Cavidan’ın kendi güzelliğinden yana bir endişesi yoktu. Elli yıldır hiç olmamıştı. Akşamları büyük bigudilerle sardığı saçları eskisi kadar gür görünürdü. İşe gitmediği günlerde bile makyajını ihmal etmezdi. İnce dudaklarını koyu pembe bir rujla belirginleştirir, seyrelen kirpiklerini rimelin ardında saklayabilirdi. Beyaz teninden pek memnundu ama fotoğraflarda yüzü, hele de yanakları biraz çökmüş gibi çıkıyordu son zamanlarda. Bir de göz altlarındaki morluklar… Yok yok… Işık tersten geliyordu da ondan böyle çıkmıştı bu fotoğrafta. Gerçi ışık yüzüne vurduğunda da kırışıklıkları görünüyordu. Son birkaç yıldır sosyal medya hesaplarına yeni fotoğraf koymama nedeni buydu zaten. Fotoğrafların hepsinde yaşlı çıkıyordu.
Son zamanlarda alnındaki kırışıklıklar belirginleşmişti biraz. Saçını boyatarak beyazlardan kurtulduğu gibi şu kırışıklıklardan kurtulmanın da bir yolu olsaydı keşke. Bir ara iğneler yaptırmıştı yüzüne ama… Onlar da birkaç ay sürüyordu en fazla. Gerçi artık yaşı… Yok canım, ne vardı ki yaşında…
İş yerinde birlikte çalıştığı hatun, neredeyse onun yarı yaşında olmasına rağmen şimdiden kreme, cilt bakımına dünyanın parasını harcıyordu ve marifetmiş gibi bunu her yerde anlatıyordu. İyi de… Kullandığını söylediği markalar herkesin bildiği markalardı zaten. Cavidan da aynı ürünleri kullanıyordu. Buna rağmen o kadının cildinin rengi, ışıltısı akıl alır gibi değildi. Yok yahu, kıskanmıyordu elbette. Daha neler! Ama bu kadının bir güzellik sırrı vardı ve söylemiyordu ya, onu merak ediyordu Cavidan. Devlet sırrıydı sanki mübarek.
Sıcak bir öğle arasıydı. Cavidan odaya girdiğinde telefonla konuşuyordu Ece Hanım. Hatta konuşmaya öyle dalmıştı ki oda arkadaşının içeriye girdiğini bile fark etmemişti. Sandalyesi pencereye doğru çevrilmiş, kapıya sırtı dönüktü. Telefonda sürekli, “Tamam doktor hanım,” diyordu.
Cavidan arkadaşını rahatsız etmemek için yavaşça ilerleyip masasına oturdu. Orası Cavidan’ın da odası olduğuna göre orada bulunması ve konuşulanları duymasında sakınca olmazdı herhâlde.
Ece Hanım, “Cildim de çok kurudu bu aralar, bu ilaç ona da iyi gelir mi?” diye sorunca gözleri parladı Cavidan’ın. Telefonun diğer ucundaki sesin ne dediğini de duyabilseydi keşke.
Ece Hanım’ın sevinci sesinden belli oluyordu: “Aman çok sevindim. Benim oraya kadar gelmeme gerek var mı bunun için? Siz ilacın adını söyleseniz. Ben buradan alıversem.”
Genç kadın el yordamıyla kalem ararken, Cavidan da bir kalem aldı eline. “Edirne’nin E’si,” diye kodlayarak yazmaya başlayınca, diğeri de çoktandır içini kemiren bu merakı gidermenin tam zamanı olduğunu düşünerek yazmaya başladı. Allah’tan başka bir şey istesem olacakmış, diye düşünüyordu bu arada.
“Rize’nin R’si…” diye diye ilacın ismini, kullanım dozuna kadar not aldıktan sonra odada daha fazla kalmaya gerek olmadığını düşündü Cavidan. Küçük ve sessiz adımlarla dışarı çıktı. Birkaç dakika kadar sonra odaya tekrar girdiğinde arkadaşını telaş içinde cüzdanını ararken buldu.
Cavidan, “Hayırdır aceleniz mi var?” dediğinde, “Yo… Şöyle bir hava almaya çıkacağım,” diye yalan söylemişti üstelik. Eczaneye gidiyor olduğu besbelliydi. Ne gerek vardı yalan söylemesine?
Odada yalnız kalınca ilacın adını yazdığı kâğıdı çıkarıp internetten baktı Cavidan. Cildini güzelleştirecek olan ilaç bu beyaz kutudaki haptı demek; sevindi. Eczanelerde satılan bir ilaç olduğunu öğrenince daha çok sevindi. Ne olur ne olmaz diye, hiç tanımadığı bir eczaneye gidip oradan satın aldı, hemen o akşam.
Artık güzelliğinin bir adım ötesine geçmesine çok az kalmıştı. Sabah olana kadar zor bekledi. Kutunun üzerine “Aç karnına” yazıldığı için sabah kahvaltı bile etmedi. İlk dozda ilacın etkisinin başlayacağını beklemese bile, yine de aynaya bakıp durdu bütün gün. Akşama doğru yüzü aynalardan gülümsüyordu. Cildi biraz parlamaya başlamıştı sanki.
Ertesi gün yine sabah erkenden kalktı. İlacı ve suyunu dün geceden başucuna hazır etmişti zaten. Gözünü açar açmaz onu içti. Yataktan fırlayıp aynaya koştu. Yo… Yüzü dün sabahkinin aynıydı. Hatta gözaltları… “Yok canım, uyku mahmurluğundan şişmiştir,” diye söylendi kendi kendine. Duşunu aldı, şıkır şıkır giyindi, işe gitti.
Ece Hanım ondan önce gelmişti. Başka zaman gün içinde esneyip duran kadın bugün pek enerjik görünüyordu. Bir ara yüksek sesle bir şarkı tutturdu hatta. Cavidan’ın birkaç kere gırtlağını temizlemesi ile anca anladı hatasını, sustu.
“Nasıl bir ilaçmış bu mübarek,” diye düşündü Cavidan. O tembel, miskin Ece Hanım birkaç günde gençleşmişti. Oysa Cavidan kendisini hiç iyi hissetmiyordu bugün. Başı ağrıyordu ve öğlene doğru elleri titremeye başlamıştı. En kötüsü de bağırsaklarını bozmuştu üstünüze afiyet. İş yerindeki tuvaleti kullanması hiç âdeti değilken bir gün içinde üç kere çıkmıştı, affedersiniz.
Akşam eve zor atmıştı kendini. Ayakkabılarını ayağından atar atmaz tuvalete koşturdu. Siniri bozulmuştu olanlara. En çok da iş yerinde herkesin kullandığı o pis tuvaleti kullanmak zorunda kalması canını sıkmıştı. Üzülecek bir şey olmadığını söylüyordu kendi kendine ama yine de huzursuzdu ve kalbinin bir tuhaf çarpmasına canı sıkılıyordu. Kaç tane aspirin içmesine rağmen baş ağrısı da bütün gece geçmemişti.
Gece boyunca türlü sebeplerle yatağından kalktı, evin içinde dolandı, bir türlü uyuyamadı. Sağa dön, sola dön yoruldu kaldı. Bir an dalsa tuhaf tuhaf rüyalar görüyor ve korkuyla uyanıyordu. Sabah kalkınca ilacını içmeyi bile unutacaktı az kalsın. Bağırsakları ondan önce uyanmıştı. Tuvaletten çıkabilince işine koştu.
Ece Hanım’ın bugün de keyfi yerindeydi. Bu kadarı da fazlaydı ama. Ona bütün dertler üst üste gelirken; nasıl oluyor da Ece Hanım böyle genç, güzel ve mutlu olabiliyordu. Kendi kendine düşündükçe daha da sinirlendi. Sonra dünden beri aynaya bakmadığını hatırladı. Başka şeylerle uğraşmaktan fırsat mı kalmıştı? Tuvalete gidip aynaya baktı. Yanakları kızarmıştı. Dünden beri ateşi vardı biraz, ondan olmalı diye düşündü. Başkaca bir güzellik göremedi kendinde, bir de ona kızdı. Ece Hanım’a iyi gelen ilaç ona neden iyi gelmemişti? İlacın etkisi daha çabuk başlasın diye, ikinci gün içtiği dozu iki katına çıkarmıştı ama nafile... Yarın daha da arttırsa mıydı acaba?
“Yok, olmaz!” diye geçirdi içinden. “Kafama göre iş yapmayayım. İlaç bu, yan etkisi falan vardır.” Evet ya! Nasıl düşünememişti ki! İnternet diye bir şey vardı. Hemen odasına geçip bilgisayarın arama motoruna ilacın adını yazdı ve yan etkilerini okumaya başladı. Birkaç gündür yaşadığı bütün aksiliklerin tam listesi karşısındaydı. Baş ağrısı, ishal, çarpıntı, uykusuzluk, ateş ve hatta huzursuzluk bile yazıyordu bu listede. Kaç gündür yaşadığı tüm bu şeyler bu ilacın suçu muydu yani?
İyi de... Bu kadar zararı olan bir şey neden eczanede ilaç diye satılır ki? Tıbbi dilde yazılanları okumaya çalışıyor ama pek bir şey anlamıyordu. Harfler gözünün önünde dans etmeye başlamıştı. Bilgisayardan başını kaldırdığında her şeyi çift görüyordu artık. Bir eliyle masaya tutunurken diğer elini kaldırdı, yo hayır! Elindeki parmaklar dans ediyordu. Ne olduğunu anlamadan masanın üzerine kusmaya başladı.
Kendine geldiğinde karanlık bir yerde yatıyordu, doğruldu hemen. “Neredeyim ben?” diye sordu yüksek sesle. Etrafında koşuşturan ayak seslerini duydu. Omuzuna dokunan ve “Ben yanınızdayım, merak etmeyin hanımefendi” diyen bir kadın... Etrafta konuşan, yürüyen insan sesleri... Onlar görüyorlardı ama o... Göremiyordu! Çığlık atmaya başladı. “Görmüyorum! Işıkları açın!”
Birileri daha koşturdu yanına, kollarından tuttular, onu zorla yatırdılar. O arada bir kadın sesi, “Ben hemşireyim. Siz de acil servistesiniz,” dedi. Omuzuna batan bir iğne ve ardından keskin bir acı hissetti; bayıldı.
Kendine geldikten sonraki birkaç saat boyunca yanına birileri geldi gitti. Kan aldılar. Başka hastalığı olup olmadığını, son zamanlardaki şikâyetlerini, aldığı ilaçları sordular. Bu arada içtiği ilacın yan etkilerini hatırladı Cavidan. O ilacı öldürseler içmezdi bundan sonra. Bu yüzden doktorlara söylemese de olurdu. Birkaç saat sonra kan tahlillerinde tiroid hormonu yüksek çıktığında utana sıkıla söylemek zorunda kaldı.
“Tiroit hastası değilseniz bu ilacı neden aldınız?” diye soran doktorun sorusuna da kem küm etti. Doğru dürüst bir cevap veremedi. Yeterince rezil olmuştu zaten. En sonunda gelen göz doktoru bu durumun yüksek dozda tiroit hormonu kullanımına bağlı geçici bir durum olduğunu söyledi. Hatta hastalığının adını da söyledi. Anlamadığı Latince kelimelerin içinde tümör kelimesini duyunca az kalsın yine bayılacaktı Cavidan. Okumuş kadındı ne de olsa, tümörün kanser demek olduğunu saklayamazlardı ondan.
En sonunda kanser olmadığına, bu ilacın beyninde yalancı bir tümör etkisi yarattığı için bunları yaşadığına ikna oldu Cavidan. Görme bozukluğu bile geçiciydi çok büyük ihtimalle. Gözlemde kalacağı birkaç saat içinde ona eşlik etsin, en çok da yalnız kalınca bir delilik daha yapmasın diye yanına son sınıf öğrencisi bir intörn doktor verdiler. Seneye mezun olacak doktor hanımı bulmuşken ona bir sürü şey sordu Cavidan. Bir ilaç yüzünden günlerdir neler yaşadığını anlattı. Bir ara ilacı satanlara sinirlenip, “Mahkemeye vereceğim onları,” dediği için, ilacın aslında çok faydalı bir ilaç olduğunu söyledi doktor hanım. Gereksiz yere yüksek dozda kullanıldığı zaman böyle yan etkiler görülebildiğini üstüne basa basa tekrarladı. Çok kibardı doktor hanım. “Kafana göre ilaç kullanıp kendini öldürüyormuşsun,” demedi. Birkaç saatlik muhabbetin sonunda, “İyi de iş arkadaşıma iyi gelmişti bu ilaç,” diye sızlandı Cavidan.
“Onun hormon eksikliği olduğu için bu ilacı kullanıyordur. O zaman iyi gelir elbette. Ama sizde böyle bir hastalık yok ki.”
Küskün bir çocuk gibi dudaklarını büzüştürdü Cavidan. Kaşlarını çattığında alnının nasıl da kırıştığını görmüyordu Allah’tan. “Yani bu ilaç benim cildimi güzelleştirmez mi?” diyerek ağzındaki baklayı çıkardı en sonunda. Doktor Hanım gözlerinin içi gülerken neşeli bir sesle cıvıldadı.
“Derdiniz bu muydu sizin? Aşk olsun Cavidan Hanım Teyze. Ne varmış cildinizde? Ben de yaşlanınca sizin gibi olmak isterim.”
Seher Tanıdık
Çok güzel bir öykü. Beğendiğimi söylemek istedim.
Kaleminize sağlık, güzeldi :)