi. Sonunda iş bitti, evime gideceğim, diyor sanki. Yüzüne yayılan tebessüme engel olamıyor benim gibi. İkimiz de derin bir oh çekerek salondan çıkıyoruz. O evinin yolunu tutuyor. Ben hayalini kurduğum sıcak hücrenin derdindeyim. Hava soğuk. Bileklerim, üzerinde ağırlık yapan kelepçeyle üşüyor. Beni hücreme götürecek araca doğru ilerlerken parmaklarım sıkıştığı yerde kıpırdanıyor. Aracın küçük gözünden kışın lanet yüzüne el sallıyorum. Ağzımdan dökülen şükür duaları kulağımı tırmalayan siren sesleri arasında kayboluyor.
Meltem Terzioğlu
Comments