top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nalan İncekara- Mukadderat

Hoca, “Allah intihar cinayetinden hepimizi korusun,” sözleriyle bitirdi merhumenin duasını. Etli pilavı, soğuk ayranı, peynirli böreği, cevizli baklavayı iştahla mideye indiren ahali, hayatta olmanın memnuniyetiyle dolup taşıyordu. Klimalı taziye evi, konuklarına sinema salonu konforu sunuyordu. Kimilerine göre büyük zayıflık, kimilerine göre cesaret isteyen bu hareket, her halükârda merak uyandırıyordu.

İçin için ağlıyordu Mukadder. Komşular, kan bağı olmadan bir kıza sahip çıkmak her yiğidin harcı değil diyorlardı aralarında. Ölü sahibinin omzuna vurarak teselli ediyorlardı. “Arkasından duası okunuyorsa da senin sayende.” “Hakikaten kimi kimsesi yok muydu ki?” “Ağaç kavuğundan çıkmadı ya?” “Başka ülkedeymiş ulaşamamışlar ailesine?” “Reddetmiş ailesi?” “Mezar başında uzaktan bakan bir genç vardı, oğluymuş dediler.” “Polis sitedeki herkesle tek tek konuşacakmış” “Sivil polis olabilir aramızda” “Yalnız yaşıyor kadın, göz koydu biri kesin.” “Atmışlar mı?” “Kendi mi atlamış?”

Mukadder çok sesli koronun hengamesinden bunalıp konuşmaya başladı. “Ah benim güzel yürekli kızım. Canımın içi. Nasıl anlamadım ben senin derdini tasanı...”

Balık istifi gibi dizildikleri yerden acılı sese kulak verdi kalabalık. Çoğunu ilk defa görüyordu Mukadder. 

“Ne babadan yüzü gülmüş ne kocadan. Tası tarağı toplayıp geldi, üst katımıza taşındı. Annesi gibi severdi beni. Oğlum uzakta. Bir evlat oldu bana. Kemik erimesi belası yüzünden düşüp duruyorum. Çıt çıt kırılıyor kemiklerim. Tıkıldım eve. Dört bacaklı bastonumun tepesinde kaplumbağa gibi dolanıyorum.” Göz yaşlarını beyaz namaz başörtüsünün kenarıyla silmeye başladı, gözlerinin üstünde tuttu biraz örtüyü. Etraftan gelen acıklı nidalar eşliğinde hıçkırmaya devam etti.

Dağ taş gezerdik kocamla.  Canımız ister, Antep’te baklava, Bursa’da İskender yemeye giderdik. Yaşım yetmiş diye içimin heyecanı bitmedi ya. Ölmeden mezara tıkıldım. Tuz buz oluyor kemiklerim. Dağ başında kalakaldık. Onuncu kat dile kolay.  Bir gün “Sıcak su torbası var mı, üst katta oturuyorum,” diye kıvrana kıvrana geldi kapımıza. Adet olmuş.

Giriş katında oturan Ayla, yanındaki kadının duyacağı ses tonuyla anlatmaya başladı. “Gece uykumun arasında duydum ben aslında. Bavul düşmüş gibi bir ses. Devamı gelmeyince yanlış duydum sandım. Yaz günü camlar açık her patırtı sanki dibindeymiş gibi oluyor. Ah akılsız başım, kız belki yaşıyordu. Hiç olmadı üstünü başını örterdim. Gecelikleymiş, hep açılmış orası burası. Bir adamı görürdüm girip çıkarken, kuzeni filandır derdim. Hemen kötü düşünmedim. Kuzen olsa ne olur, erkek erkektir. Saldırdı mı kıza acaba? Kız da istemediyse. Gerçi istemese eve almazdı. Ziyan etti ahiretini. Allah’ım koru ya rabbim çoluk çocuğumuzu.”

Dedikodu frekansını tutturmuş olmanın hazzıyla atladı Nazlı. “Fantezi kıyafetleri varmış üzerinde. Deri, açık saçık bir şey. Kendisi için giyecek değil ya. Doktor hemen alttan muayene etmiş. Eve gelen karanlık tipte birileri varmış. Kavga ettiler, fırlattı attı bunu balkondan aşağı,” diye bir çırpıda ağzında çöpü boşalttı.

“Belki hemen ölmedi, saatlerce can çekişti. Yazık!”

“Pis pis konuşuyor millet. Pavyonda çalışıyor dediler, inanmadım ben. Derli toplu bir kızdı. Yaz günü eşofmanla yatacak değil ya.”

“Aynen! Hem çalışsa bize ne! Zaten taksici bulmuş. Polis, ambulans gelmiş, hemen götürmüşler. Kimsenin bir şey gördüğü de yok.”

“Belki yaşamak ağır geldi, kendi seçimi, bizi ne ilgilendirir. Herkesin kendi özgür iradesi.”

“Yaşamanın da matah bir yanı yok.”

Fikirleri örtüşenler arasında yakınlaşmalar olmaya başlamıştı. Mukadder sözü devraldı. 

“Tansiyonum inmedi bir türlü. Mezar başına bile gidemedim. Ah kızım, son yolculuğuna gelemedim senin. Ne çok severdin gezmeyi. Bir sevdiği vardı. Uzaktan uzaktan seviyorum derdi.  Bir başınalık zor geldi, kıydı canına demek, ah canım, ah şekerparem benim. Hiç anlatmazdın derdini, hep güzel şeyler söylerdin. Ablacığım senin kocan var başında, bir sesin nefesin var en azından diye teselli ederdin beni. Bizim bey de bir severdi ki, el üstünde tutardı.” Başörtüsünü yine gözyaşlarına bastırdı.

Ah onun gülen yüzü, tatlı dili. Yalnızlığıma ortak olur dedim, yoldaş olur bana dedim.  Fotoğraf çekerdi gittiği yerleri, sonra fotoroman gibi anlatırdı. Neşe kaynağı olmuştu evimizin. Ne bilelim.

Bakkalın karısı tiz sesiyle kafa dengi komşusuna döndü. “Bizim bey, ayda yılda bir yoğurt, kahve almaya gelirdi, içe kapanık, sessiz bir şeydi, diyor. Suratsızmış da. Tövbe tövbe ölünün arkasından… Yani şey, donuk bir kızmış biraz. Kafası da pek iyi değilmiş, bizim oğlan eczacı kalfası ya, o dedi. Depresyon ilacı alıyormuş sürekli. Başı gözü döndü düştü balkondan diyenler var. Mantıklı.”

Mukadder’in eşi erkekler tarafında, nispeten daha az kalabalığın kenarına ilişmiş, boş gözlerle bakıyordu.  Adamın biri, yediği baklavalarla enerjisi yükselmiş, tükürük saçarak konuşuyordu. “Kadın dediğin kendini harcatmayacak arkadaş. Başında erkek olacak. Erkek dediğin sahip çıkar, gelip bulaşsınlar bakalım sonra. Bazı şerefsiz adamlar vardır, sahipsiz kadının kokusunu alır hemen. Eski koca filan diyorlar da değilmiş, boşanmamış ki bu kadın. Adamcağız, karısıyla güzel güzel konuşmuş, yuvana, çocuklarımıza dön demiş. Anlamamış. Fare zehri koymuş, ağzı köpürmüş hep. Bacımızı tanımam. Üzüldüm üzülmesine de bir adamın bu kadar izzeti nefsiyle de oynamayacaksın. Zorla katil etmeyeceksin arkadaş.” 

Sallanan birkaç başın arasında on yaşlarında bir çocuk, merakla söylenenleri dinliyordu. Söz sırası ona gelmişçesine atladı. “Benim başımı severdi, top oynarken görürdüm. Kapının önünde bir motor çarpmış, kaçmış. dediler. Çantasını alıp kaçacaklarmış pis hırsızlar.”

“Kan davası varmış, bir kurşunla almışlar canını.”

“Annem yaşındaymış, zavallı kadın. Hamileymiş, cesedinden karnı bile belliymiş. Annem evli adamdan hamile kalmış dedi. Karısı kiralık katil tutmuş.”

Mukadder yaşlı gözleriyle buluşmuş örtüsünü ayırmadan tekrar tekrar yaşıyordu aynı sahneyi zihninde.

Gece aradım fenalaştım diye. Balkona çıkalım dedim, nefes alayım biraz. Balkon demirinin hizasında tavanda akrep gördüm diye tutturdum. Yok abla, dese de sopa verdim eline, gözünü seveyim at onu aşağıya deyip fenalaşmış taklidi yaptım. Kırmadı beni. Sandalyeye çıkar çıkmaz da ittirdim aşağıya. Bir gram sızlamadı içim. Biraz da sen öl Gülümser Hanım. Nasılmış, gör bakalım.

Kulaklarındaki uğultudan bunalan Mukadder, artık gitme vakti geldiğini belirtir bir hareketle ayağa kalktı. Söz ve ölü sahibi olarak konuştu. “Mukadderat!” dedi yüksek sesle. “Allah taksiratını affetsin.”

“Âmin,” sesi dalgalandı odada. Kapının yanındaki kocasıyla göz göze geldi.

Tülün ardında ağlaya ağlaya izledin beni kart zampara. Hani nerede kaldı erkekliğin? Nafakası yetmeyince sana sardı. Kim ne yapsın porsuk suratını. Gençliğine kanın kaynadı değil mi. Şıkır şıkır giyinmeler, kokular sürünmeler. Ben senin gençliğinden idmanlıyım, az buz def etmedim kızları. Bu da son olsun. Ölüm paklık. Tahtalı köye gidene kadar benimlesin azgın herif. Cehennemin dibinde kavuşursunuz.


Nalan İncekara

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page