top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nihat Kopuz- Belinde Tabancası Olan Adam ve Arkadaşları

“Kaç gündür seni geceleri burada bekliyoruz,” dedi adam.

“Tamam da beni neden bekliyorsunuz? Üstelik sizi hiç tanımıyorum,” dedim.

“Burada önemli olan bizim seni tanıyor olmamız.”

“Peki,” dedim, “anlatın o halde.”

“Hem, senin gözün kendinden başkasını görüyor mu? Varsa yoksa kendin. Yalansa yalan de hadi!”

Yazı yazmak için kiraladığım ofisten eve dönmekteydim. Gece yarısıydı. Issız ara sokakların birine girmiştim. Sokakta birkaç dükkân vardı, onlar da saatler önce kapanmıştı.

“Beni nereden tanıyorsunuz?” dedim.

“Öğreneceksin,” dedi adam biraz da öfkeyle.

“Başım dertte mi?”

Soruma cevap vermedi. Paltosundan bir silah çıkarıp kalçama dayadı.

“Onu biraz daha yukarı tut,” dedim, “beni vurman gerekirse ölmem yoksa.”

“İş oraya varırsa seni kafandan vurmam zor olmaz.”

“Peki,” dedim, “işin oraya varmamasını isterim. Yaşamayı seviyorum.”

“Biz de, herkes gibi biz de yaşamayı seviyoruz.”

“Herkes yaşamak istiyorsa sorun ne?”

“Birazdan göreceksin,” dedi adam sonra tabancayı kalçamda ittirerek önünden yürümemi istedi. Önünde beni zorla yürütüp sokağın sonuna getirdi. Siyah bir Chevrolet farları açık bizi bekliyordu. Tabancalı adamın zorlaması olmadan arka koltuğa oturdum. Önde iki kişi vardı. Bana bakmadılar bile. Ben de ne soracağımı bilmediğimden sessizce oturdum.

İki saatlik yoldan sonra bir köy yoluna, oradan da bir ormana girdik. Sonunda arabayı durdurdular. Tam karşımızda, ağaçların arasında bir kulübe olduğunu gördüm. Adam artık beni zorlamıyordu. Tabancasını da beline yerleştirmişti. Sanırım karşı dursam beni rahatlıkla pataklayacağını anlamıştı. En azından öyle düşünmekteydi. Bana sorarsanız öyle de olurdu. İri, kuvvetli gözüken bir adamdı. Üstelik yanında iki adam daha vardı.

“Kulübeye doğru yürü,” dedi, belinde tabancası olan adam. Diğerleri hâlâ benimle ilgilenmiyordu. Söylediğini yapıp kulübe kapısının önüne geldim. Sonra önüme geçip ceplerimi aradı bir süre. Paltosundan çıkardığı anahtarla kapıyı açtı. Küflü ağır bir koku bekliyordum ama gayet güzel kokuyordu içerisi. Yeni temizlenmiş bir ev kokusu.

“Gir,” dedi. “Koridordan ilerle.”

Söylediğini yaptım, koridorun sonunda güzel döşenmiş, büyük bir salona girdim. Diğerleri de arkamdan geldi.

Adamlardan biri bir kadeh çıkarıp viski doldurdu kendine. Belinde tabancası olan adam viski doldurana, “Misafire teklif etsene!” dedi.

Viski dolduran adam hınçla yüzüme baktı, birden yumuşayarak, “İçer misin?” diye sordu.

“Olur,” dedim.

Viski kadehini doldurup bana getirirken belinde tabancası olan adam öfkeyle bağırdı viski doldurana.

“Aptal kafa! Buz isteyip istemediğini sorsana!”

Viski dolduran adam bana baktı.

“Buz ister misin?” Ufak tefek cılız bir adamdı.

“Hayır, böyle kâfi.” Viskiden bir yudum alıp, “Ee,” dedim, “neden buradayız?”

Belinde tabancası olan adam, elinin tersiyle sus be der gibi bir hareket yaptı. Sonra, “Viskini içmene bak,” dedi. Viskimi bitirdiğimde, “Bir tane daha ister misin?” diye sordu ilk defa konuşan adam. Arabayı kullanandı bu.

“Hayır, bu yeterli.”

“Niye? Bir kadehi aşınca sarhoş mu oluyorsun?” dedi viskimi dolduran adam.

Bu saçma, gereksiz soruya cevap vermek istemedim. Sonra onu umursamadığımı anlayıp kinlerin düşüncesiyle konuştum.

“İçkiyle aram pek yok.”

“O zaman niye içtin?”

Al başına belayı dedim içimden.

“Siz teklif edince…”

“Yaaa… Demek bizi kırmak istemedin öyle mi?”

“Öyle de denebilir.”

“Seni kaçıran adamları neden kırmak istemedin?”

“Öyle ya,” dedi arabayı kullanan adam, “belki de seni öldürecek adamlarız biz.”

“Korkudan mı içtin viskiyi?” dedi belinde tabancası olan adam.

“Korkuyla ilgisi yok, bir bardak viski her zaman içerim,” dedim.

“Korkuyor musun?”

“Korkudan çok şu an neler olduğunu anlamıyorum,”

Viskimi dolduran adam gür bir kahkaha attı. Sonra, “İddiaya girerim ki altını bile ıslatmıştır,” dedi.

Belinde tabancası olan adam, viskimi dolduran adama, “Niye? Nerden biliyorsun?” diye sordu.

“Düşünsenize,” dedi viskimi dolduran adam ortaya, “birini gecenin ortasında kaçırıyorsunuz. Ne yapmasını bekliyorsunuz? Keyifle viski içecek değil ya!”

Belinde tabancası olan adam, viskimi dolduran adama, “Sen de altına kaçırır mıydın?” diye sordu..

“Hayır, ben kaçırmazdım. Çünkü ben onun gibi korkak bir yazar değilim.”

“Nesin sen?” dedi arabayı kullanan adam sakin bir sesle.

“Ben mi neyim? Benim ne olduğumu bu piç hariç hepiniz biliyorsunuz!”

“Ağzını topla,” dedi belinde tabancası olan adam. “O misafirimiz, biliyorsun.”

“İyi öyleyse,” dedi viskimi dolduran adam, sonra koltuklardan birine gömülerek viski şişesini ağzına dayadı.

Belinde tabancası olan adam başıyla komut verdi. Bunun üzerine arabayı kullanan adam odalardan birine geçti. Tabancalı adam bana dönerek masayı işaret etti. Ağır hareketlerle kalkıp masaya geçtim. Viskimi dolduran adam doğruldu. Kalkıp masaya gelecekti ki belinde tabancası olan adam sert bir sesle, “Sen değil,” dedi. Viskimi dolduran adam bu emir üzerine tekrar koltuğa gömülerek, “İyi öyleyse,” dedi. Sonra arabayı kullanan adam elinde bir kitapla masaya geldi. Kitabı belinde tabancası olan adama uzattı.

“Bu ne?” dedi belinde tabancası olan adam kitabı parmağıyla işaret ederek.

“Kitap,” dedim, “benim yazdığım kitaplardan biri.”

“Ne anlatıyor bu?”

“Roman türü.”

“Bana bak! Ben aptala benziyor muyum?”

“Ne münasebet!”

“İyi öyleyse. Bunun roman olduğunu bilecek kadar okul okuduk. Ne anlatıyorsun burada?”

“Doğu masalları üzerinden bir uyarlama,”

“Uyarlama? Yani çalıyorsun masalları, öyle mi?”

“Hayır, elbette ortada bir çalma durumu yok. Çok etkilendiğim metinleri günümüze uyarlıyorum.”

“Tamam da yazacak başka şeyler bulamadın mı?”

Öfkelendim. “Canım ne isterse onu yazarım değil mi?” dedim.

Viskimi dolduran adam koltuktan fırlayıp masanın yanına geldi. Yarılanmış viski şişesi elinde, başımda dikildi bir süre. Ateş saçan gözlerle bana bakıyordu. Herkes ne diyeceğini bekliyordu. Gözlerini benden çekti, daha çok belinde tabancası olan adama duyurmak ister gibi ortaya bağırdı.

“Ben size demedim mi? Şunu çok şımarttık. Bak kafa tutmaya başladı.” Ardından tekrar bana bakarak suratıma bir tokat indirdi. Masadakilerin ona kızacağını sanmıştım ama şimdi iki adam da başını masaya eğmiş sakinleşmesini bekliyorlardı. Çaresiz, ben de bekledim.

Odanın içinde bir süre öfkeli öfkeli gezindikten sonra tekrar yanıma geldi. Viski şişesini masaya koyarak iki eliyle sırtıma, kafama, omuzlarıma yumruk indirmeye başladı. Vuruşları çok etkili değildi ama özellikle kafa kısmım darbelerle acımaya başlamıştı. Kafamı kaldırıp ona bakmaya cesaret ettiğimde nefes nefese kalmış olduğunu gördüm. Hemen kafamı indirip tekrar beklemeye başladım. Bir süre sonra gidip koltuğa yığıldı. İşin zannettiğimden daha marazi, daha delice olduğunu anladım.

Masanın başında oturan arabayı kullanan adam sakin bir sesle, “Yazdıklarında küfür var,” dedi. Küfrün neye olduğunu sormam gerekirdi ama temkinli davranarak, “Bilmeden olmuştur,” dedim, “öyle bir niyetim yoktu.”

“Tek bir yerde değil ki sadece,” dedi belinde tabancası olan adam.

“Bu da,” dedi arabayı kullanan adam, “bilmeden oluşmadığını gösteriyor küfürlerin.”

“O zaman bir kabahat işledim farkında olmadan.”

“Kabahatin bini aşmış bu kitapta,” dedi arabayı kullanan adam.

“Asılması gerekir bu adamın,” diye bağırdı yığıldığı koltuktan, viskimi dolduran adam.

“Bu kadar da abartmayın,” dedi belinde tabancası olan adam. Sonra bana dönüp, “Bana bak,” dedi. “Kabahatin çok, belki vurulman bile gerekir ama daha fazla tartışma istemiyorum. Şanslısın bir parça. Şükret. Bir daha öyle kitaplar yazma! Şimdi ne yapacağını sana anlatacağım.”

“Dinliyorum,” dedim.

“İstersen dinleme,” diye bağırdı viskimi dolduran adam.

Sessiz kalıp diyeceklerini beklemeye başladım.

“Hangi hesaplarda ne kadar paran var, görelim,” dedi belinde tabancası olan adam.

Arabayı kullanan adam ceplerimi boşaltıp kartlarımı incelemeye başladı. Sonra odalardan birine geçip bir bilgisayarla döndü. Bütün hesaplarımı ve şifrelerimi tek tek aldı benden. Hesaplarımdaki para miktarlarını ve bunların ne kadarını internet üzerinden havale edebileceklerini, ayrıca ne kadar kredi çekebileceklerini falan inceledi. Sonunda, “Elimize geçecek olan hiç de fena bir rakam değil,” dedi.

Belinde tabancası olan adam, “İyi,” dedi. Viskimi dolduran adam da bir sarhoş kahkahası attı.

“Yalnız,” dedi arabayı kullanan adam, “kredilerin biri onay vermedi. Diğerleri tamam. Yarım milyondan fazla kredi çektik.”

“Tamam,” dedi belinde tabancası olan adam, “birazdan gelmiş olurlar.” Sonra koltuktakine dönerek, “Sen de toparlan, bırak elindeki o şişeyi artık,” dedi.

Yarım saat öylece bekledik. Halen gecenin ortasındaydık. Sonunda kapı zili çaldı. Birkaç adam salona girdi. Belinde tabancası olan adam onlara seslenerek, “Tamam mı?” dedi, “sorun falan çıktı mı?”

“Hayır,” dedi adamlardan biri, “işlerin hepsi tamam. Aşağı yukarı elimizde on milyon var. Pasaportlar falan da tamam. Hiçbir sorun yok.”

“Çok güzel,” dedi belinde tabancası olan adam.

“Ya bu?” dedi parmağıyla beni işaret eden adamlardan biri. Konuşan yeni gelenlerden biriydi.

“Burada bırakırız,” dedi belinde tabancası olan adam. “Şehrin yolunu bulana kadar öğlen olur.”

“Olmaz,” diye bağırdı viskimi dolduran adam, “böyle bir domuzu sağ bırakmam.”

Der demez de yanıma gelip beni sarsmaya başladı. Oturduğum sandalyede kafama üç beş yumruk attı. Sandalyeden yere devrilince üzerime çullanıp beni iyice dövmek istedi ama adamlardan ikisi onu tutup havaya kaldırdı.

“Ellerini bağlayın şunun,” dedi belinde tabancası olan adam. “İçkiyi fazla kaçırdı, kendine gelene kadar bağlı kalsın.”

Söyleneni yaptılar. Elleri bağlanırken adam bana küfür etmeye devam ediyordu, sonunda odadan çıkardılar.

Belinde tabancası olan adam yanıma yaklaşıp, “Birazdan gidiyoruz,” dedi. Cevap vermedim. Kimliğimi masaya bırakıp diğer bütün eşyalarımı elindeki torbaya koydu. Sırtını dönüp yürümeye başladı. Sonra birden bana dönüp, “Yanlış anlama,” dedi, “biz, özellikle de ben, suçu olmayan adamların paralarını almayız. Çok suçun var senin. Böyle şeyler anlatma kitaplarında. Tavsiyem bu sana.” Cevap beklemeden kapıdan çıktı.

Araba motorunun sesini duydum. Yavaş yavaş azaldı gürültü. Bir süre olduğum yerde oturup bekledim. Sonra pencereden ağarmakta olan güne bakıp nerede olduğumu kestirmeye çalıştım.

***

Bundan sonrasını anlatmaya gerek var mı, bilmiyorum. Yine de kısaca bahsedeyim. Belinde tabancası olan adamın dediği gibi şehri bulmam öğleyi buldu. Evdekiler elbette beni merak etmişti. Polise de başvurmuşlardı. Ayrıca çalıştığım bankalardan e-postama uyarı mesajları gelmişti. Çünkü pek çok bankadan yüklü miktarda havale yapılmıştı. Dahası üç bankadan en üst limitte krediler kullanılmış, bunlar çeşitli hesaplara havale edilmişti.

Eve vardığım gün öyle yorgundum ki bir ara polislere, “Kapatıldığım kulübeyi yarın incelesek olmaz mı?” diye sordum. Hayretle yüzüme bakarlarken ben rahat koltuğumdan kalkarak, “Tamam gidelim oraya,” dedim. Boşuna bir çabaydı bundan sonrası.

Gecenin bir yarısı ortadan kaybolmuş olmam karımı şüpheye düşürmüşe benziyordu. Onu başka bir kadınla aldattığımı falan düşünmüş olabilir. Bunu, beni şüpheyle süzen bakışlarından anlamıştım. Üzerimdeki durgunluk ve rahatlık hiç de yüz binlerce lira kaybetmiş bir adamın tavrını yansıtmıyordu üstelik. Demek istediğim, karım yanılmakta bir parça haklıydı. Vücudumdaki hırpalanma izleri karımı anlattıklarıma yavaş yavaş inandırdı.

“Bir sonuç çıkmayacak,” dedim karıma akşam yemeğinde, “çünkü adamlar oldukça profesyoneldi.”

“Neden bu kadar eminsin?”

“Emin değilim. Böyle hissediyorum. Pasaportlardan falan bahseden bu adamlar şu an kim bilir nerelerdedir?”

Bir süre sessizlik oldu masada. Sonra karım makarna almak için masadan kalktı. On altı yaşındaki oğlum, “Şimdi yüz binlerce lira kaybettik değil mi baba?” diye sordu.

“Öyle,” dedim kâsedeki çorbayı iştahsız iştahsız içmeye devam ederken.

“O zaman,” dedi oğlum, “benim şu araba işi de suya düştü.”

“Daha iki yıl var on sekizine,” dedim, çorbama bir parça ekmek bandırırken.

“Paramız kaldı değil mi?” Gözlerini bana dikmiş merakla cevap bekliyordu.

“Sorun değil, toparlanmamız zor olmayacak.” dedim.

***

Günler günleri kovalıyor. Adamların izine rastlanmadı şu güne kadar. Geceleri yatak odamın balkonunda sigara tüttürürken belinde tabancası olan adamdan bir gün haber almayı beklerken buluyorum kendimi. Kişisel bir haber, belki bir mektup, bir mesaj… Kim bilir?


Nihat Kopuz


2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 Yorum


celik.sevin49
21 Tem 2021

Günümüzde çoğu insanin özellikle düşünür ve aydın insanların maruz kaldığı zorbaliklarin somut anlatımı olmuş.

Akıcı ve sürükleyici bir anlatım tarzıniz var.Yalnızca hikayede ki kişinin psikolojisinin betimlemesini eksik buldum biraz naçizane. Size başarılar dilerim bundan sonrasında da.Ben bu hikayenın konusunu oldukça güncel buluyorum,bu da önemli ,kısacası beğendim:)teşekkürler…iyi ki varsınız.

Beğen
kopuz_nihat
25 Tem 2021
Şu kişiye cevap veriliyor:

İlginiz ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Beğenmeniz beni mutlu etti. Öykü kahramanının iç dünyasına biraz daha yer verilebilirdi. Ben bir parça gizem taşımasını istedim. Sevgiler...

Beğen
bottom of page