“Siz bir kişiden ibaret değilsiniz, birçok insansınız; tek bir isim altındaki bir ruh halleri ve benlikler topluluğusunuz. Bazı yanlarınız insan bile değil, kısmen memeli, kısmen sürüngen, biraz gül, biraz ay, biraz rüzgâr. Ve hayatınızda hangi yanların baskın olduğu meselesi ile ilgili, aslında bunlar sizi ele geçirir. Bence etrafımızdaki çoğu insan en sıkıcı yanları tarafından ele geçirilmiş olarak dolaşıyor; buna yani ele geçirilmenin en kötü haline ise ‘normal’ denir.”
Micheal Ventura
Kâğıt peçeteyle tortuları sıyırdım, süngeri köpürttüm. Güzelce temizledim kirli tabakları. Bulaşık makinesine yerleştirdim. Tuzu ve parlatıcıyı kontrol ettim. Her şey tamamdı. Selin olsa, “Bunlar zaten temiz,” derdi. Ekonomik programı seçtim, başlat tuşuna bastım. Kapı çaldı. Kocamın diş parlatıcı özel macunları gelmişti. Gönderi ücretini ödedim, ellerimi yıkadım. Salona geçtim. Başladım toz almaya. Kütüphanenin önünde durdum, aşkla kitapları seyrettim. En büyük hayalimden çok uzaktım. İki yıl olmuştu, tek satır yazamamıştım. Acıdan kaçmak için mutfağa koştum hemen. Buzdolabını açtım. İçi sütlaç dolu kâseyi seyrederken tuhaf bir ses çıkardı bulaşık makinesi, durdu. Servisi aradım. “İki gün sonra gelebiliriz,” dedi davudi sesli adam. Moralim bozuldu. Sütlacı yemeye karar verdim irademe söverek. Bir gün bile dayanamamıştım. O dar elbisenin içine girme hayali suya düşmüştü.
Kütüphaneye geri döndüm. Her sabah bir öykü kitabı seçer, rastgele sayfa açarım. “İnsan Dipleri” isimli öykü çıktı karşıma bu kez. Büyük zevkle okudum.
Ben adamın ayaklarını görmeden, katiyen yatağa girmezdim sevgili Sema Hanım. Zaten benim biriyle yatağa girmem büyük mesele. Eski sevgilim Ateş çok yakışıklıydı ama yanlış parfümü kullandı. Ayaz, en büyük aşkım sanırdım. Bugün bile adını sayıklıyordum nefesi kokmasaydı. Peki, nasıl çekildim kapandaki peynire? Kuyruğumdan yakalandım. Mutfak faresiyim ben. Kocasını mutlu etmekten başka bir amaç gütmeyen. Diş parlatıcı özel macunlarını yesinler! Kim kokluyorsa nefesini artık?
Tam bilgisayar başına oturacaktım ki kapı çaldı. Kocamın şalgam suları gelmişti. Adana’dan! Koliyi açtım. Şişeleri tek tek sildim sabunlu bezle. Zıkkım iç e mi! Nereye koyacaktım yirmi tane şişeyi? Çekmeceler, dolaplar, hatta küçük balkonumuz bile ağzına kadar doluydu. Ah bu Şevket’in satın alma hastalığı! Boğulduğumu hissetim. Küçük bir valiz hazırlasam. Kaçsam bu şehirden. Mutfağa doğru koşuyordum ki ayağım kaydı. Tam da kafamın üstüne. Şiddetli bir düşüş! Acıyla yerden kalktım. Ağladım azıcık. Kendime acıdım. Süpürgeyi çalıştırdım kalçamı tutarak ağrı içinde. Sıkı bir temizlik yaptım. Ütü odasına girdim. Ağzına kadar doluydu sepet ama pilim de bitmişti.
Bak, Selin ütü yapmayı bıraktı. Katlarken eliyle sıkıca bastırıyormuş, okşar gibi!
Havlular diken diken! Nevresimler haşır huşur. Ya donlar? Ütülemeden olur mu hiç? Ütüyü prize taktığım anda beyaz bir kıvılcım çaktı. Şevket hiçbir şeyimi eksik etmezdi nasıl olsa, bozulan aletlerin yenisini alırdı hemen. Yeter ki melek yüzlü karısı evde otursun.
Çamaşırları okşayarak katladım mecburen. Mutfağa geçtim. Bezelye torbasını çıkardım. Yeşil taneler zıplamaya başladı kafamın içinde. Allah’ım ne sıkıcı iş! Bezelye boğuntusu. Sevgili kocam aç kalmasın diye çektiğim çileye bak! Pıtır pıtır, pıt pıt! İçi boşalan bezelye kabuğuyum şimdi. En diri tanelerimi pişirdiler. Etim sündü.
Soğanı dilimlerken gözlerimden akan yaşı yaladım. Bunu hep yaparım. Bana tuzlu olduğumu hatırlatır. Salamura bir balık kadar yalnız! Yağda kızarmış soğan kokusunu içime çektim. Yine karnım acıktı. Buzdolabını açtım, iki mercimek köftesi attım ağzıma hızlıca. Doyma-acıkma döngüsüne kıstırılmış kuyruğumu hatırladım. Daraldım.
Valiz! Küçük bir valiz.
Antakya’dan gelen domates salçasını düdüklü tencerede erittim, zavallı kuzunun etini de bezelyelerle birlikte içine attım. Ağır kapağı oturtup düdüğü yukarı doğru çevirdim. Yine kapı çaldı. Kocamın tişörtleri gelmişti. Birinin üstünde şöyle yazıyordu:
“Beni eleştirebilirsin ama içinden!”
Allah cezanı versin Şevket! Diş parlatıcı macunların patlasın! Şalgam suların kurusun! Tişörtlerin çamaşır makinesinde çeksin de küçük gelsin üstüne! Bu evin her odasında başka türlü yalnızım be!
Telefonuma düşen mesajla cinlerim iyice tepeme çıktı.
“Akşam Caner’le içmeye gideceğiz. Geç gelirim.”
Şalgam suyuna uzandım, kapağını açtım, içine yirmi kez tükürdüm. Evli olduğumuz her yıl için bir defa. Buzdolabına, rakının yanına koyuverdim.
Küçük bir valiz.
Yeni bir şehir…
Bu evin her köşesinde tek seçeneğim var, hayal kurmak. Onu bile beceremiyorum. Evlilik sadece aşkı öldürmüyormuş, yaratıcılığım da öldü yavaş yavaş. Mükemmel ayaklara sahipsin diye. Birkaç küçük çığlık için. Şimdi olsa olsa öfke çığlıkları kaldı geriye. Ne haltlar yediğini biliyorum üstelik. Ama sen hiçbir zaman öğrenemeyeceksin düşlerimde kiminle seviştiğimi. Hep bana yettiğini düşüneceksin. “Kocam hiçbir şeyimi eksik etmez,” dediğimde, gözlerinde yanıp sönen ateş böceklerini öldür Şevket. Çok eksiğim var çünkü.
Hırsla yataktan çektim kirli çarşafı.
Çift kişilik nevresim takımlarınız batsın.
Uzun zamandır yalnız yattığım yatağa baktım.
Arzularım, bedenime batan büyük yeşil bir diken.
Tuzlu gözyaşlarımı yaladım yine. Ölü bir balık olduğumu düşündüm. Şüphesiz balığın vatanı denizdir. Benimki de konforlu evimdi. Kocam hiçbir şeyimi eksik etmezdi cep telefonuna sarılıp uyurken. Çarşafı burnuma yaklaştırdım, bozuk peynir kokuyordu.
O anda korkunç bir gürültü geldi mutfaktan. Düdüklü tencere patlamış, tavanda büyük bir göçük açılmıştı. Olay yerine dönüşen mutfağın kapısındaydım. Karşımda duruyordu. Saçlarında bezelye taneleri. Yüzünde salçalı soğan. Mantosunun kuşağını açtı. Çıplaklığını çekinmeden sergilerken, rahatsız edici bir gülüş ışıldadı yüzünde. Seksi ve şeytani!
Bana mı aitti o gülüş?
Kusurlu güzelliğimi seyrettim. Bedenimde değiştirmek istediğim her noktayı, gölgem sahiplenmişti. Parlak yıldızlar döküldü gövdesinden. Kalçasına bir yılan dolandı, memelerine doğru ilerledi.
Çıplak ayaklarıyla kırıtarak salona doğru yürüdü. Kırmızı şarap doldurdu kadehe. Şişenin etrafındaki bir iki damlayı yaladı. Leblebiyi avuçladı. İştahla çiğnedi. Şarabı beğendiğini göstermek için vahşi hırıltılar çıkardı. Kabarık saçlarını kalemle topladı.
Bilgisayarı açtı, yazmaya başladı. Ayakta! Dans ederek. O kadar hızlıydı ki, sanki elleriyle değil, pençeleriyle dokunuyordu klavyedeki harflere. Birbirimize ayak uyduruncaya kadar ritim sorunları yaşadık. Sonunda uyumlandık.
O dans ederken içimden dışıma doğru düşlemeye başladım. Hazırdım! Serbest bıraktım parmaklarımı. Yazarken yaşadığımı hissediyordum. Kayıp parçalarım bana doğru yaklaştı. Benliğimi, tam ve bütün hissetmenin kıvancı sardı.
Nazlı Akın
Comments