Sabahın eprimemiş yerinde uyandığım halde geç kalıyorum gene de. Malum şehir trafiği. Herkesin işi gücü var. Şehrin ruhunu teslim almış klakson ve metal cızırtıları, lastik çığlıkları... Çok sürmez, beyaz kuşlar da kaçıp gidecek, tam olacak. Defaatle kovduğum güvercin çifti sardunya saksımı ele geçirmediler mi? Kime ne anlatacaksın? Kuşcağızların karargahına bina kurmayacaktık. Güvercin gibi haklılar... Bir nevi zift gibi bir kirlilik; şehrin derisine, atardamarlarına yapışmış inatla. Hangi usta sökecek bunu, bilemiyorum. Bir tek göğün en üst katları kaldı. Oraya da ulaşsa bu dinmez uğultu, yandığımızın resmi olur.
Arabanın direksiyonuna geçip kontağı iki adımda çakıyorum. Uğultulu motor sesi tor tor diye yankılanıyor. Park yerinden geri geri çıkacağım yola. Fakat sarı taksiler, üzerinde Öğrenci Servisi yazılı vasıtalar aman vermiyor bana. Günün rengi vızır vızır... Ayağımı gaz pedalından hafifçe çekiyorum, araba kalkmıyor, adeta zıplıyor bir anda. Tuhaflığın benden olmadığını fark edene kadar ekranda hem pedala basılı ayağı hem de Fren pedalına basınız, el frenini indiriniz. yazısını görüyorum. Alelacele yazılanı yapıyorum. Biliyorum ki araba konuşacak. Zaten geç kalmak üzereyim. Sabah sabah tepemi attıracak bu asistan. Cırlak sesini çekmeye niyetim yok. Direktifleri aynen yerine getiriyorum, fakat elektronik el freni düğmesi inatla aşağı eğmiyor başını. O inat ben inat... Parmağımın ucunu hışımla bastırıyorum tepesine. Ne oldu, diye bakınca minik bir beş kuruşla göz göze geliyorum. Düğmenin altına bir kulağını sıkıştırmış madeni. Aman Allah'ım, nasıl girdin oraya, yoksa çocuklar mı? Uğraşıyorum onu kurtarmak için. Hareket alanım çok kısıtlı, parmağımı sokabilsem ağzına düğmenin, başaracağım. Tükenmez kalemin ucuyla dürtüklüyorum beş kuruşu. Tınlamıyor bile beni, geç kalmam için direnecek belli. Apartmanın merdiven boşluğuna file gerdirirken kullandığım plastik kelepçeler geliyor aklıma.
Zaten geç kaldım, bu sabah da farklı bir şey yapmadım. Anasını satayım, en iyisi geç kalkmak, nasıl olsa işe yaramıyor erken uyanmak. Bir koşu alıp geliyorum kelepçeyi evden. Kelepçenin ince ucunu aralıktan geçirip beş kuruşa ulaşıyorum, fakat inadını devam ettiriyor sipsi. Olmuyor bir türlü. Ne geri oynuyor ne ileri. Fıttırıyorum öfkeden, yumruğu çakıyorum konsola. Sözde bugün geç kalmayacaktım.
Çınn sesini duyuyorum, beş kuruş bir anda kayboluyor.
Aradan uzun vakit geçiyor, yıllar olmuş onu unuttuğum. Acelem var gene. Bir türlü iyileşmeyen tarafım… Yaşamıyorum ben, her saniye koşuyorum yaşamın ağzında. Buna rağmen karnem geç’lerle dolu. Ve bu kıymetli bir lütuf değil, salık vermiyorum kimseye koşarak yaşamayı. Arabayı çarşı merkezindeki köprünün yokuşunda park ediyorum. Dikiz aynalarını kontrol edip kapıyı yavaşça açıyorum. Frende unuttuğum ayağımı çeker çekmez araba geri bırakıyor kendini. Ani bir refleksle pedala var gücümle yüklenip lastiklerin hareketini kısıtlıyorum. El freni çekili değil, hâlbuki düğmeye dokunmuşum. Parmağımı çenesine geçirip yukarı kaldırıyorum düğmeyi. Hareket var, ses yok bu defa. Ecel terleri döküyorum. Sonunda işlevini yerine getiriyor düğme.
Bir de ne göreyim, düğmenin altında beş kuruşun kulakları dikili. Bunca zamandır bir yere gitmemiş sipsi, orayı yuva yapmış kendine. Günü kurtarıp acayip halimle adımlıyorum yolu, işim mühim. Günaşırı devam ediyor meselem. Hemencecik, çarşının yanı başındaki sanayi sitesine koşuyorum. Kara kuru bir ustam var, dükkânda çok paspal takılıyor ama yüreği pırıl pırıl. İşlerini yürüttüğü mekânın içi yangın sonrasını andırıyor. Her şey her yerde. Kafasının içi de öyleyse vay haline.
Beni oraya gönderen usta, "Kilitçi Serkan'a git, sorunu halleder o. Mekaniğin erbabıdır," demişti. Gerçekten de öyledir.
"Serkan Usta, bu el frenine bir bak, beş kuruş sıkışmış. Metal yorgunluğu başladı herhalde. Her gün bir yeri arızalanıyor ihtiyarın. Gözünü seveyim acelem var."
Elektronik sigarasından bir fırt çekip düğmeyi oynatıyor gülerek.
“Hocam, burada beş kuruş yok, baksana yanındaki sıfırlara. Yanlış görmüşsün."
Memurluk edip düğmeye eğiliyorum.
"Olur mu hiç, basbayağı beş kuruş."
"Değil işte hocam, yarın sabah getir aracı. Bütün konsolu söküp takmak üç saatimi alır en az." Muzip bir edayla gülümsüyor. Anlıyorum harfi harfine. Beş kuruşun açtığı delik büyüyecek.
Yarına kadar kayıplara karışmasa bari. Yolda kalırım falan.
Gene acelem var. Çok alacağı var benden bu beş kuruşun. Beş kuruş, beş kuruş olarak doğmamış. Hiç şakası yok. Tam bir baş belası züttürük.
Nihat Altun
Kommentare