Genç kadın ve genç adam, kül rengi bir göğün altında sıkıntılı bir sahil kenarındalar. Önce genç kadın, sonra genç adam. Bankta oturmuş, birbirlerine bakmadan denizi izliyorlar, deniz de onları. İlkin adam mı geldi buluşma yerine, yoksa kadın mı sonraya teşrif etti? Hiçbir önemi yok.
Kadın almak istediği cevabın beklentisi içinde izliyor denizi suskun. Az evvel sayıp dökmüş içinde biriktirdiği ne var ne yoksa. Adam kendisine dökülen bu moloz yığını altında izliyor denizi bitkin. Arada belli etmeden kadının soğuktan kızarmış ellerine bakıp içten içe düşünüyor. Acaba eldivenleri var mı?
Sonra bırakıyor düşünmeyi, kaldığı yerden denizi seyre koyuluyor. Uzun bir aradan sonra belki de ortak oldukları tek konu şu an, susarak ve biterek denizi izlemek. Oysa en sevilmeyen sessizliklerden biridir bu. Söylenecek tek bir harfin, alınacak tek bir nefesin bile fazla ve anlamsız hale geleceği o sessizlik ânı. Genç adam bunu bilerek sabırla ve inatla susuyor. İstenirse yeni bir mevsim gelene kadar, her gün belli saatlerde bu banka gelip oturabilir ve denize bakarak susabilir. Yeter ki birtakım ihtimallerin kalbinde kazdığı o derin çukura tutsak düşmesin. Ama genç kadın, yaşıtı hemcinsleri kadar ısrarcı. Kendi yaratmadığı, hâkimiyet kuramadığı suskunluğa bile tahammül edemez bu yaşta hiçbir kadın.
“Seni dinliyorum,” diyerek susturuyor sessizliği, adamın bakışları gözlerinde. Genç kadın kurbanlığın boynundaki bıçak gibi kesiyor sessizliği, miting alanında infilak eden işbirlikçi ithal bir bomba gibi dağıtıyor.
“Konuşmuyorum ki dinleyesin.”
Genç adamın yüzünde isteksiz bir tebessüm, tatsız bir şakaya nezaketen eşlik edenlerden. Tebessümünün kuyruğuna soluk bir çaput bağlıyor ardından.
“Sen bilirsin…”
“Ne demek sen bilirsin? Bu kadar şey söyledim, sırf sen böyle, sen bilirsin, diye kestirip at diye mi?”
Adam vakur, belki vakurun sözlük anlamını bile bilmiyor ama öyle gene de. Suskunluğa sığınıyor yeniden. Denizin üzerinde kül rengi bulutlar, havada taze bir yağmur kokusu. Bulutlarla dingin denizin arasında üç dört üyeden müteşekkil bir martı sürüsü. Elli kulaç ötelerinde Bostanlı’ya yanaşmak üzere bir vapur, vapurun güvertesinde ayakta bekleyen aceleci yolcular. Hemen önlerinden soğuktan esmerleşmiş ellerinde demet demet nergis bulunan bir Roman kadın geçiyor. Genç kadınla genç adamın yaydığı negatif enerji o kadar yüksek ki çiçekçi kadın yanaşmıyor onlara, gözlerini yere eğerek ilerliyor. Koca bir sahne gibi akıp gidiyor şehir genç kadınla genç adamın karşısında.
“Söyleyecek bir şeyim yok,” diyor genç adam, sesi şubat artığı bir soğuk. “Hem ne diyebilirim ki? Benimle birlikteyken mutlu bile değilsin, değilmişsin... Mutlu olmadığın için buradayız. Az evvel kustuğun o kinin sebebi de benimle mutlu olamayışın. Mutsuzluk... Daha kötü ne yapabilirim ki sana?”
Genç kadın başını hafifçe öne eğiyor, eli nemli gözlerinde, sesi yeni uyandığı vakitlerdeki gibi buğulu.
“Peki sen mutlu musun, bunu söyle en azından.”
Genç adam irkilse de belli etmemek adına gülümsüyor bir kez daha.
“Değilim.”
Şimdiki zaman kipi geçmiş zaman kipine bırakıyor bu aşkta yerini. Çünkü insanlara duymak istediklerini söylediğiniz zaman, yalan bile olsa, size inanırlar. Kadın da duymak istediklerini duymuştu sonunda. Genç adam yine sustu, kadın aynı buğunun üzerinden ayağa kalktı ve attığı her adımda daha da hızlanarak ana caddeye uzanan sokaklardan birine daldı.
Genç adam tecrit edildiği hücreden yaşadığı şehri izleyen bir mahkûm gibi uzun uzun baktı genç kadının arkasından. Bu sırada yağmur başladı, zaten en alakasız zamanda yağmazsa yağmurun ne anlamı vardır? Martılar kaçışmaya, az evvel yanaşan vapurla karşı tarafa geçecek yeni yolcularsa güverteden içeriye koşuşturmaya başladı. Kül rengi bulutlar işi iyice azıtmışlardı ki genç adam ağır ağır doğruldu oturduğu banktan. Konuşması için vücuduna tazyikli su sıkılan siyasi bir sanık gibi yağmurlanıyordu üstü başı. Bütün metaforları bir tutsaklık üzerine kuruluydu hep. İçi sıkıldı. Vakarından ödün vermeyerek genç kadının tam tersi istikamete döndü ve durdu. Sevdiği insanı bir daha asla göremeyeceğini hissetti bütün hücrelerinde. Gene gülümser gibi yaptı. Yağmurdan kaçıldığı nerede görülmüş ki zaten. Bitkin gözleriyle genç kadının gittiği yöne bakınıp düşündü. Acaba şemsiyesi var mıydı?
Mustafa Seyfi
Eu realmente me envolvi neste momento e pude sentir a angústia dos personagens. Amo ler tudo o que Mustafa Seyfi escreve.