Pasajın önüne vardığımda saat ona on vardı. Eğer biraz hızlı olmazsam kitapçı kapanacak, dolayısıyla geldiğim yolu boşuna yürümüş olacaktım. Ben hep bir şeylere geç kalırım. Dünyaya gelişim planlanandan üç hafta gecikmiş örneğin. Emeklemem, yürümem, konuşmam, okula başlamam, okulu bitirmem… Bir çırpıda sayabileceğim o kadar çok şey var ki. Buraya gelişim de bunlardan biri olmasın, diye merdivenleri ikişer ikişer çıktım. İkinci kata vardığımda beni hemen basamakların başında terzinin cansız mankeni karşıladı. Göz göze gelmemek için özel çaba sarf edip yanından geçtim ve kitapçıya girdim. Sadece girişte, kasanın bulunduğu yerdeki ışıkların açık olması dükkânın artık kapandı kapanacak olduğuna işaretti. Girişteki masaya üzerine ayaklarını yerleştirmiş, sandalyesinde yatar pozisyon almış ve telefonuna son derece odaklanmış olan çocuğun beni fark etmesi beklediğimden daha kısa sürdü.
Çocuk, “Babaa müşterii,” diye seslendi.
Hakim Abi dükkânın arka tarafından, “Bi dakika, hemen geliyorum,” dedi.
Yeni gelen kitapların bulunduğu reyona henüz yoğunlaşmış göz gezdirirken Hakim Abi, “Ooo Hüseyincim,” diye girdi kadrajıma. “Hoş geldin, senin kitap geldi, gel otur çay ısmarlayayım diyeceğim ama geç oldu, çaycı kapanmıştır, borcum olsun be,” deyip masanın altından siparişini verdiğim kitabı çıkardı. Üzerini eliyle temizler gibi sıvazlayıp kitabı uzattı.
Tüm söylediklerini tebessümle takip ederken, “Sağ olasın abi, başka sefere artık,” deyip kitabı aldım. Ücretini ödeyip dükkândan çıkarken sırtımı sıvazladı ve “Yakın zamanda muhakkak bekliyorum haa, çay sözüm var,” deyip yapmacık bir sırıtışla beni kapıya kadar uğurladı. Hakim Abi de çok acayip adam ha. Ne bir çay ısmarlamışlığı var bugüne kadar ne de bu yalandan vazgeçmişliği. Bir yerden sonra böyle insanlara karşı duyarsızlaşıyorsun, bu sanırım olayın güzel tarafı.
Merdivenlere yöneldiğim esnada kitaba göz atmak istedim. Koridoru ağır ağır adımlarken sayfaları bir sıra gözetmeksizin çevirmeye başladım. Tam o esnada göz attığım sayfaların birinde bir kıpırtı oldu, parmağımın altından D harfi göründü, kitaptan ayrıldı ve aşağıya atlayıp henüz ne olduğunu anlamadan hızlıca gözden kayboldu. Olduğum yerde donakalmıştım. Kitabımdan gözümün önünde bir harf ayrıldı. Ben de arkasından öylece seyrettim. Gözlerimi birkaç kez kırpıp şaşkınlıkla dikkatimi kitaba çevirdim. Parmağımın ayraç görevi gördüğü sayfayı aralayıp baktım. Ve fark ettim ki sayfadaki yazının başlığında bulunan D harfi yerinde yoktu. Başlıkta aynen şöyle yazıyordu: _ELİLİĞE RAMAK KALA.
Biliyorum şu ana kadar okuduklarınız size oldukça olanaksız geliyor ama tüm bu anlattıklarım oldu. D harfim gözümün önünde benden kaçtı. Siz olsanız ne yapardınız? Ben de onu yaptım. Olayın şokunu üzerimden atar atmaz D’nin gittiği yöne, pasajın birinci katına koşar adım indim. Köşedeki dövmeci hariç tüm dükkânlar kapalıydı. Gözlerimle etrafı köşe bucak taraya taraya tüm dükkânların önünden teker teker geçtim. Dövmecinin önüne geldiğimde içeri girecek gibi oldum ama bir an duraksadım. İçerdekilere ne soracaktım? Nasıl soracaktım? Ben bile olan bitene hâlâ inanmazken, içeridekiler bana nasıl inanacaktı?
Tüm bunları düşünürken kendimi içeride buldum. Allah’ım harfime mukayyet olamazken ayaklarıma da mı mukayyet olamıyordum artık! İçeride turuncu loş bir ışık hâkimdi. Müzik sesi o kadar kısıktı ki müziğin türü bile belli değildi. Hemen dükkânın ortasında bir koltuk, koltuğun etrafında bir sürü alet, ıvır zıvır adını bilmediğim bir dünya şey, duvarlarda dövme figürleri ve büyük sayılabilecek Hatayspor amblemi olan bir çerçeve vardı.
“Merhabalar kimse var mı?” diye seslendim.
İçerideki bölmeden önce, “Buyrun,” diye bir ses geldi hemen akabinde tüm vücudu dövmelerle kaplı bir adam göründü. “Buyrun ne bakmıştınız?”
Ne bakmıştım sahi? Ne diyecektim şimdi?
“Imm şey, dövme abdest bozar mı?”
Karşımda bir çift göz bana anlamsızca bakıyordu. Ne deseydim? “Buradan bir D harfi geçti mi?” ya da “D harfimi kaybettim acaba gördünüz mü?”
“Kardeşim ben hoca mıyım?” dedi sitemkâr bir biçimde. “Ben benden isteneni yaparım. O kadar hassasiyet sahibiysen yaptırmıcaksın babacım!” diye de sürdürdü. O tüm bunları söylerken ben gözlerimle dükkânı baştan aşağı taramıştım bile. “Teşekkür ederim,” deyip yüzüme takındığım mahcubiyet ifadesiyle dükkândan çıkarken dövmecinin arkamdan galiz küfürler savurduğuna emindim. Aradığımı bulamamıştım. Zemin kata inip pasajdan çıkana kadar her yeri gözlerimle didik didik ettim ama yoktu. D harfim benden kaçmıştı.
Kendimi caddeye attığımda şehir tüm olağanlığıyla hayatına devam ediyordu. Bu olağanlık arasında yaşadığım olağandışı şeye dair ne yapacağımı bilmiyordum. Hâlâ şaşkındım. Kafam da epey karışıktı. O sırada tüm bunları düşünürken yavaşça arkamı döndüm ve tekrar pasaja dışarıdan baktım. Bir de ne göreyim, içerisinde D harfi bulunan bütün kelimeler eksilmişti!
Az önce girdiğim dövmecinin tabelasına _ÖVMECİ, Maraş Dondurmacısının tabelasında ÜNLÜ MARAŞ _ON_URMACISI, Demet Dikim Evi’nin tabelasında _EMET _İKİM EVİ yazıyordu.
Aman Allah’ım! Hemen eve gitmek istedim. Eve gidip tüm olan biteni sakin kafayla en baştan düşünmek... Dolmuş bekleyecek kadar ne sabrım ne de enerjim kalmıştı. Yoldan geçen ilk taksiye telaşla el salladım. Şansım yaver gitti ve taksi durdu. Tam taksiye binecekken kapısındaki MO_A TAKSİ yazısını gördüm ve midem ağzıma geldi. Adresi söylerken oluşan sesimdeki tireme, yüzümün rengi ve haleti ruhiyem taksiciyi tedirgin etmiş olacak ki, “Hayırdır ağabeycim, bi sıkıntı yok inşallah?” diye sordu. “Yok, biraz hastayım,” deyip konuşmayı olabildiğince kısa kestim.
Evin bulunduğu sokağa girdiğimde içimi az önceki endişenin aksine bir huzur kapladı. Taksiden inip bahçeye girdiğimde biraz kendime gelmiştim. Anahtarımı çıkartıp giriş kapısını açacaktım ki _OĞUŞ APARTMANI yazısıyla göz göze geldim ve midem yeniden ağzıma geldi. Koşar adım merdivenleri çıkıp kendimi evin içine attım. İçeri girip kapıyı kapatmamla dizlerim paydos etti ve olduğum yere boylu boyuna uzandım. Neler oluyordu böyle? Tüm bunlar rüya mıydı? Rüyaysa uyanmak için kendimi çimdiklemem değil kafama üç el ateş etmem gerekecekti galiba.
Olan biten her şeyi gözlerimi kapatıp tekrar düşündüm. Kitapçıya girmem, kitabı almam, göz atmam, D harfi, dövmeci, pasaj, lavabo kokusu, midem… Hepsi gerçekti, basbayağı gerçek. O sırada telefonum çaldı, elimi cebime uzatıp telefonumu aldım. Arayan _erya idi. Yine bulantı, yine telaş, yine yine yine… Aramayı reddettim. Derya’yla bir hafta önce ayrılmıştık. İyi kızdı Derya. Seviyordum da. Hâlâ daha seviyorum ya. Uzun süredir çok değiştiğimden, eskisi gibi olmadığımdan şikâyet ediyordu. Artık bu şikâyet bombardımanına dayanamadım, hem onu hem de kendimi üzmemek adına ilişkimize son vermemiz gerektiğini söyledim. Önce kabul etmek istemedi fakat sonunda kabul etti ve ilişkimiz bitti.
Kalkıp yatağıma yürümek istedim, yapamadım. Süründüm. Yatağıma uzanırken kendimi bir bok çuvalı gibi hissettim. Ne yapacaktım? Başımdan geçenleri kime, nasıl anlatacaktım? Derya’ya mı anlatsaydım? Daha önce anlattıklarıma inanmayan birine mi? O sırada, “Benim bugün yaşadıklarımı ya da bir benzerini daha önce kimse yaşadı mı acaba?” diye bir soru geldi aklıma. Hemen laptopuma uzandım, açtım, sistem kendine gelir gelmez Google’a “Harfimi Kaybettim” yazdım. Önüme türlü türlü eşyalarını, duygularını, partnerlerini, köpeğini, kedisini, inancını yitirmiş insanların ilanları ve yorumları geldi. Teker teker hepsini inceledim. İki bin beş yüz elli tane sonuç çıkmıştı. İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci sayfa derken dokuzuncu sayfada “HARFİM KAYBOLDU! LÜTFEN YARDIM EDİN, ÇILDIRMAK ÜZEREYİM!” diye bir yazı gördüm. Yazıya tıklayınca bir form sitesine yönlendirildim. Sitede insanlar kayıp ilanları veriyorlardı. Bir sürü kayıp ilanı… Aman Allah’ım, insanlar nelerini kaybetmişti böyle… Neyse, sonuçta ben aradığımı bulmuştum. İlanın altında bir isim ve soy isim ile iletişim numarası vardı. Hemen altına da, “Benimle aynı durumu yaşayan biri varsa lütfen bana ulaşsın,” diye bir not iliştirilmişti. Numarayı yazıp arama tuşuna bastığımda neyle karşılaşacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Ama o kadar çaresizdim ki bu çaresizlik bana ilginç bir rahatlık veriyordu.
Telefon birkaç kez çaldıktan sonra karşımda yorgun bir ses, “Alo!” dedi.
“Alo merhabalar, ben Hüseyin, bir internet sitesine kayıp ilanı bırakmışsınız o sebeple sizi rahatsız etmiştim,” dedim.
“Merhabalar Hüseyin Bey,” dedi. Sesinden toparlandığını ve şu andan itibaren söyleyeceklerimle oldukça ilgileneceğini belli etmişti. “Sizin de mi harfiniz kayboldu?” diye sordu.
“Evet,” diye cevapladım.
“Peki, ne durumdasınız şu an?
“Ne durumdasınız derken?”
Hangi harfi kaybetmiştiniz?
“Iıı D harfimi.”
“Söyleyebildiğinize göre hala tam olarak kaybetmiş sayılmazsınız, peki kelimeleri terk etti mi tamamen D harfiniz?”
“Eee evet, bir de konuşmamdan mı kaybolacak bu harf?”
“Evet Hüseyin Bey. Eğer bir an önce harfinizi bulmazsanız yakın zamanda konuşmalarınızdan da kaybolmuş olacak.”
“Anladım, peki siz?”
“Ben, ben buldum Hüseyin Bey. K harfimi kaybetmiştim, şükürler olsun buldum. Harfini kaybeden birçok kişiye de yardımcı oldum hatta.”
“Nasıl peki?”
“Eee şöyle yapıyoruz, siz benim ofisime bir uğrayın, detaylarını konuşalım. Benim adım Ceren, Ceren Kırgız. Adresimi telefonunuza mesaj olarak atacağım. Bana muhakkak uğrayın. Harfinizin etkisini tamamen kaybetmeden bir haline yoluna bakalım. Yarın dokuzda görüşmek dileğiyle.”
“Ceren Hanım, peki buradan tarif edemez misiniz?”
“Edebilirim ama bunun bir bedeli var Hüseyin Bey. Ben size deneyimlerimi aktaracağım, emeğimin bir karşılığı olmalı değil mi?”
“Anladım, tamam Ceren Hanım, yarın görüşmek üzere.”
Olan biten her şey o kadar ütopikti ki beni Ceren’den başkasının anlayamayacağına emindim. Telefonu kapattığımda bir süre bekledim. Yaşadıklarım tekrar film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Hemen sabah olmalıydı ve ben Ceren’e koşmalıydım. Kafamı yastığa koyduğumda ruhumun bedenimden ayrılması uzun sürmedi.
Alnımdan usul usul inen terin hedefini tam on ikiden vurmuş dev bir alev topu gibi, gözlerime inmesinin verdiği acı ile uyandım. Enseme havlamakta olan alev ara ara salyalarını üzerime bırakıyordu. Kıyafetimin bazı yerlerinin erimekte olduğu gelen kokudan belliydi. Kıpırdamak istedim, kıpırdayamadım. Bedenim ellerim ve ayaklarımdan plastik cırt cırtla bir kazığa sabitlenmişti. Kafamı yukarı kaldırıp hâlâ yanmakta olan gözlerimle etrafa baktığımda belli belirsiz bir kalabalığın bana bakarak çığlık attığını gördüm. Gözlerim o kadar sulanmıştı ki sadece bir kalabalık görebiliyordum. Bedenim sanki yıllardır dinlenmemiş gibi yorgundu. Kafamı tekrar aşağı çevirip gözlerimi bir süre sıkıca kapadım. Ne oluyordu? Ben neredeydim? Ne olmuştu? Tüm bu düşünceler zihnime hücum ederken kafamı tekrar kaldırıp karşımda olan biteni tüm çıplaklığıyla görmek istedim.
Derken bir el çenemi kavradı, kafamı yerinden sökecekmiş gibi yukarı çekti ve etrafta olan biteni gösterirmiş gibi sabitledi. Elin sahibine gözlerimi çevirdiğimde dev bir D harfi ile göz göze geldim. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Göz bebekleri yoktu. Kafamı kaldırdığı anda arkasında bir çığlık koptu ve bu çığlık epey ürkütücüydü. Fakat D’nin gözlerini görünce az önceki ürkütücü manzara daha ürkütücü bir başka manzaraya yerini bırakmıştı. Ortasındaki kocaman delikten arkasındaki çığlığa baktığımda başta C harfi olmak üzere hemen hemen tüm harflerin çığlık çığlığa zıpladığını gördüm. Derken D harfi arkasını döndü. Anlamadığım bir dilde bir şeyler söyledi. Bunu yaparken eliyle işaret edip yanına birilerini çağırdı. N ve K harfleri koşarak geldiler. K harfi Ceren’in K’siydi. Onların da gözleri kıpkırmızıydı ve göz bebekleri yoktu. D harfi yine anlamadığım bir dilde bir şeyler söyledi bağırarak. N ve K harfleri usulca yanıma yaklaştı, ellerindeki benzin bidonu ile üzerimi iyice ıslattı ve ateşten biraz alev alarak D harfinin yanına döndü. Alevi D’nin ellerine bıraktı. D elinde kor ile bana bakıyordu.
Yalvarır bir ifadeyle kıpkırmızı gözlerine bakıp, “Yapma ne olursun,” dedim. Yavaşça elindeki ateşi ağzına attı. Yanıma usulca yaklaşıp ağzından alevler fışkırtarak, “Her şey senin yüzünden Hüseyin,” diye bağırdı. Bağırmasıyla alev aldım. Bacaklarımdan başlayan ateş tüm bedenimi sarıp derimi eritmeye başladı. Mum gibi eriyip ızgara gibi kokarken dehşetle uyandım.
Sanki yatağıma çivilenmiştim. Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Rüyanın etkisiyle kaskatı kesilmiş vücudumun çözülmesi ve kendime gelmem biraz vakit aldı. Güneş yerküreye henüz teşrif etmişti. Yavaşça doğruldum, ellerimle gözlerimi oyar gibi derin derin ovaladıktan sonra kolumdaki saate baktım. Saat yedi buçuktu. Aklıma gelen sıcak bir duş alma fikri az önce gördüğüm dehşet verici rüyadan ötürü hızlıca elendi. Kalktım, elimi yüzümü buz gibi suyla uzun uzun yıkadım. Üzerimdeki dünden kalma kıyafetlerimi değiştirdim, harfimin kaçtığı kitabı koltuk altıma alıp evden çıktım.
Merdivenleri inip binadan dışarı çıktığımda gördüğüm _OĞUŞ APARTMANI yazısı yine midemi allak bullak etti. Yola çıkıp taksi çevirdiğimde saat dokuza yaklaşmıştı. Arka koltuğa kurulup adresi söyledim ve kafamı cama yaslayıp yol boyunca görebildiğim tüm tabelaları dikkatlice okudum. Hiçbirisinde D harfi görünmüyordu. Okurken ağzımla da mırıldanıyordum bir yandan. Birkaç mırıldanıştan sonra harfin beni tamamen terk etmemiş olması moralimi bir nebze de olsa düzeltmişti.
Verilen adrese vardığımda saat dokuzu biraz geçmişti. Geç kalmış olmanın endişesiyle merdivenleri hızlıca çıktım. Geldiğim yer ev değildi. İçerisinde birçok ofisin bulunduğu bir binaydı. Adresteki kapıya vardığımda nefes nefese kalmıştım. Kapıda içeride ne olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktu. Sadece kapının üzerinde Ceren’in ismi ve soy ismi yer alıyordu. Zili çaldım. Bir müddet bekledikten sonra kapıyı orta yaşlarda, elinde toz bezi ve Cam Sil bulunan bir kadın açtı.
“Buyrun,” dedi.
“Ceren Hanım’la görüşecektim ama,” dedim.
“Hüseyin Bey değil mi? Ceren Hanım da sizi bekliyor, lütfen buyrun efendim,” dedi. İçeriye girdim. Uzun ve loş bir koridordan geçip koridorun solundaki odanın önüne kadar hanımefendi eşliğinde devam ettim. Hanımefendi kapıyı tıklattı. “Ceren Hanım, Hüseyin Bey geldiler efendim,” deyip beni eliyle içeri buyur etti. İçeri girdiğimde Ceren Hanım beni ayakta karşıladı. Gayet güler yüzlü bir hanımefendiydi. Masasının hemen karşısındaki koltuğu gözleriyle işaret etti ve “Oturun lütfen,” dedi. Lafını ikiletmeden oturdum.
“Ne ikram edeyim size Hüseyin Bey?”
“Su, varsa soğuk bir suyunuzu alabilirim,” dedim. Masasında bulunan telsiz telefondan birkaç tuşa basıp siparişleri geçti. Sonra tüm varlığıyla bana döndü ve “Evet, Hüseyin Bey,” dedi. “Şimdi konumuza geçelim. Başınızdan geçenleri tekrar anlatabilir misiniz?”
Tüm olan biteni hatırlayabildiğim en ince detayıyla anlattım. Ben anlatırken Ceren Hanım bir yandan not alıyor bir yandan da kahvesinden yudumlarken dikkatlice beni dinliyordu. Tüm anlatacaklarım bittiğinde Ceren’in yüzünde müşfik bir gülümseme belirdi.
“Evet Hüseyin Bey, şimdi söyleyeceklerimi kulağınızı dört açıp dinleyin. Öncelikle hiç endişe etmeyin. Söylediklerimi harfiyen yaparsanız her şey normale dönecek.” Harfiyen derken muzip bir gülücük yapıştırdı.
“Sizi birkaç teste daha tabi tuttuktan sonra bu konuda biraz daha net konuşabileceğim. Ben Uzman Psikiyatrist Doktor Ceren Kırgız. Şizofreni vakaları ile ilgileniyorum.” Şizofreni vakaları ile ilgileniyorum. Şizofreni vakaları ile ilgileniyorum. Şizofreni vakaları ile… Söylediği cümle kafa tasımın içine bırakılmış top gibi oradan oraya bir müddet zıpladı.
“Hüseyin Bey, Hüseyin Bey beni dinliyor musunuz?”
“E e evet,” dedim.
“Hüseyin Bey endişelenmeyin, her şey normale dönecek,”
Hastalık hakkında birçoğunu dinleyemediğim uzun uzun malumat verdi. Kendimi diğer testler için bir sonraki güne söz verirken buldum. Yanından ayrılırken olanca hayal kırıklığı ve umutla elini sıktım. Beni kapıya kadar yolcu etti. Merdivenlerden inerken birden koltuğumun altına sıkıştırdığım kitap aklıma geldi. Tüm konuşma boyunca koltuğumun altında tuttuğum, sanki artık oranın bir parçasıymış gibi varlığını unuttuğum kitap. Durdum, sırtımı duvara yasladım. Harfin kaçtığı -ya da benim öyle sandığım- sayfayı açtım. D harfi hâlâ yoktu. Gözlerimi kapattım. Beş saniye bekledim. Gözlerimi ellerimle ovaladım, ovaladım, ovaladım… Derin bir nefes alıp gözümü tekrar çevirdiğim sırada sayfada bir kıpırtı oldu. L harfi kâğıttan sıyrılarak sayfadan ayrıldı. Elimi telaşla uzattım fakat tutmama fırsat tanımadan kitaptan atlayıp merdiven basamaklarından koşarak inmeye başladı. Arkasından öylece izledim. Gözden kayboluncaya kadar sırıtarak takip ettim.
Serdar Gün
Comentários