“Tüh,” dedi, karanlık sokağa bakarken, “Tüh, Ahmet Bey verseydi ne iyiydi.”
Hava kararmadan ikinci kattaki yatak odasının kapısını kendisine ayırmıştı. Parça parça kırmaya üşenip ucundan yakıyordu. Ellerini sarı alevin üzerine uzattı, şöyle bir döndürdü. İki arada bir derede soğuğu yenebildiğini değil de yine yapmadıklarını düşündü. Sabaha daha çok vardı. Götürmeye tenezzül edilmemiş bir banyo taburesinde oturuyordu. Cebini yokladı. “Tüh” diye düşündü. Gözlüğünü silebilecek bir şey bulamadı. Bulanık görmesini belki sigara dumanının keyfi önlerdi. Yedek sigarası da yoktu. İçinde birkaç dal kalmış paketin ağzını yırttı. Birini seçip ucunu dudaklarına götürdü, sonra eğilip ateşe yaklaştı. Çok önemli bir şey aklına gelmiş gibi dumanı dışarı üflerken karşı apartmana amaçsızca baktı. Pozu iyi, sahnesi kötüydü. Sakalı ve saçı arasındaki yüzünde gözlerinden başka bir şey görülemezdi. Kudretten güler yüzü pek fark edilemezdi. Belki de sürekli gülüşünü saklamak için uzatırdı sakalını, göstermek istemezdi. Kirli boğazlı kazağıyla boynunu da soğuktan koruyordu.
Karanlığın içinde parlayan bir çift göz gördü, pasparlak. Ateşe yaklaşınca gözlerin bir siyah kediye ait olduğunu bulanık camlarla zar zor anladı. Kendini tanıttı, kedi.
“Miyav.”
Karanlığın içinde, soğuk gecede canlı bir mangal kömürü, cin gibi iki alev gözüyle...
“Tüh sana verecek bir şeyim yok ki...”
Etrafına bakındı. Tüpün üstünde çaydanlık, yanında ucuzundan bir bisküvi paketi. Kahvaltılık... Ayağa kalkarken parkasının altından pantolonunu çekiştirdi. Üst kata çıkan merdivene yöneldi. Cebinden el fenerini çıkartıp yaktı. Zaten ilk gününde hep yoklardı, müteahhitten emanet apartmanların artığını. Belki bir kedi sever yaşamıştır eskiden, parlak gözlü mangal kömürünün şansına biraz mama bulabilirim, diye düşündü. Eti yenmiş, iskeleti kalmış merhum apartman. Merdiven demirleri, kapı pervazları, cam, çerçeve, korkuluklar, balkon demirleri, su boruları, elektrik kabloları, mutfak dolapları, perdeler, eşyalar gidince ne kalır geriye?
“Tüh, neden fenerin pilini erkenden istemedim ki, Ahmet Bey’den?”
Kirli sarı ışık ikinci katın mutfak tezgahının altını aydınlattı. Karınca yemi, bir paket lavabo-aç, iki eski plastik kap gördü. Önemsemedi. Taşınırken köşelerde, kuytularda unutulurdu, bırakılırdı, önemsiz şeyler. Karşı eve girdiğinde içindekilerin hiçbir zaman fark edemediği sinmiş kedi sidiği kokusunu aldı. Belki bir iki parça kedi maması bulurdu. Koridora baktı, balkona çıktı, son bir şans. Bulamadı.
“Tüh. Yarına biraz toplarım sokak kaldırımlarına bırakılanlardan.”
Üçüncü kata çıktı. Dipteki bir odada mavi, pelüş bir balık oyuncak buldu, terkedilmiş, bırakılmış. Tüh, canlı olsaydın mangal kömürünündün sen, dedi içinden. Tuvaletin içinde çıplak kalmış alafranga taşı parladı ışıkla. Gelmişken... diye düşündü. Feneri kolunun arasına sıkıştırdı. Azıcık pantolonunun önüne doğru eğildi. Birkaç kat kumaşın derinlerinden onu ucundan tutup çıkardı. Rahatlayıp, özensizce yerine itti. Fenerin canı azdı. “Tüh, tüh, tüh.” dedi.
Son bir şans dördüncü katta buldu kendini. Kimsenin işine yaramayacak dört beş parça ev kırıntısına rastladı. Yiyecek yoktu. Mangal kömürüne mama kısmet değildi bu gecelik.
“Tüh. Hiçbir şey bulamadım.”
Tırabzansız merdivenleri inerken ışığı önüne düşürmek istedi. Fener sessiz sedasız gözlerini yumdu. İki basamak güvenli indi. Bir basamak dinlendi. İki basamak ezberine güvendi. Biraz durdu. Üç basamak daha... Üçüncü katın ana merdivenleri başında gözünü karanlığa hala alıştıramamıştı. Sokak lambaları da küsmüştü demek ki merhum apartmana. Sökülmüş otomat ruhunu iki klikle hatırlattı. “Tüh,” dedi, “çok tedbirsiz yakalandım.”
Acele etmeden inmeye karar verdi. Kirli gözlüğünü çıkarsa görüşü netleşir miydi ki? Feneri cebine koydu. Ellerini duvara sürterek destek aradı. En son bacaklarının arasından hızla geçen bir karaltı ve bir miyavlama duydu. Dengesini yitirip yuvarlanırken de kendi “Tüh” seslerini... Tostoparlak merdiven boşluğuna açılan duvarın yıkılmış boşluğundan bahçeye tok bir sesle çakıldı. Ne zaman elinden bir şey düşürse “Tüh” derdi, kendi düşüşüne bunu demek için nefesi yetmedi.
Sabah dozerler apartmanı yıkmaya geldiklerinde yanı başında onun ellerini yalayan bir siyah kedi gördüler. Müteahhit Ahmet Bey’e haber verdiler. Rahmetlinin başında üç kulhu bir elham okudu. Sorumluluk almamak için kendinin bile duyamayacağı bir sesle mırıldandı.
“Tüh, fenerin pillerini gitmeden bırakaydım...”
Murat Cem Miman
Comments