Bahardı. Nisan ayıydı. Ne tarih ne de yer hakkında daha çoğu söylenmez. Köylüler yıllardır yaşananları unutmaya uğraşırken, hikâyeyi duyan birinin köyü bulmasını istemezler çünkü.
Sıradan bir köy evinin sıradan bir kümesinde kuluçkaya yatan kara tavuk, yirmi birinci günde küçük kara civcivlerine kavuştu. Yeni civcivleri görmeye gelen Ayşe Kız, başı hâlâ dumanlı gurk tavuğun kümesin köşesine sinmiş olduğunu gördü. O kadar kıpırtısız duruyordu ki, annelerinin kanatları altında oynaşan minik gagalar ve kuyruklar olmasa hepsinin birden öldüğüne yemin edebilirdi.
Tavuğun birkaç saat öncesine kadar yattığı köşeye baktı Ayşe Kız. Yerde, samanların üzerinde çok büyük, sapsarı parlayan bir yumurta vardı. Merakla uzandı. Yumuşak ve ıslak bir şeye dokunduğu anda elini hemen geri çekti. Baştan aşağı ürperdi. Kısa bir duraklamanın ardından folluğa biraz daha sokuldu. Yumurtaya benzeyen yumuşak nesneyi eline alır almaz diğer avucunun içine bıraktı. Ayşe Kız kocaman açılmış gözleriyle yumurtaya değen parmaklarının oluşturduğu üç çukurun yavaşça silinmesini izledi. Avucunun içinde incecik bir zarla çevrili, kabuğu olmayan, sarı-turuncu renkli bir yumurta vardı. İşaret parmağıyla yavaşça bastırdı, zar içeri göçtü. Elini çektiğinde ağır ağır eski haline geldi. Güldü Ayşe Kız. Saatlerce böyle oynayabilirdi.
O an yumurtanın içinde bir şeyler kıpırdandı. Ayşe Kız’ın titreyen ellerinden kayıp düşüverecekti az kalsın. Avucundaki yumurtaya diğer elini de siper ederek kümesten çıkarken gurk tavuğun kanat çırparak dolanmaya başladığını gördü. Bu yumurtanın kerameti neyse, tavuğu bile korkutmuştu.
Bahçede çalışan ablasının yanına koştu. “Git Ebana’ya sor. Bilse bilse o bilir,” dedi ablası. Doğruydu. Köyün en yaşlısının bile Ebe Ana dediği kadının hikmeti çevre illere kadar yayılmıştı. Bilmediği ilim, şifa olmadığı dert yoktu.
Yola düştü genç kız. Yumurta avucunun içinde hareket ediyor, dönüyor, zıplıyordu. Ayşe Kız’ın geldiğini sezen Ebana, yılların yüzüne kurak topraklar çizdiği kadın, üzerindeki yüz yıllık giysinin eteklerini yerlerde sürüyerek evinden çıktı. “Ayşe Kız! Uğurlar olsun. Başına devlet kuşu konmuş,” diyerek ayakta karşıladı onu. Ayşe Kız’ın yüzünden sorular döküldü.
“Ne bakarsın öyle yüzüme?” diye tersledi Ebana. “Hiç mi duymadın anandan, atandan? Elindeki Hüma kuşunun yumurtasıdır. Kuşların en büyüğü, en heybetlisidir. Cennet kuşudur Hüma. Bazıları Kafdağı’nda yaşar der ama doğrusunu ancak Rabbim bilir. Yuvası öyle yüksektedir ki, şimdiye dek hiçbir insanoğlu bu sırra erememiştir.
Bilinen tek doğru şudur ki, Hüma Kuşu nadiren yedi kat göğe iner. Belki yüz yılda bir de yeryüzüne yakın gelir. Cennetten zenginlik ve mutluluk getirir. Derler ki, gölgesi kimin üzerine düşerse kişi devletli olur, çok zengin olur. De hele... Sen bu yumurtayı nerede buldun?”
"Benim kümeste," dedi Ayşe Kız. Ebana’nın sözleri kulaklarında yankılanırken kuşun vadettikleri karşısında soluğu kesilmişti. Bir yandan avucunda tepinen yumurtayı zapt etmeye çalışıyor diğer yandan Ebana’nın yüzünün konuşurken şekilden şekle girmesini izliyordu.
“Allah Allah! Olmaz! Olamaz! Bu yumurtanın ne işi varmış senin kümeste? Gökten mi düşmüş? Hüma kuşu yere konmasın diye ona ayak bahşedilmemiştir. Allah’ın gücüne gider. Kuşun bile gücüne gider.” Bahçede ileri geri yürüyerek söyleniyordu yaşlı kadın.
“Mübarek havada yumurtlar. Yumurta kat kat göklerden inerken kendiliğinden açılır da yavru dünyaya gelir. Bu yüzden yumurtası kabuksuzdur.” Bir şey hatırlamış gibi aniden durdu Ebana. Gözlerini genç kıza dikerek, “Yumurtayı kümesten çıkarıp özgür bırakmışsındır inşallah,” derken kızın onaylamasını bekliyordu. Gözleri ışıldayan Ayşe Kız nispet yaparcasına sımsıkı kapalı avuçlarını öne doğru uzattı. Madem uğurluydu bu kuş, uğur kendisinin olmalıydı. Ancak ters giden bir şey vardı. Yumurta artık çırpınıyordu. Öyle ki Ayşe Kız’ın ellerinden başlayarak kolları, bütün gövdesi sarsılıyordu. Kuş esareti kabul etmiyordu.
Ebana’nın gözleri büyüdü, büyüdü. Elleri başını döverken, “Haşa huzurdan, bir de avucuna mı hapsettin mübareği? Bırak çabuk! Bırak da layık olduğu göğe kavuşsun,” diye parladı.
Yumurta öfkeliydi. Onu zapt etmek için uğraşan genç kızı arkasına katıp sürüklemeye başladı. Sendeleyip düşmek üzereyken taşa tutundu Ayşe Kız. Bu arada elinden kurtulan yumurta hızla göğe yükselmeye başladı. Birkaç metre kadar yükselmişti ki yumurtayı çevreleyen zar birden patladı. İçinden ateş gibi bir yavru fırladı. Birkaç beceriksiz kanat çırpmanın ardından göğe yöneldi. Yavru yükselip uzaklaştıkça küçüleceği yerde büyüdü, büyüdü. Altın külçeleri gibi göz kamaştırıyordu. Gözlerini kısarak ancak bakabildi Ayşe Kız. Ateş rengi kuşun başı yeşil, boynu uzundu. Genişleyen ve uzayan kanatlarının ucu siyah dantellerle bezeliydi. Karnı boydan boya ateş rengi tüylerle kaplıydı.
Büyüdükçe heybetlenen, kanatlarını çırptıkça birbirine değen âteşin tüyler alevlendi. Alazları kadınlara kadar ulaştı. İlk tutuşan Ebana’nın kulübesi oldu. Kuş büyüyüp yükseldikçe gökten yağan alevler köyü bir uçtan diğer uca kadar tutuşturdu. Ebana iki elini göğsünün üzerinde birleştirmiş, yere diz çöküp kalmıştı. Gözünü kuştan bir an olsun ayırmadığı için, ne evinin ne de köyün küle döndüğünü göremedi.
Seher Tanıdık
Commentaires