Neslihan Abla’yı bulup geri getirdiler. Babası onu çok fena dövdü, bizimkiler araya girip zor kurtardılar. Bitişikte oturuyoruz, gece öyle çok ağladı ki. Ağlaması durana kadar hiç uyuyamadım.
Mahallede hep bunu konuşuyorlar. “Adam, kızdan faydalanmış.” Duyunca çok sevindim. Okulda bize hep faydalı yurttaşlar olun diyorlar. Sibel’e de söyledim, o benden tam üç yaş daha bilgili.
“Neslihan Abla’dan faydalanmışlar, ne güzel di mi?”
“Salaaak! Hiç de güzel değil.”
“Niye ki?”
“Akıllım, ondan faydalanan yurdumuz değil ki, erkekler.”
“Birine yararlı olmuş ya, sen ona bak.”
Elini beline koydu, bir şey yumurtlamadan önce hep böyle yapar, aynı büyükler gibi.
“Erkekler ona fena şeyler yapmış.”
“Nasıl fena şeyler?”
“Öpmüşler onu!”
“Ne!”
“Ben lastik oynamaya gidiyorum.”
Demek Neslihan Abla’yı öpmüşler. Babaannem hep tembihler. “Kimseye kendini öptürme ha!” Avuç içlerini birbirine yapıştırıp bileklerini sağa sola eğer, “Tısss!” der. “Ağzından yılanlar çıkar sonra.” Rüyamda gördüm, ağzımdan çıkan bir yılan dilini titretip tıslıyordu. “Ben kimseyi öpmedim” diyemiyordum çünkü ağzım yılan doluydu. Babaannem yatağımın kenarına oturup beni okumuştu. Ateşlenince de okur, gözümüz yaşarana kadar esneriz. Neslihan Abla’nın ağzından yılan çıkarsa babası onu daha çok döver, söylesem mi acaba?
Pencereden bakıyordum. “Şişşt!” diye seslendi yan balkondan.
“N’aber kız çilli!”
Bana hep çilli der, bazen de Çilek.
“Neslihan Ablaaa,” diye şımardım.
Bir yandan da ağzına bakıyorum yılan çıkacak mı diye. Görünürde öyle bir şey yok. Komşular da bir bir cama çıkıyor. Kimi elindeki bir şeyi silkeliyor, kimi de yastıkları çıkarmış pat pat vuruyor. Hüseyin Bakkal dükkânın önünü süpürürken başını kaldırıp bakıyor.
“Gelsene.”
“Tamam.”
Arada ona giderim, odasında müzik dinlerken bana oje sürer. Öyle çok ojesi var ki.
“Hoş geldin Çilli.”
Odasına geçtik ama ojeleri çıkarmadı. Habire tülün arkasından sokağı gözlüyor.
“Bak Çilek,” dedi, “bana bir iyilik yapmak ister misin?”
“İsterim.”
Elime bir kâğıt tutuşturdu.
“Sokağın sonunda elektirik direği var ya, onun önünde esmer bir ağbi göreceksin. Bunu ona vereceksin. Neslihan Ablam gönderdi diyeceksin.”
Elime para tutuşturuyor.
“Mektubumun karşılığını al bana getir. Bakkaldan da bir paket kısa Camel alırsın. Üstüyle de istediğini. En mühimi, bunlar aramızda sır, anlaştık mı?”
Başımı sallıyorum. Görevim büyük, ona kendimi göstermeliyim. Gerçekten de direğin orada bir adam dikiliyor. Başımı okşayıp cebinden çıkardığı zarfı bana uzatıyor. Elime bahşiş tutuşturacakken,
“İstemez,” diyorum. “Ben sadece Neslihan Abla için çalışırım.”
Bakkal Hüseyin kapının önünü yıkıyor. Oğlu Neco’ya “Bir paket kısa Camel, bir de jelibon” dedim.
“Kız,” dedi. “Kime bu sigara? Sizde içen yok…”
Bu mahallede gizli bir şey yapmak imkânsız.
“Neslihan Abla’ya,” dedim mecburen.
Neco Ağbi uzun saçlarını elinin tersiyle geriye atıyor, başını da şöyle bir sallıyor. Bu hareketine bayılırım. Neco Ağbi iyidir, çocukları dükkânın önünden hiç kovmaz, hatta arada bedava gazoz verdiği de olur. Babasına belli etmeden dolaptan çıkardığı bir şişeyi gazeteye sarıp, kara bir torbaya koyuyor.
“Kız, söyle ona sakın üzülmesin. Bir iki haftaya nasıl olsa her şey unutulur…”
Neslihan Abla kara torbadaki şişeyi kabul ettiğime kızmadı, onun aklı mektuptaydı. Zarfı kaptığı gibi koynuna soktu. Koşa koşa banyoya gitti. Birazdan döndü ama gözleri kıpkırmızı. Onu üzecek bir şey mi yazmıştı bu ağbi? Ama yok, gülümsüyordu da. Paketten bir dal çekip yaktı, şişeyi ağzına dikti. Jelibonlarımı yutarken bana sarıldı, az daha boğuluyordum.
“İlk fırsatta yine kaçacağım Çilli.”
Bence de ağzından yılan çıkmadan kaçsa çok iyi olur. Bir de şu it kopuk çetesi var. Babam öyle diyor. Bizim apartmanın önünden geçerken “Ellere var, bize yok mu,” diye bağırıyorlar geceleri. O zaman babası onu yine çok fena dövüyor. Gündüz karşıma çıksalar günlerini gösteririm ama çok korkaklar; hep gece geliyorlar.
Geçen rüyamda gördüm. Mahalledekiler gözlerini birleştirip dev bir göz yaptılar. Babaannemin anlattığı masaldaki Tepegöz gibi. Ondan çok korkuyorum, her şeyi görüyor. Gözün Neslihan Abla’yı yuttuğunu, kapağının arkasında tutsak ettiğini, Kirpiklerinin okuyla karnını deştiğini görüyorum. Uyanınca, bizi Tepegöz’den koruması için Allah’a dua ediyorum.
Neslihan Abla’nın annesi Güler Hanım teyze taşınmak istediklerinden bahsetmiş. Buna çok üzüldüm. En iyi arkadaşım sayılır. Tepegöz’den kurtulacaksa taşınsın, adresini bilmeyince onu bulamaz.
Öğleden sonra, kadınlar bizim evde kek yiyerek konuşuyorlar. Onları dinlemiyormuş gibi yapıp boyama kitabındaki ördeği sarıya boyuyordum. Neslihan Abla’yı iğfal etmişler, o da kızlığını kaybetmiş. Koşup Sibel’i buluyorum.
“İğfal ne demek? Neslihan Abla’yı iğfal etmişler.”
Tavana bakarak biraz düşünüyor.
“Hastalanmış. İğfal etmek, istifra etmek gibi bir şeydir. Hani ateşlendiğinde çok kötü kusarsın ya. İşte öyle olmuş.”
“Kızlığını kaybetmiş dediler bir de. O nasıl oluyor?”
Baş parmağını emerek düşünüyor. Tavana bakıyor yine. Bütün cevapları oraya mı yazmışlar? Okumayı iyice söktüğümde Sibel’e sormam artık.
“Kızlığını kaybettiyse bir daha hayatta bulamaz.”
“Yaa… Bulamayınca ne olur peki?”
“O zaman mecburen erkek olacak, çünkü artık kız değil.”
“Nasıl erkek olacak ki? Pipisi yok.”
“Önce memeleri düşecek, sonra kukusundan bir hortum çıkacak, böylece erkek olup ayakta işeyebilecek.”
Bu çok güzel bir şey bence. Oğlanlar sokakta oynarken eve gitmeden arka bahçedeki duvara işeyip hemen oyuna dönebiliyor.
“Sen hiç kızlığını kaybedip de erkek olmuş birini gördün mü peki?”
“Tabii,” diyor. “Hüseyin Bakkal’ın oğlu Neco Ağbi mesela.”
“Nee! Sahi mi?”
“Herhalde, yoksa ne diye Kız Neco desinler. Eskiden kız olduğunu biliyorlar çünkü.”
Vay be, Neco Ağbi de bizim gibi kızmış ha! Eğer Neslihan Abla erkek olursa büyüdüğümde onunla evlenirim. Evlenmesek bile, bütün ojelerini bana verir.
Ertesi gün yine ona gidiyorum. Ekmeğe biraz çikolata sürüp elime veriyor. Pusulayı katlayıp dikkatlice cebime yerleştiriyor.
“Doğruca git, sakın düşürme. Bunu verir benim mektubumu alırsın, tamam mı?”Boşuna uğraşıyorsun, yakında nasılsa erkek olacaksın deyip üzmek istemiyorum. Bir koşu gidip direğe bakıyorum, ağbi daha gelmemiş. Çişimi yapmaya eve gidiyorum, keşke kızlığımı kaybetmiş olsaydım. Tam çıkarken Ponpon dolanıyor ayağıma, bizim kedi, çok yaramaz. Yerde boğuşmaya başlıyoruz. Onu mıncıklarken annem elindeki pusulayı sallıyor tepemde. Cebimden düşmüş.
“Bu ne?”
“Bilmem?”
“Yalan söyleme, fena yaparım.”
“Ben nereden bileyim.”
“Neslihan mı verdi bunu sana?”
“Yoo…”
“Altında Neslihan yazıyor ama.”
“Bilmem ki ne yazıyor.”
“Bana bak, sen postacılık mı yapıyorsun yoksa? Kırarım bacaklarını.”
Saçımın at kuyruğundan tutup savuruyor beni. Kesin dayak yiyeceğim. Korkudan ağlamaya başlıyorum. Koşup Güler Hanım teyzeyi çağırıyor. Kadın nefes nefese geliyor. Pusulayı okuyup, aralarında fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar. Annem tatlı bir sesle soruyor bu sefer. Galiba dayak yemeyeceğim.
“Yavrum, söyle bakalım Güler Hanım teyzene. Kime verecektin bu pusulayı?”
Daha fazla dayanamıyorum, ötüyorum. Bir çırpıda direğin oradaki ağbiyi anlatıyorum. Birbirlerine bakıp baş sallıyorlar. O ağbinin Neslihan Abla’yı kaçırıp, bacağını keserek dilendireceğini söylüyorlar. O yüzden mi ağlamıştı geçen gün? Hırslanıyorum. Güler Hanım teyze kâğıt isteyip üzerine bir şeyler karalıyor.
“Şimdi güzel kızım, bunu o ağbiye götür; sana verdiği kâğıdı da bize getir.”
“Tamam,” diyorum da içim rahat değil. Dönüp her şeyi Neslihan Abla’ya anlatsam… Ama annem babam ölsün bir şey söylersem diye yemin ettim.
Direğin oraya koşuyorum. Ağbi bekliyor.
“Geciktin Çilek,” diye mektubu alıyor. Kötü kötü bakıyorum ona. Cevabını elinden kapıp arkama bakmadan koşuyorum. Neslihan Abla’yı asla dilendiremeyeceksin! Çabucak açıp okuyorlar.
“Görüyor musun, bu gece kaçacaklarmış hem de!”
Pusuladaki el yazısına baka baka, yeni bir mektup yazıyorlar. İşleri bitince kâğıdı bana uzatıp,
“Bunu Neslihan’a ver. Sakın içeri girip oturma, doğruca eve dön!” diyorlar.
Kapıyı saçında bigudilerle açıyor.
“Nerede kaldın be çilli? Meraktan öldüm burada.”
“Şey… Ağbi geç geldi de…”
“Allah Allah… Ee bana mektup yok mu?”
Cebimdeki kâğıdı uzatıyorum, gözüne bakamıyorum.
“Neyin var senin? Girsene, kurabiye yaptım mis gibi.”
“Yok, karnım ağrıyor. Galiba iğfal edeceğim.”
Bu lafıma çok gülüyor.
“Öyleyse iyileşince gel, senin payını ayıracağım.”
Gece çok hasta oluyorum. Ateşim çıkıyor. Babaannem beni okuyor, biraz dalıyorum.
Sabaha karşı yan daireden gelen çığlıklarla uyanıyoruz. Evden fırlayıp oraya koşuyoruz. Güler Hanım teyze saçını başını yolarak kendini yerden yere atıyor; kocası köşede ağlıyor.
O sırada ambulans geliyor. Görevliler, Neslihan Abla’nın odasına geçiyorlar. Biraz sonra üzüntüyle başlarını sallıyorlar.
“Başınız sağ olsun, çok kan kaybetmiş…”
Onu sedyeyle çıkarıyorlar, yüzünü beyaz bir çarşafla tamamen örtmüşler. Önümüzden geçerken kolu sedyeden aşağı kayıyor. Bileğinde kocaman mor bir kesik, tırnaklarında leylak rengi ojeler. Elimdekilerin aynısı. Önceki gün sürmüştük.
Oya Vahide Denizyaran
Comments