top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Osman Tünç- Perşembe Pazarı

Soğuk bir şubat günü perşembe pazarı eşrafından Ciğerci Hacı Hüseyin, esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kalfasına haber vermeden eşikten dışarı adımını bile atmayan Hacı Hüseyin’in bu şekilde kaybolması semtte merakla karışık büyük bir heyecan dalgası yarattı. Gerçi esnaf hemen her gün bir trafik kavgasına ya da hevesli liselilerin grafiti yapmak için tırmandıkları yerlerden yere çakılmalarına şahit oluyordu ama bunlara artık alıştıklarından üzerine uzun süre muhabbet edemiyorlardı. Hacı Hüseyin’in kaybolması bu yüzden bambaşka bir olaydı. Yıllardır kendi halinde, kendisi gibi mütevazı dükkânında ciğer satarak geçimini sağlayan ve gittiği en uzak yer dükkânın hemen karşı sokağındaki Arap Camii olan Hacı Hüseyin’in kaybolması gerçekten de şaşılacak bir şeydi. Kimseyle bir alıp veremediği olmayan tam tersine herkes tarafından sevilen ve ömrünün sonuna yaklaşmış olan Hacı Hüseyin neden kaybolmuştu? Biriyle bir alıp veremediği mi vardı? Son zamanlarda sataşan eden olmuş muydu? Halinde, tavırlarında bir değişiklik var mıydı?

Kekeme kalfa, kendisine üst üste yöneltilen bu sorular karşısında hemen pes edince kimse dilinin açılmasını beklemedi. Herkes konuşulacakları en güzel köşeden dinleyebilmek için kahveye doluştu.

Nihayet ilk heyecan dalgası atlatılıp aklıselimle düşünüldüğünde, bu tarz durumlarda gerekli işleri yürütmek için esnaftan seçilen ve en yaşlı üç kişiden müteşekkil ihtiyar heyeti karakola gönderildi. Hırdavatçı Mahmut, çim biçme makineleri satan Feyzullah ve Elektrikçi Salih, semt esnafınca kendilerine yüklenen bu misyonu layıkıyla yerine getirmek için dükkanlarının arka bölmelerinde bir çırpıda üstlerini değiştirip önlerine kekeme kalfayı da katarak Karaköy Polis Merkezi Amirliği’ne doğru yola koyuldular. Aslında polis çağırmak ilk akla gelen seçenekti ama elektrikçi Salih -her zamanki gibi- tanıdıkları devreye sokarım, düşüncesiyle oraya gitmeyi önermiş ve onun önerileri gerek yaşı gerekse babacan tavrı yüzünden emir telakki edildiğinden- herkes tarafından değil pek tabii- hemen kabul edilmişti. Ömürlerinin sonlarındaki bu üç yaşlı – hırdavatçı Mahmut diğerlerine nispeten genç sayılırdı- bu on beş dakikalık yolda bambaşka düşüncelere dalmış bir vaziyette konuşmadan yürüyorlardı.

I.HIRDAVATÇI MAHMUT

İlk defa lâyık gördüler beni bu göreve. Üç ay önce tesisatçı Selim ölmeseydi bugün de beni seçmezlerdi muhakkak ama bunun bir ehemmiyeti yok. Zaten Tesisatçı Selim varken benim gitmem pek yakışık da almazdı. Bu işlerin sırayla olması en makbul olanıdır ve nihayet sıra bana da geldi. Bu işin üstesinden gelebilirsem bu küçük heyetteki yerim sağlamlaşır ve ancak ölüm beni alabilir bu görevden. Bunun yanında geçen ay Süleyman’a verdiğim borcu da alabilirim. Tabi para şu an ikinci planda ama asla önemsiz değil. Neyse şimdi o bu değil de asıl bizim hanım benim de artık heyete alındığımı duyduğunda kim bilir ne kadar sevinecek. Ah, bugün bir sona erseydi.

II. ÇİM BİÇME MAKİNALARI SATAN FEYZULLAH

Nereden çıkmıştı şimdi bu iş. Ah, Hacı Süleyman, çocukluk arkadaşım, sırası mıydı şimdi kaybolmanın. Hayır hayır, yanlış anlama akıbetin böyle meçhulken dükkanımda rahat rahat oturacak değildim elbette ama yaşlandım yoruldum ben de artık. Dizlerimdeki kireç zaten fırsat kolluyor azmak için. Şu Salih de ekmeğine yağ sürüyor. İyi ki bir tanıdığı var şu karakolda. Sinek ölse hemen burada alıyoruz soluğu. Bir işe de yaradığı olsa yine neyse ya! Yaşımıza hürmeten bize saygı gösteren komiser her hareketiyle belli ediyor aslında imkânlar dairesinin dışına çıkamayacağını, ama gel de anlat şimdi bunu Salih’e. Neyse, olan oldu bir kere, madem sen benim çocukluk arkadaşım, kardeşten ötemsin, madem esnaf büyük belledi güvendi bize, sizi yarı yolda bırakmak olmaz. Gidelim de halledelim şu işi hemen.

III. ELEKTRİKÇİ SALİH

Şu Feyzullah’ı münasip bir zamanda uyarsam çok iyi olacak. Öyle olur olmaz her şeye atlamaması gerektiğini bilsin. Tanıdığımız var işte karakolda. İki dakikada halledilecek işi yokuşa sürüklemeye çalışıyor. Yek nedeni de eminim dizlerindeki şu kireç. Evet evet, en iyisi şöyle esaslı bir şekilde uyarmak onu. Hem Mahmut da yeni katılmışken komisyona ayağını denk alması gerektiğini görmüş olur. Yoksa yarın bir gün o da haddini aşmaya başlar. Hayırlısıyla şu işi de bir yoluna sokalım da ben biliyorum ne yapacağımı.

Üç ihtiyar ve kekeme kalfa karakola girdiklerinde komiseri kapıda birkaç polise bir şeyler anlatırken buldular. Komiser onları görünce polisleri salıp hemen karşılamaya geldi. Elektrikçi Salih’in çok yakın dostunun oğluydu komiser ve babasının sözüne uyarak Salih’in bir müşkülü olduğu zaman imkânlar dairesinde yardım ediyordu. Fakat kesinlikle Salih’in esnaf kahvesinde bahsettiği kadar aşırı değil.

Genç komiser onları odasında ağırladı. Kahveler eşliğindeki hoşbeşten sonra sıra asıl meseleye geldi.

“Ee, Salih amca. Hangi rüzgâr attı sizi buraya, herhalde bu kadar işin gücün arasında kahve içmeye gelmediniz değil mi?”

Salih sesinin tonunu bir anda değiştirerek anlatmaya başladı.

“Valla oğlum, sırf bir kahve içmek için gelmiş olmayı isterdik ama durum öyle değil.”

“Hayırdır inşallah!”

“Çok isterdik hayır olmasını amma öyle değil Numan oğlum,” deyiverdi bir anda hırdavatçı Mahmut. Demesiyle Elektrikçi Salih’in yargılayıcı bakışlarıyla karşılaşması bir oldu. Yanlış bir şey yapmış olduğunu anlayıp medet umar gibi Feyzullah’a çevirdi gözlerini ama o başka bir alemde olduğunu da belli etmekten çekinmeden Mahmut’a yaptığının iyi olmadığını hissettirmeyi başardı. Komiser de konuşmaya Salih’i muhatap alıp devam ederek hal diliyle, burada daha büyükler varken sana söz düşmez, dercesine devam etti.

“Kötü bir şey yoktur umarım Salih amca.”

Salih, heyetin tek hakiminin kendisi olduğunu belli etmek istercesine ses tonunu yükselterek kısaca anlattı meseleyi. Komiser bir de kekeme kalfayı dinlemek istedi fakat mümkün olmadığını daha ilk soruda anlayarak ikinciyi sormaya bile tenezzül etmeden genel bir açıklama yapıp onları karakolun dış kapısına kadar geçirdi. Üç ihtiyar ve kekeme kalfa on beş dakikalık dönüş yolculuğuna başladılar. Bu sefer kafalarında bambaşka düşünceler.

I.HIRDAVATÇI MAHMUT

Havalara, pozlara bak. Sanki babasına sövdük. Ne olmuş yani iki kelam da biz etmek istediysek. Çocuk değiliz ya aramızda on yaş anca var. Gören de reisicumhura izahat veriyor sanır. Hele o ukala komiser. O daha şimdiden ne oldum delisi olmuş. Deden yaşında sayılırım. Öyle bir saygısızlığı, saygısızlık da değil düpedüz terbiyesizliği yapmaya utanmadın mı? Hayır, yani durumu benden dinlesen ne olur? Tamam, yanlış yapmış olabilirim söze girmekle ama düşene bir tekme de ben atayım diyeceğine yaşım yüzü suyuna bana dönsen kıyamet mi kopar? Feyzullah’ın da alacağı olsun. Bir göz eder bir şey yapar insan. O kadar çayımı çorbamı içmiş adamsın. Tamam, belli oluyor Salih’ten hazzetmediğin ama gene de bir imdada gelir insan.

II. ÇİM BİÇME MAKİNELERİ SATAN FEYZULLAH

Al işte, o kadar geldik de ne oldu? Bir iki güzel söz, bir sade kahve, tamam Salih amca, canım Salih amca, sonra Allah’a emanet Salih amca. Şimdi kahvede nasıl bire bin katarak anlatır. Şu Mahmut da daha dakika bir be kardeşim hemen ne meraklıymışsın olaya atlamaya. Bir dur önce bir usulü öğren, ne nasıl olur, ne zaman olur bir gör. Sonra seni tutanı sen bağla. Yok yok, bu böyle olmayacak en iyisi şu mesele hallolur olmaz bırakmak bu heyet işini. Bu ceremeyi çekmek isteyen aha başım gözüm üstüne gelsin alsın yerimi.

III. ELEKTRİKÇİ SALİH

Ne güzel bak iki dakikada hallettik işi. Bir iki güne bulur getirir Hüseyin’i bizim Numan. Hala daha surat yapıyor Feyzullah. Şu Mahmut da dünden hazırmış demek. Bu kadar hızlı beklemiyordum doğrusu. Şu uyarı işini bir an önce yapsam iyi olacak anlaşılan. Daha ilk günden söze atlayan yarın bir gün kendini baş da sanır. Şu Hüseyin’i bulana kadar ağzımızın tadı bir bozulmasın da ondan sonra herkese durması gerektiği yeri teker teker gösteririm.

Üç yaşlı kahveye geldiklerinde herkesi onları bekler halde buldular. Hırdavatçı Mahmut’a kalsa içeri adımını atar atmaz her şeyi anlatırdı ama karakolda kırdığı pottan sonra konuşmaya cesaret edememişti. Feyzullah zaten öyle bir şeye hiçbir zaman niyetli olmamıştı. Elektrikçi Salih’se masasına oturup önünde paşa çayından hallice çayını görmeden başlamadı söze. Herkesin sorusu havalarda geziniyordu haliyle. Salih sırf böyle zamanlarda insanların kendisine gösterdiği ilgiden aldığı hazzın tadına iyice vardıktan sonra – bu, çayından aldığı üçüncü yuduma denk gelirdi her zaman- komiserin onları kapıda karşılamasından başlayarak, tam da Feyzullah’ın düşündüğü gibi bire bin katıp bütün ayrıntılarıyla anlattı. Tabi Salih’in az önce anlattıklarını dinleyen Mahmut duydukları karşısında ikide bir Feyzullah’a dönüp bu ne iştir manasındaki bakışlarıyla onu sorgulamadan kendini alamıyordu. Salih konuşmasını bitirip şöyle bir dinleyenlere göz gezdirdikten sonra sonuç cümlesini kurup dükkânına yollanmanın zamanı geldiğini anladı. “Hasılı,” dedi, “Numan oğlum, birkaç güne Süleyman’ı mutlaka bulacaklarını, belki birkaç gün bile sürmeyeceğini söyledi. Herkes gönlünü ferah tutsun. Hadi işlerin başına, Allah bereket versin.”

Herkes sessiz sedasız ve elektrikçi Salih’in söylediklerine tam iman ederek dağıldı. Sadece hırdavatçı Mahmut bir çay içimi kadar daha kalarak günün bir muhasebesini yaptı. Karakola giderken ki heyecan ve mutluluktan eser yoktu şimdi. Yıllarca için için dua ederek beklediği şey nihayet ellerindeydi artık ama daha avucuna alır almaz yakmıştı avuçlarını. Oysa dışardan seyrederken içini tatlı tatlı ısıtan bu şeyin bu kadar sıcak olabileceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Gerçi Feyzullah her zaman diken üstünde gibi olurdu bugün olduğu gibi ama kendisi dâhil herkes bunu Feyzullah’ın şahsına münhasır tavrına bağlıyordu. Oysa Mahmut şimdi Feyzullah’ı diken üstünde tutan o yakıcı kor parçasını ellerine almıştı. Daha fazla düşünmek istemediğinden kalkıp dükkâna yollandı ve “Bugün çok yordu beni şu mesele, hadi erken kapatalım biraz,” diyerek çırak ve kalfasını gönderip ardından kendisi de evinin yolunu tuttu. Sabahın aksine eve gitmeye dair şimdi hiç istek yoktu içinde.

***

Sonraki günler sıkıntılı bir beklemeyle geçti. Hemen her gün esnaf kahvesi doluyor ve Ciğerci Hüseyin’in başına gelebilecek muhtemel olaylar tartışılıyordu. Elektrikçi Salih ilk günler sözü kimseye kaptırmıyordu pek tabii fakat beşinci günden sonra hâlâ komiserden bir haber çıkmadığından tek tük itirazlar duyulmaya başlamıştı. Bilhassa tesisatçı Şefik neredeyse her sözüne bir kulp takıyor ve sorduğu sorularla Salih’i köşeye sıkıştırmaktan büyük bir haz alıyordu. Feyzullah bile artık konuşurken ortaya kahvedekileri güldüren hafif alay yollu sorular atıyordu. Salih bugün yarın kesin bir haber çıkacağından adı gibi emin olduğundan tüm bunlarla hesaplaşmayı sona bırakıyordu. O zaman işte öyle bir iş edecekti ki onlara, bir daha semtte kimse yüzlerine bakmayacak, kahveden içeriye adımlarını atamayacaklardı utançtan. Arada bir Mahmut’u da göz ucuyla süzüp “Hayret bundan hiç ses çıkmıyor nedeni ne ola?” diye geçiriyordu içinden. Mahmut’un ise ilk günkü can sıkıntısı yavaş yavaş dağılmaya, yüzü aydınlanmaya başlamıştı. Meselenin bu kadar uzamasını Salih’le komiserin o gün ona yaptıkları saygısızlığın karşılığı olarak görüyor, sık sık içinden, “Ya işte Salih bey, Allah’ın sopası yok,” diye tekrarlıyordu. Fakat içerideki bu memnuniyeti dışa vurmamaya da dikkat ediyordu. En fazla yaptığı Feyzullah’ın sorularına şöyle bir ağız kenarıyla tebessüm etmekti.

I.HIRDAVATÇI MAHMUT

Ya, Salih Bey. Allah’ın sopası yok işte. O gün o çapsız oğlanla bir olup da beni ezersin he. İşte böyle sakız olursun Şefik densizinin ağzına. İkide bir imdat ister gibi bakıyorsun da geçti o tren. Ben de o gün öyle bakmıştım ya Feyzullah’ın yüzüne de kılı kıpırdamamıştı değil mi. Şimdi ise çatmaya yer arıyor. Dalga geçer gibi sorular, manalı manalı bakışlar. Salih sıkıştı ya köşeye, erkek kesildi o da. O gün komiserin odasında da böyle erkekçe davransaydın ya. Neyse ne halleri varsa görsünler. Yesinler birbirlerini içten pazarlıklılar.

II.ÇİM BİÇME MAKİNELERİ SATAN FEYZULLAH

Gördün mü Salih. Bak tutmadı bu sefer, beceremedi senin komiser oğlan. Hoş, diğer seferler de pek tuttuğu yoktu da meseleler kendiliğinden hallolduğundan senin hanene yazılıyordu. Ya bu sefer nasıl çıkacaksın işin içinden. Komiserin ayağına gittiğimiz günkü gibi gerine gerine yürüsene yine. Ağzına tıksana milletin laflarını. Hani nerede kaldı o tatlı sertliğin? Bak, Şefik’in bir tenekeden kuyruk yapmadığı kaldı sana. Her zaman önünde el pençe divan duranlar nasıl da alaya alıyorlar seni. Yapsana bir şey, hadi. Öyle küçük dağları ben yarattım edasıyla her iş çözülmüyormuş değil mi? Ama dur sen, daha bu bir şey değil, hele şu mesele bir çözülmesin, hele bir tökezle sen o zaman görürsün rezil olmak ne demekmiş.

III. ELEKTRİKÇİ SALİH

Geçin bakalım dalganızı siz, alın bakayım beni alaya. Şu Numan oğlum bir iki güne getirsin de Hüseyin’i ben o zaman göreceğim sizi. Bakalım o gün de böyle gevşek gevşek eğlenecek misiniz? Ahdim olsun size öyle bir şey yapacağım ki bir daha kimse bakmayacak yüzünüze. Sadece burada da değil, yaptığınız densizlikleri ta Perpa’dakiler bile duyacak. Onlar bile acıyarak bakacaklar size. Siz misiniz beni küçük düşürmeye çalışan. Çapsız herifler.

Fakat zaman ve talih bu sefer elektrikçi Salih’ten ayana olmadı. Herkese madara olduğu bir ayın ardından, Ciğerci Hacı Hüseyin’in bir sabah her zamanki gibi dükkânını açtığını görenler şaşkınlıktan kala kaldılar yerlerinde. Bir ay önceki heyecan dalgası tekrar hâkim oldu semte. Hacı Hüseyin omuzlarda kahveye taşındı bir çırpıda. Herkes – elektrikçi Salih bile – kulak kesilmiş onun ağzından çıkacakları bekliyordu.

İki ay önce Ciğerci’nin İngiltere’den ziyarete gelen küçük kızı diğer kardeşlerinin de onu görmek istediklerini öne sürerek apar topar bütün işlemleri halletmiş ve bir sabah ansızın, Hacı Hüseyin’in kalfasına bile haber vermesine müsaade etmeden, onu alıp İngiltere’ye götürmüştü. Hüseyin’in durumu daha önce kalfasına anlatmamasının nedeni ise kesinlikle gitmeye niyeti olmamasıymış. Ama işte kızı sabahın köründe, Hüseyin en savunmasız anındayken, emrivaki yapınca daha fazla direnememiş.

Tam bu sırada kahvenin kapısından içeriye giren Komiser Numan ise daha ilk gün durumu öğrenmiş fakat araya başka önemli işler girdiğinden bir türlü haber verecek fırsatı bulamamıştı. Hem haberi vermek hem de elektrikçi Salih’in gönlünü hoş etmeye gelmişti.

Gelmişti, gelmişti ya, Salih’in eski şanı gelecek miydi bakalım?


Osman Tünç

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page