İç iç iç sonuna kadar, sakın kahvesini bırakayım deme, telvesi kalana kadar iç. Koy tabağını fincanın üzerine, çevir. Kız kendine doğru çevir, ters kapat. Şöyle de masanın üzerine koy. Yok mu üzerinde gümüş bir şey, çıkar koy fincanın üzerine. Bir bağ oluşsun fincanla aranda, duygu geçişi falan anladın mı? Şimdi bırakalım kendi halinde soğusun, müdahale etmemek lazım. Hayat gibi aksın gitsin, kendi başına soğuyuversin. Beklesin bi’müddet.
Şimdi düşün falını, ne var ne yok hayatında? Ne beklersin şu hayattan? Geçir zihninden sakın bir şey söyleme bana! Sonra dolandırıcı falan dersin neme lazım? Bana malum olmuyor ya böyle şeyler. Hele, üç harfliler gelir söylermiş, tövbe haşa! Korkarım ben öyle işlerden. Bakarım yüzüne, ne derdin var görürüm, fal da çıkar. İnsanın yüzü aynasıdır, bir çehreye, bir çift göze derinden derinden bak bakalım neler neler görürsün. Yok annem, biz millet olarak ne dinliyor ne görüyor ne de anlıyoruz. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor ki! Halden anlayan, dert soran da kimse yok. Anca böyle faldan, tarottan, doğum takviminden medet umarsınız, oturun da bir dost sözü dinleyin. Nerede? Ohoo! Herkes kendi derdini anlatmak derdine düşmüş, karşısındaki insanın sözü bitsin de, söze gireyim, aman bende de şöyle olmuştu, demek için bekliyorlar. Neyse neyse, bakalım ne varmış kısmetinde.
Alayım şöyle fincanını elime. Bak, fincan tabağına tam olarak yapışmamış. Kısa bir an yapışık kaldı, hemen ayrıldı. Yapışıp zor ayrılsaydı, falın fallanmış yani dileğin her neyse gerçekleşecek, fincana bakmaya hiç gerek kalmayacaktı. Şimdi dileğin her neyse, olur gibi olup olmayacak. Tüh! En kötüsü de bu ya zaten, neyse. Olsun kızım, olmaması gerekiyor demek ki hayırlısı buymuş. Olsun, falının büyük kısmı aydınlık çıkmış. Telvenin üstünde ince bir katman var. Sen kafana bir şeyleri dert edinip duruyorsun, belli belli. Ha bire tekrarlanıyor bir şeyler. Aslında büyük dertlerin yok be kızım, elin ayağın tutuyor çok şükür. Sen düşünürken kayboluyorsun. Biraz akışına bırak hayatı, peşinden koşturursan kaçıp gider elinden. Gereğinden fazla verilen emek boşa gider, yorma kendini bi’dur dinlen! Bak, ortadaki telveden kopup giden bir tortu var. Bir derdinden hiç beklemediğin bir anda kurtulacaksın, bu iyi haber. Ferahlayacaksın, nefes alacaksın, çok keskin bir kurtuluş olacak. O tortu var ya, o tortu… İnsanın içinde birikir birikir ağırlık olur ne eşya ne insan ne duygu hiçbirini biriktirmek için taşımayacaksın omuzunda. Bırak, hayatından ayrılması gereken ayrılsın. Hayat, akar gider en büyük felaket gelsin başına, insan bu elbet yaşamanın bir yolunu bulur. Şurada bir kapı var. Uzuuun, enlii sanki sonsuzluğa açılıyor. Önünde bir kapı var kızım. Cesaret eder, ha gayret deyip kapıyı aralarsan geleceğin çok güzel. Ama cesaret gerek işte. Adım atmaktan korkma, çık konfor alanından. Bak diyorum sana aç kapıyı, yürü git, yolun açık. Bak bak, şurada sıra sıra dizilmiş bir sürü insan var. Kalabalık bir ortama gireceksin. Yok yok yook! Senin için toplanmış kız bu insanlar. Sen de on-yirmi ben diyeyim otuz-kırk kişi. Doğum günün mü? Ne? Fincanından doğduğun günü nasıl göreyim kız, müneccim miyim ben? Tövbe tövbe!
Bakalım bakalım, bir dert var sana. İsminde “r” harfi olan biri var. Bir dert var olmasına da olup olmaması sana bağlı. Bir gölge mi desem, karartı mı desem. Biri var, biri. Karanlık biri, aslında bir tarafı aydınlık ama sana göstermiyor. Güler yüzlü, çocuk gibi ama büyük ne çocuğu? Neşeli ama içinden yanıyor o da. Olduğu yer de parlıyor ama karanlıkta, garip. Elinde de kitap, bilgili biri herhalde. Hisleri karanlık, duyguları karanlık, etkileri karanlık… Ne yaptığı ne ettiği belli değil. Kaç kızım böylelerinden, bela bunlar. Uzak dur böylelerinden, ne gerek var.
Çokluk genelde bela getirir kızım. Nerede çokluk varsa oradan kaçacaksın. İnsanın olduğu yerden bela eksik olur mu? Olduğumuz yeri kurutmak bizim doğamızda var, tüketmek bize doğuştan verilmiş bir hak. Az olsun, gözünü doyursun. Yanında üç kişi var. Biri uzağında, bir soğukluk var herhalde aranızda. Sevmek, kırgınlığı da beraberinde getirir. İnsan en çok sevdiğine kırılırmış ya o hesap. Belli, bir soğukluk girmiş araya, uzamamalı ama. Git konuş derim ben. İkinci kişi, uzun zamandır hayatında, bir on yılı var gibi. Çok şansızsınız siz be kızım! Her kimse bu kişi, var üzerinizde bir şey, hasret giriyor araya. Zamanında bilmemişsiniz birbirinizin kıymetini. Şimdi de ayrı kalmakla sınanıyorsunuz. Aa, balık mı şu? Hiç beklemediğin bir anda güzel bir şey olacak. Belki küçük bir şey ama sonunda mutlu olacaksın. Sıra sıra dizilmiş bir şeyler var, ben diyeyim tabak sen de kitap… Bir anda çok yoğunlaşacaksın, her yerden iş yağacak üzerine. Halledeceğin ve daha da halletmen gereken bir sürü şey olacak. Ooo, çok yoğun olacaksın. Başını kaşıyacak vaktin olmayacak gibi. Kendine ve sevdiklerine zaman ayırmayı ihmal etme aman diyeyim. Ah kızım! Sana çok emek görünüyor. Yolun açık olmasına da hep çaba istiyor. Armut pişip de ağzına düşmeyecek, ağaca çıkıp tek tek sen toplayacaksın armutları. Emek emek, zor işler bunlar. Ohoo, sana çok yorgunluk görünüyor, aman kolay gelsin kızım.
Şurada küçük bir iyi niyet baloncuğu var. Biri, içi manevi olarak çok temiz olan ve bana göre de korunan biri senin için güzel bir dilek dilemiş. O dilek her neyse gerçekleşecek, o kişinin hatırı için. Çerçevelenmiş bir mekân var, evin, odan belki yatağın olabilir. Orası her neyse sana iyi geliyor. Ha, şu üçüncü kişi bu! Üçüncü kişi dileği dilemiş senin için, bak. Onun üzerinde baloncuk. Onunla bir yolda yürüyorsun, şimdilik devam ama günün birinde yollarınız ayrılacak, hayat işte… Yine de yanında hissedeceksin onu. Fincanın içi böyle, dışına bakalım. Bak sıralı beş çizgi var. Kahveyi içerken dudağının kenarından sızmış nasibin bu senin. Fincanın dışı, dışarıdan gelen, giden haberler demek. Beş çizgi var, uzunlu kısalı. Bu yıl içinde yakınlı uzaklı beş kez şehir dışına çıkacaksın. Oo birinin çizgisi fincanın altına kadar gitmiş ya kız, sana yurt dışı görünüyor. Hadi yine iyisin yakın bir tarih değil ama olsun.
Şimdi gelelim dileğine. Aklından bir dilek tut. Ne önce ne sonra sakın dillendirme. Tabağı kaldırıyorum, bak böyle dik tutuyorum. Suyu akıyor aksın, suyunu bırakma demiştim sana, neyse. Tuttun mu? Şimdi ters çeviriyorum. Bak damla yavaş yavaş akıyor. Her ne dilediysen yavaş yavaş olacak. Durdu. Dileğin olur gibi olup olmayacak be kızım, gitmez buradan. Umarım küçük bir şeyler dilemişsindir. Aaa dur, o ne? Bak, bak tabağın tersinden birbiriyle yarışan iki hızlı damla akıyor. Asla aklından geçmeyen, nasibinde olan iki dileğin var. Birdenbire yıldırım gibi gerçekleşecek sonu da iyi olacak. Bakalım tabakta ne var. Kız, burada birbirine sarılan iki kişi var. Çiçeklerin üzerindeler, bak bak nasıl mutlular. Kim kız bunlar? Hih tepeye bak! Tepelerinde bir yıldırım. Birbirlerini bırakmadan, bırakamadan sarılıyorlar, ayrılmıyorlar hiç. Bak çok mutlular. Ayaklarının dibinde çiçekler sanki yere basmıyorlar. Huzurlular belli, sevgi var arada bağlı görünüyorlar. Tamam, mutlular mutlu olmasına da o tepedekine ne demeli? Yıldırımın ucu ikisinin arasına giriyor. Hem mutlu görünüyorlar hem de mutsuzlar be kızım. Fincanın ağzı çerçevelemiş bunları, aradan rüzgar bile geçmiyor. Sorun her neyse ikisi arasında, dış etken yok. Mutsuz olsalar da sarılıyorlar birbirlerine, kopacak gibi de görünmüyorlar. Neşe gözyaşını beraberinde getirir, haktır. Bak güneş doğuyor hanene. Mal alım satım işleri var. Hane burası ev, aile bireylerini bir araya getirecek iyi bir gelişme yaşanacak. Gerçi bir kadın var, gözü üzerinizde ama sen dikkate alma. Huzurlu bir alan görünüyor, iyi gelecek ailene. Biri çok mutlu, hep mutlu olsun. Şu şırınga mı, iğne mi? Sağlıkçı mı var kız ailende bir iş kapısı görünüyor ona. İyi iyi… İyi şeyler çıkıyor, için temiz herhalde senin. Bak şurada bir soğan var. Soğan kendi içinden yanar. Ne zaman tehdit hissetse, bir bıçak darbesi vurulsa acısını salar, gözyaşı akıtır. Derin değil ama kör etmez sonuçta geçicidir. Evham var, evham. Boş gibi görünüyor derdi sıkıntısı ama yorgun biri var. Dikkate al onu.
Bir masa var. Tabağın da fincanın içinden daha dolu. Masanın üzerinde alacalı bulacalı bir sürü şey var, karışık anlaşılmıyor. Her şey doldurulmuş üstüne, at kızım bu masayı. Ya da üstündekileri at, çer çöp bunlar. Birikmiş gazete yığınları, ohooo gazeteler insana dertten tasadan başka ne getirir. Okuma sen onları, okuyanı da dikkate alma. Yumuşak, sevimli bir hayvan var. Sevimli ki insanın sarılası geliyor. Ben diyeyim koala, kedi; sen de panda, köpek… Tüm gün yatıyor, bak burada da yüzüstü yatmış. Bu hayvan her neyse artık, o hayatındaki herkese iyi hissettirip içten içe hissizleşiyor. Yelkeni olmayan tekne yol almaz, haberi yok. Alalım tabağı ters çevirelim, tık tık tık… Bak fincana nasıl damlıyor. Kızım senin birikmiş gözyaşın var. Kaya gibi görünüp sünger gibi sıkılacaksın ya sen! Bu ne duygusallık, bu ne gözyaşı? Akıtsan dert, akıtmasan dert. Pıt pıt akıyor. Sen yine de akıt gitsin, tutma içinde. Güçlü duracağım ayağına Herkül’e dönmüşsün. Bırak yüklerini alabilen alsın üstüne. Oo, akıyor bak. Ben telveyi görene kadar iç demedim mi sana? Neyse, fal işte kızım. Çok da ciddiye alma, inanma sen. İyi düşün, iyi olsun…
Ezgi Dalan
Comments