“Yönetmek ve yönetimi sürekli kılmak istiyorsan, gerçeklik duygusunu yolundan çıkaracaksın.”
1984, George Orwell
İnsan denilen aciz yaratığın sınırlı zihninde kendine henüz yer bulamamış milyonlarca bilgiyi barındıran dev ekrana bakıyorum. Tam şu anda kimin ne yaptığını, nerede, kiminle olduğunu, kendini nasıl hissettiğini görebiliyorum ve istediğim gibi değiştirebiliyorum. Bütün sırlarımı bilen ve bütün sorularıma cevap veren, gündüz mavi ya da beyaz bir gökyüzü; gece ise yıldızlarla dolu bir aydınlığa hâkimim. Ben Hâkim, beş yüz yirmi bir katlı binanın zirvesinde oturmuş, altı yaşımdan beri bütün planlarımı yazdığım elli dokuz yıllık defterime yeni planımı ekliyorum.
Ben altı yaşındayken üçüncü kardeşim doğdu. İlk ikisinde, yeterince sarsılan ve yok sayılan varlığım geçici diye düşünmüş olacağım ki kabullenmem kolay oldu. Ama üçüncü kardeşin gelişiyle defterime ilk cümlemi yazdım:
“Buraya ve bu insanlara ait değilsin.”
Etrafımda artan insan kalabalığı beni daha da yalnızlaştırıyordu. Yüzlerindeki her bir leke, çizgi, renk; bedenlerinden kontrolsüzce yayılan kokular midemi bulandırıyordu. Alnından ter damlası akan bir adam görmüştüm. Yavaş yavaş, hızlı hızlı aktı, aktı… Gözlerim istemsizce adamın yüzüne takılıp kaldı. Sonrasında hastalandığımı hatırlıyorum, insanların bedenlerinden geride kalan her şey beni hasta ediyordu. İyileşmek için uzaklaşmam, değişmem ve her şeyi kontrol altına almam gerektiğini o zaman fark ettim. Bu başlangıçtı. Sonra bir daha altı yaşındaki çocuklar gibi olmadım. Kendi dünyamı kurabilmem ve bir yere ait olacaksam onu benim kontrol edebilmem için büyümem gerekiyordu, büyüdüm. Yeterince güçlü olmazsanız ezilip yok olursunuz. Ben, gücümü kendim yarattım. İnsanların yaşadıklarını sandıkları o sığ hayatı bu güçle izlemek, aynı anda insana nasıl keyif veriyor ve insanın canını nasıl acıtıyor bilemezsiniz. Ben biliyorum. Yasaların ‘sen artık bir bireysin’ diyeceği yaşa kadar tek yaptığım araştırmak ve öğrenmekti. Neyi mi araştırdım? Sizi, insanı, zaaflarınızı, acılarınızı, kabullenişlerinizi, isyanlarınızı, yalanlarınızı ve doğrularınızı. Açıkçası en kolayı bu kısımdı, zira o kadar az doğrunuz vardı ki, bir yerde bir hata mı yaptım diye kendimden şüphe ettiğim zamanlar oldu. Ama bir şeyi itiraf etmeden geçemeyeceğim; yalanlarınızı saklamak konusunda çok iyisiniz, defterimdeki bu bölümü her okuduğumda ürperiyorum. İnsanla ilgili yeterince araştırıp öğrenmiştim ve artık bir bireydim. Ait olmadığımı hissettiğim her yerden, hiç düşünmeden uzaklaştım. Sizden öğrendiğim yalanlarla istediğim her yerde bulunma ve ihtiyacım olanı alabilme yeteneğine ulaşmıştım. Savaşları yaratanların da, yaşayanların da, bitirenlerin de yanında oldum. Hafızam beni yanıltmıyorsa, üzülerek söylemek zorundayım, otuzlu yaşlarımda bir salgın hastalık yayarak yaşlıların ölmesini planlayan bir çalışmada yer aldım. Sakın bana kızmayın, hepsi daha iyi bir dünya ve daha iyi bir yaşam içindi. O zamanlar bana baktığınızda bir deha görürdünüz, insanlığa fayda sağlamak için çalışan genç bilim insanı; ne büyük yalan! Ama herkes buna kolayca inandığı için daha ben çalmadan bütün kapılar ardına kadar açılmıştı.
Elimde sınırsız bilgi, güç ve kusursuz bir plan vardı ama en önemli şey eksikti. Güvenebileceğim insanlar ve maalesef bu eksiği tamamladığımı söyleyemem. Planımı üstünkörü anlattığımda herkes çok beğeniyor ve elbette benimle çalışmak istiyordu ama o ince detayları açıkça anlatmak için güvenebileceğim kimseye rastlamadım. Bu yüzden açıkça söyleyebilirim ki size ideal bir dünya yaratırken kendimi feda ettim ve ben yalnız kaldım. Hâlâ kızıyor musunuz bana?
İlk olarak minik bir kapsül dağıtarak şiddet duygusunu ortadan kaldıracağımızı açıkladık. İnsani varlığınızdan sıyrılıp vahşi içgüdülerinize teslim olduğunuz o ilkel benliğinizi yok etmek çok önemliydi, hayalimdeki toplum uysal olmalıydı ve oldu. Şiddeti hayatının bir noktasında yaşayan herkes ki bu neredeyse bütün insanlık demek, hiç düşünmeden aldı kapsülleri. Önce uysallaştılar, sonrası çorap söküğü gibi geldi. Ne kadar heyecan verici bir dönemdi. Toplum, üzerindeki deriden kurtulup pırıl pırıl yeni derisine bürünen bir yılan gibiydi. Onlara sunulan ve ‘mutluluk’ vaadi olan her şeyi sorgulamaksızın kabullendiler. Şiddet, korku, acı, merhamet… Bütün duyguları tek tek aldım ellerinden; insanlığın en büyük zaafı duygularıyla hareket etmesiydi ve artık yoktu.
Aşk acısı çekenlerin sabaha kadar kapsül kuyruğunda beklediklerini söylesem şaşırmazsınız sanırım. Tüm bu duygulardan o kadar rahatsız oluyorlardı ki hepsinden kolayca vazgeçtiler. Sadece umuttan ve hayal etmekten vazgeçmeleri kolay olmadı. Bu noktada oldukça zorlandık ama kendisine pek güvenmesem de oldukça zeki olduğunu söylemeden geçemeyeceğim yardımcım Hera, pratik bir çözümle halletti bu konuyu. Basit bir slogan ve küçük bir promosyon; “Gerçekleşmeyecek hayallerin umuduyla yaşamak yerine, hayalinizi yaşayın!” böylece onlar umutlarından ve hayallerinden vazgeçtiler, biz de onlara yılda iki kez hayallerini yaşayabilecekleri bir arayüz hediye ettik.
İlk aşama tamamlanmıştı. Bilim ve teknolojinin parlak ambalajına aldanan milyonlarca insan duyguları olmadan yaşayan canlılara dönüşmüştü. Sizi temin ederim ki insanlar bu halleriyle ne kendilerine, ne başkalarına, ne hayvanlara ne de doğaya zarar verdiler. Herkes sakin bir hayat sürmeye başladı. İkinci aşama için herkes ağzımdan tek bir sözcük çıkmasını bekliyordu. Ben de konuştum:
“Ben Hâkim, sizleri yeniden doğuşa davet ediyorum.”
Daveti kabul etmeyen birkaç etkisiz topluluk dışında kurduğum sistem mükemmel işledi. İçinde hala insanın ilkel duygularını barındıran bu küçük grup şu an tamamen bizim dışımızda bizden uzakta bir bölgede yaşıyor. Onları önemsiz sınır ihlalleri dışında pek umursamıyorum; hatta onlar benim B planım bile diyebilirim.
Evet, en başta söylediğim gibi sıra son hedefi yazmaya geldi: “Düşünme yetisini sil!” Ekranda üç dokunuş demek bu. Silinecek ögeyi seç, bütün insanları işaretle ve tamamla.
Hera’yı çağırıp işlemi başlatmasını söylüyorum.
“Düşünme yetisi silinirse istediğimiz performansta azalma olabilir,” diyor, biraz tedirgin ve gergin.
“Performans artırmak kolay ama düşünen ve sorgulamaya başlayan bir toplumu yeniden doğurmak çok zor. İşlemi başlat,” diyorum. “Tartışmaya kapalı.”
Siyah ekran önce kırmızıya, sonra tamamen maviye dönüyor. Hera dâhil, ben hariç herkes düşünmeyi bırakıyor.
Nuray Elçin
Comments