top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Meral Çiçeklidal- Neresinden Onarılır Ölüler?

“Ayran yok mu yavrum? Kuru kuru yenmiyor pide. Kendim için değil çocuk yiyemiyor…”

“Zıkkımın kökünü ye teyze,” demek için ayağa fırladım. O an kapının arkasında iplikleri lime lime olmuş kazağını gördüm. Bordosu tamamen solmuş kazak bir bakışıyla susturdu beni. Kapının arkasına doğru ilerledim. Asıldığı yerden acıtmadan, kanatmadan aldım kazağı. Oysa ben anlardım dikişten, tamirden niçin onarmamıştım daha önce?

“Kızım ayranı unuttun mu?” Kadın cümlesini bitirip yanındakine dönüyor. “Yok canım kolay değil elbet, kader efendim, Allah ne demişse o, hem ağlamak günah, isyan olur.” Arada bana atıyor bakışlarını aslında derdi ayran, günahı haramı araya sokup ayranı içmek.

Bana dönen onca bakışa aldırmadan kazağı onarmaya başlıyorum. Çok kullanılmış. Nereden baksan yirmi yıl yoksa otuz mu? Belki yüz yıldır var bu kazak. İplikler küsmüş birbirine. Yüzümden damlayan yaşlar kazağın sökük yerlerine saklanıyor.

“Dağ gibi adamdı, kolay mı hiç toprağa vermek?”

Dağ gibi değildi aslında küçücüktü eni boyu, bu kazak kadardı babam. Eskimişliği, kanamışlığı çokça fazlaydı. Dağ gibi büyümek nasip olmamıştı kendisine. Hem bir kere benim babamdı. Benim kadardı işte. Sıradandık biz, dağ gibi olamayanlardandık. Misal afili ismimiz olamazdı, kokina çiçekli masalara, portakal sulu kahvaltılarına asla layık değildik. Hayatın en delik deşik olan kısmıydı bizimki. Biz dediğim babam ve babam gibi olanlar asla dağ gibi olamayanlardı. Hani ölünce taziyesinde ayran yokluğu yaşananlar işte.

İçeri perişan giren anneme çeviriyor başını ayran isteyen kadın. “Ah başınız sağ olsun, çok üzüldük!” Başını yere eğiyor ardından. Yere bakınca daha çok üzgün oluyor belki, bilmiyorum.

“El Fatiha.”

Herkes elini yukarı kaldırıyor. Bir miktar rahmet istemek için zaten fazlasında gözü olmayanlardanız biz. Babam madene inerken ellerini yukarı kaldırıp yeni bir kazak istememiştir, bilirim. Onarılmamak için çabalayan bir bordo kazak. Babam bir çiçek dilemeliydi ama karanfil olmayan bir çiçek. Mezarına konan onlarca kırmızı vardı zaten. Belki papatya istemeliydi gökyüzünden. Ne demişlerdi ölmüşlüğüne babamın, “İşçi sınıfı direniyor, sen ışıklar içinde uyu!” Hemen ardından karanfil bırakılmıştı bolca. Oysa kırmızısı çabuk solmuştu.

Tüm hayatı boyunca karanlıkta çalışan babama, ışıklar içinde huzurlu uyku dilediler. Yaşarken yerin dibinden, yerin üzerindekileri besleyenlere, hep mi karanlık nasip olur?

“Bu pide de ayransız yenmiyor, yedik el mahkûm, öyle canım kolay mı koskoca adamı toprağa vermek?”

Kazağı parçalara ayırdım böyle dikmek daha kolay olacak. Otopsiden sonra kazağın sahibini de parçalarından birleştirmişlerdi zaten. Gerçi en iyi ben onarırdım parçalananları. İzin verselerdi babamı onarmama. Kefeni açıp bir kere öpmeme de izin vermediler. Günah dendi, hiç ölü öpülür mü Allah aşkına?

Gerçi ben yaşadığında da öpmemiştim onu. Çekinirdim, nedensiz bir şekilde utanırdım hatta. Öyle diyorlardı. Şapır şupur öpmek ayıp diye. Yaşarken öpseydim lime lime olmazdı belki bedeni. Neresinden onarabilirim babamı? Acaba yeni bir isim koyarak mı başlamalıyım, yoksa ona yakışan bir renk mi bulmalıyım? Belki birkaç saksı çiçek almalıyım odasına. Hem kazak da giymemeli bundan sonra, gri renk ceket almalıyım ona.

Yedisi bugün babamın öyle diyorlar. Pideler ayransız, dualar yarım, Fatiha’lar ruhuna vardı mı acaba bilmiyorum. Kazağı duvara fırlattım. Yedi defa çarptım kafamı duvara. Yıkılmadı küflü duvar, yıkılmıyor başıma bu ev. Babam gibi karanlıkta göçük altında ölemiyorum bile.

“ Babaaa!”

Pidesinin son lokmasını hızla ağzına atıyor kadın, yanıma koşuyor ardından. “ Ah yavrum etme eyleme günah, yapma kızım!” Sanki bakışlarıyla ayran istiyor bir yandan da.

Hep mi bize günah, bize haram diyemiyorum. Bırakmıyorlar beni, babamı mezarından çıkarıp geleceğim oysa başka bir isteğim yok. Hâşâ isyan etmiyorum kimseye, bir kere öpüp geleceğim babamı en çok ölmüş yerinden. Onaracağım ezilmişliğini...

“Bırakın beni, babam!”

Yere attığım kazağı kaldırıyor annem, kutsal bir şeymiş gibi saygıyla asıyor yerine.

“Kazağın ruhuna el Fatiha “

Pide leğenini görüyorum, bitti bitecek. Dibine kadar yemişler. Bitmemeli pideler. O zaman babam sonsuza kadar ölecek biliyorum.

“Ayran alın mutfaktan, babaaa!”

“Kumaşı sökülmüş babamın, ezilirken kanayamamış benim babam, kazağı kalmış arkasında babam…”

Çok sonra uyandım. Babamın yatağına yatırmışlar beni. Küçücük bir yer onunki. Yıllarca aynı pozisyonda yatmasından şekil alan yatağa gömdüm kafamı. Kokusu yoktu. Kokmuyordu yatak. Hani çiçek kokardı ölüler. Hep ölenlerin kalanını koklar oysa yakınları. Niçin kokmuyor çarşafı? Öpsem kokar mıydı bana acaba?

“Peygambere komşu olsun, nur yağsın mezarına…” diye yağdırıyor sonunda ayranı ele geçiren kadın. Annemin gözleri yerinde yok. Eskiden var mıydı hatırlamıyorum. Ne renkti gözleri? Babamın mezarına mı koyduk yoksa? Hem babamı öpmeli. Annemin düşen gözlerini alıp gelmek için gizlice evden çıktım.

Mezarlık tepede. Çok yokuş. Onarılması daha güç olsun diye mi bu kadar derinlere, yokuşlara gömüyoruz ölenlerimizi? Ama yok ben onaracağım babamı. “Göçük altında kalan işçilerden kurtarılan olmadı,” diye bağıramayacak süslü spikerler. Az kaldı mezarlığa. Görüyorum en işçi gibi olan mezarı. Üzeri karanfil dolu olanı işte, ölmüşlüğüne kırmızı sineni.

Nihayet varıyorum yedisinde babamın mezarına. Doyunca öpüyorum toprağı. Ellerimle kazıyorum mezarını. Bulup saracağım ölmemiş yanını. Birazdan onaracağım onu. Belki yeniden var edeceğim. Sonra işçi etmemek için annelik edeceğim ona. Evet, babamın annesi ben olacağım. Az kaldı, dayan baba, baba, baba…

Çok derine gömmüşler benim babamı. En derine gömmüşler. Görünmesin diye ezilen parçalanan bedenini. Babamı yok etmişler, benim babamı alıp yerin en dibine koymuşlar. Madenci diye mi? Herkesi böyle gömmüş olamazlar.

“Baba uzat elini, cebimde iğne iplikle geldim sana.”

Birilerinin beni toprağından çekip koparmasından sonra dağ gibi olmayan babamın mezarına gidemedim bir daha. Orada bir başına bıraktım onu. Alışkın o belki de toprağa, bilmiyorum. Kırkıymış bugün, babam kırk defa ölmüş benim. Onarmama izin vermeden komşuya verdi annem kazağını.

“Okuduğumuz Yasin-i Şerifleri sen ruhuna ulaştır yarabbi.”

“Kızım ayran var mı? Pide kuru kuruya yenmiyor.”


Meral Çiçeklidal

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page