Tozlu bir komodinin yıllardır açılmayan çekmecesinde, bir zarfın içinde gün yüzüne çıkacağım zamanı bekliyorum.
Çekmecede yalnız değilim. Benden çok daha eskiler var. Bana hep, yeni gelen, diye sesleniyorlar. Uğursuz olduğumu düşünüyorlar çünkü benden sonra bu çekmeceyi açan olmadı. Onlar da benimle beraber bu karanlığa mahkûm oldular.
Oysa bilseler yıllardır içimde nasıl büyük bir acıyı taşıyorum. Ben tek endişesi paslanmak olan bir makas değilim ki… Ben bir intihar mektubuyum. Çekmecedeki her şeyden daha ağır yüküm var. İki ayrı kadının acısını taşıyorum. O yüzden biraz saygıyı hak ettiğimi düşünüyorum. Ben artık cansız bir kâğıt değil, koskoca bir hayatın son demleriyim.
Çekmeceye konulmadan önce, uzun süre çok güzel ahşap bir masada bekledim. Akşam üzereydi. Yüzündeki acı hala o kadar canlı ki… Üzerimde beni gıdıklayan sonradan adının kalem olduğunu öğrendiğim, sivri uçlu bir aletle, yüzünde hiç unutamadığım acı dolu bakışlarıyla eğilmiş, ne yazacağına karar veremez halde bana bakıyordu. İşte acıyla ilk tanışmam böyle oldu ve hep bende kaldı.
Onun canını bu kadar yakan şey neydi? Bir insan tek damla gözyaşı dökmeden acıyı nasıl bu kadar zarif bir şekilde taşırdı? Acının zarafeti mi olur, diye soracaksınız ama gördüm, olur. Birden kendimi, Mutluluk bu yüze ne çok yakışır, diye düşünürken buldum. Acının bile yakıştığı bir kadında mutluluk ne de güzel dururdu.
Her ne kadar bu benim hikayem olsa da beni bu hikâyenin bir parçası yapıp böyle melankolik olmama sebep olan, kendine “annen” diyen bu kadından bahsetmezsem olmaz. Annen bu mektubu bal köpüğüm dediği birine yazıyordu. Garip isimli bir aile olmaları dışında belli ki aralarında büyük bir sevgi vardı. Hem de ne büyük… Böyle sevilmek nasıl bir şey? Zamanla sevene de sevilene de yük olur mu acaba? Yüzündeki bu ifade, yarım kalmışlığın acısı mı? Arkasında yarım bırakacağı insanların yerine kendini koysa bu mektubu yine de yazabilir miydi? Birini bu kadar severken ölmek neden? Kafamda deli sorular…
Şimdi çoğunuz annenin neden intihar ettiğini merak edersiniz. Etmeyin. Ben etmiyorum. Etmiyorum çünkü çekmeceyi açıp beni eline alan, bal köpüğü olduğunu tahmin ettiğim, muhtemelen annesinin öldüğü yaşta olan o genç kadının yüzünü de gördüm. Ben bir kâğıt olarak utandım. Keşke başka bir yere yazsaymış da beni bu utanca ortak etmeseymiş Ah! Annen ah!
Zayıf karakterli insanlar intihar eder diyebilirsiniz. Demeyin. Ben demiyorum ama bir annenin çocuğunu böyle bir yükün altına sokup gitmesini de anlayamıyorum. Bir insana yaşam denilen böyle kıymetli bir şey hediye edilmiş ve o bunu istediği gibi kullanamadığını düşünmüş olabilir. Gerçekten çok acı çekmiş, hiç mutlu olamamış, yaşamaktan vazgeçmiş de olabilir. Kendi başınayken istediği kararları alabilir. Sonuçta düşünebilen tek canlı türünden daha iyi bilecek değildim ya. Ama şunu hissediyordum. Eğer kendin için yaşamayı beceremediğin bu hayata, kendi iradesi dışında küçük bir can getiriyorsan, o hayat artık sadece sana ait değildir. Ben mutsuzum deyip gidemezsin. Kendi hayatının önüne koyamayacağın bir hayatı dünyaya getirip böyle başıboş bırakıp gitmek bencillik değil de nedir? Başka bir hayatta bir kitabın sayfasıyken üzerimde şöyle bir şey yazıyordu.
“Bir kadın, çocukları olunca artık onların hayatını yaşamaya başlar. Onlar büyüyüp evden ayrılınca çoğumuz hayatı nerede bıraktığımızı unuturuz.”
Kendime geldiğimde genç kadın, tavan arasında eski bir tabureye çökmüş, titreyen ellerinin arasında tuttuğu bana bakıyordu. Benim de ona baktığımdan habersiz, bir çocuk gibi çaresiz, yanaklarından sessizce akan gözyaşlarıyla ve titreyen dudaklarıyla küçük bir serçe gibiydi. Annesinin kanadını kırdığı küçük bir serçe…
Genç kadın, bal köpüğümle başlayıp annen diye biten mektubu sonunda okudu. Mürekkep dağıldı, yazılar birbirine girdi. Sanki tüm bedenim balla kaplanmıştı. Yıllardır durduğum soğuk, karanlık çekmeceden çıkıp genç bir kadının sarılıp bağrına bastırdığı sıcaklığındaydım artık. Ağla küçük serçe ağla… Bir süre sonra gözüm, duvara dayalı, sırları dökülmüş aynaya takıldı. Acının yakıştığı, zarif kadını belli belirsiz gördüm. Yazarken ağlamadığı mektubu okunurken, sarsıla sarsıla ağlıyordu.
Ah! Annen ah!
Nimet Şengül
Comments