top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Neşe Cengiz- Dur Şurayı da Sileyim

Tavandan koca bir sıva parçası düştü odanın ortasına. Geçen gün de aynısı olmuştu. Evi bok götürdüğü yetmezmiş gibi işin yoksa bir de bunu temizle. Hepi topu kırk metrekare, yarısı rutubetten dökülüyor. Yatak, masa, çamaşır askısı, adım atacak yer yok. İki karış tezgâhın üzerindeki kahve makinesi bile benden havalı şu evde. Gerçi onu da ayakkabılıkla beraber satmayı düşünüyorum. Önümüzdeki ay yeni bir daireye çıkmazsam adam demesinler.

Sürüne sürüne bir oldum. Kiralar ateş pahası. Böbreğin tekini satsam depozitoya anca yeter. Biriktirdiğim para çoktan suyunu çekti. İnsan darda kaldı mı olmayacak işler geliyor aklına. Ben de en olmayacak ihtimalleri düşüne düşüne yürüyorum. İhtimal dediğim, pederi ikna edip yokuşun tepesindeki viraneyi müteahhite verdirmek. Şöyle eli yüzü düzgün bir daire düşse daha ne isterim? Kirada sürüneceğime odalardan tekinde otursam insan gibi. Nuh diyor peygamber demiyor cimri herif. İki daire, bir dükkândan aşağısına olmazmış. Utanmasa binanın tamamını isteyecek.

Mutfakta ağıza atılacak lokma yok. Caddenin sonundaki ciğerci tabelası gel gel diyor. Ellerim cebimdeki son parada. Ulan dedim, borç bini aşınca kuzu eti yenirmiş. Dal gitsin şuraya be. Yarına Allah kerim. Kapıyı çaprazdan gören bir masaya kuruldum. Tam garsona sipariş vermiştim ki gürültü koptu. Baktım kerli ferli iki adam itişiyor. Oturanlar lavaşa sardıkları ciğere yumulmuş, kimse oralı değil. Nasılsa yemeğim gelmemiş. Kaykıldım, seyrediyorum. Gören gırtlak gırtlağa kavga zanneder. Meğer hesap ödüyorlar. Bölün gitsin işte. Yoo, hayatta olmaz. Bir nevi itibar meselesi. 

“Bi dur, şerefsizim olmaz!”

“Ödersen selam vermem!”  

Nihayet anlaşmış olacaklar ki ses kesildi. Galip gelen ilk önce kravatını düzeltti. Ardından fırça gibi saçlarını. Gururla etrafa bakınıp buyurdu. 

“Düş önüme, haydi.”

“Yav Nusret abi oldu mu şimdi? Geçen de aynısını yaptın…”

Tabii ya! Bizim Nusret. Ben de diyorum bu ses hiç yabancı değil. Hocaam diye bağırmışım. Dönüp dik dik baktı. Yanındaki yol açtı hemen. Aynı anda birbirimize doğru yürüdük. Şöyle tepeden tırnağa süzdükten sonra, “Ulan, sen misin?” deyiverdi. Davranıp elini öptüm. Hâl hatır sormamı yarıda kesip yapıştırdı.

“Vay hayırsız. Nerelerdesin, ne yapıyorsun?” 

Ne yapayım hocam, ev arıyorum diyecek oldum. Acele etmeden döndü. Arkadaşıyla vedalaşıp masaya yerleşti.

Görmeyeli seneler olmuş. Lisede tarih hocamızdı Nusret. Kısa boylu, kupkuru bir adam. Altmışı devirmiş ama sapasağlam duruyor maşallah. Vaktiyle sevdiği kız kaymakama varınca gönlünün kapısına vurmuş kilidi. Temizlik hastalığına o sıra tutuldu derlerdi. Kolonyasız gezmez, silmeden hiçbir yere oturmaz, restoranlarda tabağını çatalını yıkatır, yıkamazlarsa olay çıkarır. Bunca pimpirikliğine rağmen çok severdik hepimiz. Fakat bir çene var ki bunda, gücü yeten dinlesin. Hiç seslenmese miydim acaba?

“Anlat hele hayırsız. İnsan arayıp sormaz mı?”

“Hocam iyi gördüm sizi vallahi.”

Nusret kaçın kurası? Laf kalabalığına gelecek adam değil. Anlat gitsin be. Zaten dolup taşmışım. İyi de nasıl? Onca okullar oku, emsallerin ev bark sahibi olsun, sen git fare deliği kadar yere sığın. Kaç yıldır taş üstüne taş koymadın mı diyecek şimdi. Durduk yere başıma iş açtım. Yok, böyle olmayacak. Önce ciğer gelsin, yanında acılı ezme. Yerken oyalanırım. Bu dayanamaz, lafı alır ağzımdan nasılsa. Ne diye seslendim ki? Bari, çok şükür geçinip gidiyoruz diyeyim olsun bitsin. Diyemiyorum. Of! Burası da çok sıcak.

Ben sustukça Nusret de sustu. Görülmüş şey değil. İnadına konuşmuyor sanki. Buruşuk ellerini masaya koydu. Saniyesinde geri çekti. Gözlerindeki ifade röntgen cihazı gibi suratımda. Garson tepsidekileri indirdi önüme, yan masa çaylara geçti, bende hâlâ çıt yok. “Yesene oğlum!” dedi sertçe. Yiyeyim yemesine de iştah mı kaldı? Çatalı kapıp, ev arıyorum hocamdan girdim. Vaziyeti bir bir saydım. Ne kadar zaman geçti bilmem. Çatal halen elimde. Kollarını kavuşturup yüzüme sıcacık baktı.

“Önce karnını doyur, kafan çalışsın.”

Tabaktakileri ağzıma hızlı hızlı tıkıyorum. Hay çenemi! Sefilliğimi ortaya döküp iki paralık oldum. Kafam çalışmaya başlamış olacak ki dedim ne ikram edeyim hocam. Elini göğsüne götürerek cevapladı. Hemen kalksam ayıp. Bari çay söyleyeyim. Ben garsona iki çay diyemeden hesabı ödemişti. Hocam oldu mu böyle? “Yürü,” dedi, “çayı bende içeriz.” İçelim anasını satayım, ne olacak? Tıpış tıpış düştüm peşine. 

Önümüzden geçen taksiye atladık. Adresi söyledi. İndiğimiz yerde tatlıcıya uğradı ilkin.

“Fıstıklı sarma taze mi? Değilse bozuşuruz ha…”

Adam paketi hazırlarken gülümsüyor. Belli ki her gelişinde aynı muhabbet. Cüzdanıma davrandım. İzin vermedi. Oradan gittik manava, sonra kuruyemişçiye. Bizimki nereye girse bir hizmet, bir hürmet. Elimiz kolumuz dolu yürüyoruz. Ha babam konuşuyor. Doğru düzgün dinlediğim mi var? Gözüm caddenin üzerindeki şıkır şıkır evlerde. Hemen hepsi demir parmaklıkla kaldırımdan ayrılmış, önü yeşillik. Ya benimkisi? Laz müteahhit tek odaya iki kapı koymuş, yutturmuş bize daire diye. “Geldik,” sesine döndüm ki vay anam vay! Ev değil cennet mübarek. İki katı da bembeyaz boyanmış, pencerelerde çiçekler. Ağzım açık kalakalmışım. “Girsene oğlum,” dedi bahçe kapısını bırakmadan. Toparlanıp düştüm peşine. Anahtarı kilitte döndürdüğü çelik kapı iki aylık maaşım eder. Ayakkabılarını çıkardı. Girişteki beyaz dolaba yerleştirdi. Ben de aynısını yaptım. 

Ömrümde bundan temiz ev görmüşlüğüm yok. Beyaz çorapla bir hafta gez, sakız gibi tabanla çıkarsın. Her şey düzenli, eşyalar olması gerektiği yerde. Elimdekileri bırakmak için girdiğim mutfak pırıl pırıl, aydınlık. Kendi perişanlığıma kahırlanırken seslendi.

“Banyo koridorun sonunda.” 

Ellerini yıka demek istiyor. Yıkamam mı? Sabun mis kokulu, havluya dokunmaya cesaret ister. Yerde ışıldayan mermere bakıp ellerimi pantolonuma sildim. Soru yağmuruna başladığında çayın suyu kaynamıştı. Tatlıyı yedik, bir demlik çay bitti. Anlattı durdu sağdan soldan. Kolları sıvayıp bulaşıkları makineye yerleştirdi. Tezgâhı ovdu. Sarı bezi çamaşır suyuna koydu en son. Gidecek oldum, bırakmadı.

“Olmaaz! Bu gece misafirimsin.”

Aklımdan bile geçmezdi ama şu saatte pasaklı evime seve seve tercih ederdim Nusret’i. 

Yalnız, bir gece oldu mu sana üç gün. İşten çıkıp koşa koşa geliyorum. Sıcak yemek, ütülü çarşaflar, üstelik bir kuruş harcatmıyor. Biz de görgüsüz değiliz. Yediğimi kaldırıyorum, banyoyu tuvaleti tertemiz bırakıyorum çıkarken. Yalnızlıktan mı bıktı bilinmez, dedi gel burada kal. Ne demeye ev arıyormuşum? Olurdu, olmazdı epey tartıştık. Kazık kadar adamız, sığıntı olmaya razı gelsem gider babamla otururdum. İncitmeden konuyu kapatmanın yollarını arıyorum. Dedim, bir ev var hocam. Yarın sözleştik emlakçıyla. Sessizliğe gömüldü. Dirseği masada, yumruğu çenesinde epey bekledi. Al işte! Küstürdük adamı. Karnıma ağrı girdi sıkıntıdan. Sabır da bir yere kadar. Elini öpüp vedalaşmak üzere ayağa kalkmıştım ki otur diye işaret etti. 

Üstteki daire annesininmiş. Kadıncağız rahmetli olunca bizimkinin gönlü razı gelmemiş kiraya vermeye. “Nihayetinde ev değil mi, gel sen otur,” dedi. Vallahi canıma minnet ama böyle bir yerin kirasını ödeyecek para nerdeee… Kiminin parası, kiminin duası diyerekten komik bir rakamda anlaştık. “Gel öyleyse evi göstereyim,” dedi. Sanki beğenmemek gibi bir lüksüm vardı da. İçim içime sığmaz hâlde merdivenleri çıktık. Benim izbenin yanında yeminle saray burası. Kapıdan girince şaştım kaldım. Ne bir zerre toz ne koku. Belli ki eli hep üzerindeymiş Nusret’in. Oradan anlamalıydım ama ev bulmanın sevinciyle aklım başımdan gitti.

Ertesi gün işten izin aldım. Evden ayrıldığım sıra bir elimde giysilerimi doldurduğum bavul, öbüründe kahve makinesi. Çıkarken portmantonun lekeli aynasında kendimi gördüm. Hemen çarptım kapıyı. Geri kalan döküntüyle ev sahibi uğraşsın. Onca zaman sömürdüğüne saysın kan emici herif. Yeni evimde ihtiyacım olan her şey var. Allah’ım, ölüyorum mutluluktan. Evin aydınlığı yüzüme yansıdı. Kıyafetleri dolaba yerleştirirken, kitapları masaya dizerken içim kıpır kıpır. Gece hemen uyuyamadım. Baktım, karşımdaki duvarın köşesinde yarım kalmış dantel gibi bir örümcek ağı. Epey zaman amaçsızca seyrettim. Nusret bunu nasıl görmemiş? Hayret! Işığı söndürdüm, sırıta sırıta yumdum gözlerimi. 

Sabahleyin yattığım odanın kapısı aralandı. Uyku sersemi bir fırlamışım. Buz gibi suya dalıp şoka girersin ya, tıpkı o durumdaydım Nusret’i karşımda görünce.    

“Epeydir tıklıyorum kapını ama…”

Hay lanet olsun böyle işe! Ne arıyorsun yatak odamda be adam? Meğer anahtarın biri kendisindeymiş. Terbiyemi bozmamak için şekilden şekle giriyorum. Nihayetinde çiçek gibi evini vermiş. Üstelik kahvaltı hazırlamış, uğraşma gel diyor. Az daha uyumak için biraz kırıklığım var bahanesini uydurdum. “Yaa,” diyerek çıkmasıyla elinde kupayla dönmesi bir oldu. Tarçınlı ballı sütmüş. Sabah sabah içim kalktı. Yastığa sırtımı verip oturdum. Tavandaki örümcek ağını seyrederek yudumladım yavaştan. Kupanın yarısını zor bitirdim. Bari gidip duşa gireyim. Banyoya yönelmiştim ki o ne? Koltuklar çekilmiş, halı kalkmış, elektrik süpürgesi ortada. Efendim, toza dayanamazmış. İnsan olan kir içinde oturmazmış. Hele banyo, tuvalet pırıl pırıl olmadıktan sonra… Otomatik silah gibi saydıkça gözlerim karardı. Bir yandan süpürgeyi fişe takıyor. İyi de burada ben oturuyorum, git kendi evini temizle diyemedim. İlk günden papaz olmayalım. Bir daha yaparsa usulünce ikaz edecektim.  

Cumartesi arkadaş, cumartesi! Bırak da dinlenelim. Ev zaten tertemiz. Kolları sıvamış artık, işin ucundan tutmasak olmaz. Ulan, ben bulaşık çıkmasın diye aynı bardağı günlerce kullanıyordum. Kaşla göz arasında süpürgenin borusu elimdeydi. Ben bir yandan, o diğer yandan her yeri ovduk parlattık. Ne yalan söyleyeyim, içime bir ferahlık gelmedi değil. Dur şurayı da sileyim, burayı da sileyim derken hızımı alamayıp fayansların üzerinden iki kere geçtim. Örümcek ağı kalsın. Nasılsa haberi yok. Hem, peşimden dalmasın şimdi yattığım yere. 

Ertesi hafta, bir sonraki hafta aynı şekil devam. Anahtarı ver diyemedim. Başucumda toz beziyle uyuyorum. Tam çekip gidecekken ev ilânları ağzımı, dilimi bağlıyor. Su faturası bir geldi, yığılıp kaldım koltuğa. Temizlik ürünleri reyonundan çıkamaz oldum. Yok, böyle süremez. Başlarım konforuna da ucuzuna da. Gömleğimi rastgele fırlatayım, çay bardağını bırakayım içtiğim yerde, çöp kovası koksun. Tozlu parkelerde şöyle rahat rahat yürümeyi özledim. Neyse ki örümcek ağı yerinde duruyor. Hayatta göstermem. Hadi bakalım Nusret Efendi, bunu da temizlesene!  

Gene bir hafta sonu perdeleri sökmüş çamaşır makinesine dolduruyordu. İşte o an beynimde şimşekler çaktı. Tapuyu üzerime yapsa istemem artık. Çıkacaktım buradan. İyi de damdan düşer gibi bana eyvallah denmez ki. O kadar nankör değiliz. Bunca iyilik etmiş, gönlünü kırmadan gitmenin yolunu arıyorum. En iyisi kendimi kovdurmak. Her akşam olduğu gibi yemeğe çağırdı. Sıkıysa gitme. Elinde tepsiyle yukarı geliyor. Kurulduk masaya. Çorbası, zeytinyağlısı, bembeyaz örtü, peçeteler örtüyle takım. Etraftan yayılan çamaşır suyu kokusu genzimde. Kovulmak için hesaplar yapıyorum. Ne sorduysa geçiştirdim. Çorbayı devirdim önce, örtüye bilerek zeytinyağı bulaştırdım. Masayı öylece bırakıp gittim yatmaya. Kesin delirmiştir. Ne delirmesi? Sabah kahvaltı hazır diyerek dikildi kapımda. Kızgın da değil keyifsiz de. Yıkamış, paklamış, “Otur,” dedi, “kahvaltısız çıkılmaz.” 

O günden itibaren odama kapandım. Döktüm, saçtım, geceleri müzik dinliyorum son ses. Telefon görüşmelerim küfür kıyamet. Epey bozdum kendimi. Gıkı çıkmıyor. Kirli çoraplarımı sehpanın üzerinde bırakıyorum, yerlerde kuruyemiş kabukları. İşi rahmetlinin el dokuması halılarına ayakkabıyla basmaya kadar vardırdım. Buna çok içerledi, suratından belli. İşte o vakit rezilliğimden utandım. Daha fazla devam edemezdim. Zaten onun da pes edeceği yok. Gecesinde giysilerimi valize tıktım. Sabaha doğru parmak uçlarımda kapıya yürürken kalbim küt küt. Karanlıkta seçemesem de gözlerim niyeyse son kez örümcek ağının olduğu köşeye kaydı. Fikrimi değiştirme korkusuyla çabucak dışarı attım kendimi. 

O saatte taksi bulmak mucize. Şansım yaver gitti, sokağın başında beni bekliyormuş mübarek. Babam beş karış suratla açtı kapıyı. Ne hoş geldin var ne soru sormak. Gitti, geri yattı. Dönüp dolaşıp kürkçü dükkânına gelmiştim. Valizi fırlattım ortaya, ayakkabılarımı çıkarmadan kanepeye uzandım. Ellerim başımın altında kenetli, düşünüp durdum bir müddet. Öylece sızmışım. 

İşe geç kalmıştım. Kesin aramışlardır. Telefonum kapalı. Açmaya cesaret edemedim. Başkası umurumda değil de Nusret aradıysa… Konuşmaya yüzüm mü var? Üstüm başım önceki günden kalma. Terlemişim, kokuyorum. Ayaklarım da şişmiş üstelik. Huzursuzca çıktım. İşe gitmeden bir poğaça alıp yedim. Mide asidi boğazıma kadar dayandı. Nerede Nusret’in çörekotlu poğaçaları…

Önceki gecenin yorgunluğundan mı nedir akşamı zor ettim. Dört lahmacun bir de ben girdik kapıdan. Biliyorum, ev tamtakır. Babam yemek falan yapmaz. Tepside ekmek kırıntıları, sahanda yumurta, maça dalmış. Masanın üzeri tozdan görünmüyor. Böyle de oturulmaz ki. Güzelce sildim. Olmadı. Bulaşık bezi ekşi ekşi kokmuş. Biraz çamaşır suyu bulsam şuralarda. Deterjan da bitmiş işin kötüsü. Lahmacun desen yağ içinde yüzüyor. Yarısını zor bitirdim. Ah Nusret’in dört başı mamur sofraları ah… Ne zaman çıktım evden, markete ne vakit gidip döndüm haberim yok. Önce yerleri süpürdüm. Çamaşır suyunu boca ettim kovaya. Sildim, ovdum. Evi oturulacak duruma getirmek iki gün sürdü. 

Öğleye doğru zor uyanan babamı her sabah süpürge sesiyle zıplatıyorum, gıkı çıkmıyor. Eline bezi tutuşturma da ne yaparsan yap. Akşam geldiğimde bakıyorum, dökmüş, saçmış. Kıllarını yerde bırakma, en azından bir su tut şu banyoya diye o kadar söyledim. Diş fırçanı kullandıktan sonra yerine koy, her tarafa su damlıyor. Kime diyorum ki? Dişini fırçaladığına şükür. Koli koli çamaşır sularının parasını ben veriyorum nasılsa. Kirletiyor, temizliyorum, dağıtıyor, topluyorum. O vakitler Nusret’in evdeki örümcek ağı geliyor aklıma. Gülümsüyorum. Yatağa yatıyorum, nevresim kokuyor. Çay bardağı sararmış, demliğin dibi kararmış, lavabo kireç tutmuş derken kafayı yedim. Peder arada tuhaf bakışlarla beni izliyor. Ulan demiştir, temizlik iyi hoş da ne oldu buna? Ben de bilmiyorum ki. Daha evvelsi ay pasaklının tekiydim. Tuvalet kâğıdı askısı bile aldım şimdi. İçimde titiz bir herif pusuya yatmış meğerse. Hay çıkmaz olaydı yerinden. Kovayı, bezi bırakamıyorum. Nusret’ten kaçmadan önce keşke o örümcek ağını da temizleseydim. Niyeyse fena taktım bu aralar. 

Geçen dayanamayıp büfeciye giydirecektim az kalsın. O tezgâhın üzeri ne arkadaş? Kirden rengi değişmiş. Ofisteki karılara da iki çift lâfım var ama bunlara bulaşmak tehlikeli. Adamı rezil ederler. Çalıştıkları yer böyleyse evleri kim bilir nasıldır? Dosyaları düzenlesem, masaların tozunu alsam kaşla göz arasında. Kendimi zor tutuyorum. Çaycıya kaç defa dedim, şu bardakları deterjanlı suya yatır. İçim kalkıyor kenarlarına bakınca. Oralı bile olmadı. Kesin arkamdan dalga geçmiştir.  

Evde vaziyet aynı. Her akşam hazır yemek, ortalık çiçek gibi. Babamın keyfi gıcır. Gene de yıkanmadan üzerini değiştirme huyunu bıraktıramadım. Mis gibi yıkanmış kıyafetleri terli terli giymesi yok mu? Üstelik çıkardığını geri dolaba koyuyor. Bir türlü baş edemediğim kokunun sebebi anlaşıldı. Şu moruğu üzerindekilerle beraber küvete sokup fırçayla girişsem. Dur, ben sana yapacağımı bilirim. Hırsla daldım odasına. Dolabı döktüm, çamaşır sepetine doldurup karşısına dikildim. Namussuzum bu son. Bir daha aynısını yaparsa hepsini fırlatırım pencereden. “Anası da titiz değildi, kime çekti bu manyak!” diye diye kalktı gitti herif. Gerçi iyi oldu. Hazır ayak altından çekilmişken dolabın içini de sileyim. Nusret ılık suyla silerdi hep. Ben de öyle yaptım. İçiydi, kapağıydı tamam. Üstünü temizlememek olmaz. Sandalyeye çıkıp oraya da el attım. Ulan, bu örümcek ne azimli çıktı arkadaş. Daha geçen gün sıyırdım ağlarını dolabın tepesinden. İçim sıkıldı. Nusret’in evdeki örümcek ağı duruyor mudur acaba?  

Sırtımı koltuğa yaslayıp kumandayı elime almıştım ki babam eve döndü. Çoraplarını çıkarıp kanepeye attı. Pis pis sırıtarak parmak aralarını kaşıyor. Bilinçsizce kumandayı fırlatmışım. Kaç kere tutmuştur o ellerle. Öfkeden deliye döndüm. Bu defa ben attım kendimi sokağa. Uzanıp dinlenmek varken akşamın köründe yokuş aşağı yürüyorum. Ellerim, cebimde unuttuğum anahtara değince irkildim. Nusret’in anahtarıyla el ele taksi durağına yöneldik. Kaç zamandır beynimde çınlayan sesi bu defa susturamadım. O örümcek ağını temizleyip dönmezsem bana rahat yüzü yok. Adresi söyledim, yaslandım arkama. Eve yaklaşınca karnıma ağrı girdi. Ya burun buruna gelirsek, ne cevap veririm? Bir durak önce inip ağır ağır yürüdüm. Sessizce nasıl girsem, yakalanmadan nasıl çözsem bu meseleyi? En iyisi Nusret yatana kadar beklemek. Allah’tan erken uyuyor. Kaldırımda iki tur attım. Perdeden sızan ışıklar sönünce yarım saat daha oyalandım. 

Caddeden geçen otomobilin homurtusu, kaldırımda telaşlı bir ayak sesi yüreğimi hoplatmaya yetiyor. Vazgeçip geri dönmem an meselesi. Dönersem asla huzur bulamam, biliyorum. Örümcek ağı o duvarda durdukça nereyi temizlesem boş. Dakikalar geçiyor, bir türlü yaklaşamıyorum kapıya. Sonunda ya Allah deyip anahtarı kilide uydurdum. Karanlık merdivende basamakları yoklayarak çıkmak ne kadar zor olabilir ki? Hay lanet olsun! Sensörlü lambayı hesaba katmamışım. Sırtımdan aşağı ter boşandı. Ayağımın teki havada, kalakaldım. Tam kaçıp gidecekken ayaklarım tersini yapıp doğru yukarı. Daire kapısına ulaştığım sıra alt kattan gelen sesle nefesimi tuttum. Sifonun şırıltısıyla birlikte canım da çekildi sandım yeminle. Artık geri dönemezdim. Hem şüphelense işemeye mi gider? 

Evin deterjanla karışık naftalin kokusu burun deliklerime hücum ettiği sıra kendimi içeri atmıştım. Doğru banyoya. Biriktirdiğim korku ip gibi akıttığım suyla gitsin diye bekliyorum. Ses çıkmasın da beklerim, ne olmuş. Yarıya kadar dolunca bir elimde kova, öbüründe bez, daha önce yatmış olduğum odaya süzüldüm. Nihayet kontrol bendeydi. Sandalyeye çıkmış, usulca örümcek ağına uzanıyordum ki içerisi aydınlandı. Hızla arkama döndüm. Ne zaman uyandı, çıt çıkarmadan hangi ara geldi peşimden? Bembeyaz pijamasıyla hayalet gibi kapının ağzında dikiliyordu. Elim havada, suratımda kim bilir nasıl aptal bir ifade. Dondum kaldım. Sanki hiç gitmemişim gibi baktı. “Ne yapıyorsun?” dedi sadece. Açıklanacak vaziyet değil. Yatarken gözüme takılmış da silmeyi unutmuşum da geçenlerde aklıma gelmiş de… Bir kahkaha patlattı. Ellerini beline koyup kahkahalarının arasından infaz kararımı tebliğ etti.   

“Ulan Saffet, şimdi ayvayı yedin!”


Neşe Cengiz

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page