top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Serkan Türk- Yeri Sarsılan

“İnsan bir şeyin varlığından haberdar olmayınca, yokluğunun farkına bile varmaz.”

Gerbrand Bakker




Onu televizyonda gördüğümde şaşırdığımı söyleyemem. Her yerde karşımıza çıkabilecek tipte bir insandı. Kamyonun kasasına çıkmış kavun tartarken, komşu teyzenin odasını boyarken, mahalle arasında top sektirirken gördüğümde nasıl çakılı durduysam yerimde ekranda boy boy fotoğraflarını gördüğümde de öylece kaldım.

Kaybolmuş.

Böyle bir şeye ihtimal vermedim. Karabatak gibi zaman zaman ortalarda gözükmez sonra birden pat diye bakkalla tavla oynarken denk gelirdim ona. Parkta çocukların balonlarını şişirirken yahut ağaçları budarken.

Tanışıklığımızın üzerinden nereden baksak yirmi yıl geçti. Bir dargın bir barışık.

Dul Ayten’i nikâhına aldığında büyük şamata kopmuştu sitede. İnsan dediğin güzele meyleder, o hesap. Ne bilsinler gönlümden geçenleri, avuntularımı. O günlerde körkütük içime gömülmüştüm.

Kendinden on beş yaş büyük kadınla kurulan yuva yuva olmazmış diyorlardı tersine maşallah çekenler.

Kimseye aldırış etmediği gibi her daim neşesi yüzünden okunurdu. Küçükle küçük büyükle büyük olmayı bilenlerdendi.

Bir süre meydan tarafında ayakkabı boyacılığı yaptı. Daha sonra kasabın yanına girdi kurban öncesi. Kıyım kıyım löb löb etleri-öyle söylerdi-sevemediğinden-midesi kaldırmıyordu-oradan da ayrıldı.

Ayten varlıklıydı. Dilediği caddede dilediği türde bir dükkân açabilirdi ona. Yanaşmadığı söyleniyordu bu türlü önerilere. Üç kuruşsa üç kuruşu kendi emeğiyle kazanacak, eve ekmek götürecekti. Geleneklere bağlı bir yanı vardı. Mevsimlik işçi olarak gittiği yerlerde zamanına göre pamuk, elma, kiraz, çay topladığı da oluyordu. Havalar azıcık soğusa soluğu kahvede alıyor, yaşlıların sohbetine kulak kabartıyordu. Kumar oynayan, zar tutan, masa altından içkisini yudumlayanlardan uzak durmaya çabalıyordu.

Kötü söz sahibinindir, en çok kullandığı cümlelerden biriydi. Yolcu yolunda gerek, bir diğeri. Okumuşa saygısı çoktu. Nerede böyle birine denk gelir önünü ilikler karşısında mahcup dururdu. Baş tacısın, derdi bana. Arada yeri sarsılan.

Erzincan depreminde küçükmüş. Evleri yıkıldığından buralara göçüp gelmişler. Gelmişler dedimse de anne baba sizlere ömür. Bir ablası vardı onunla. Kahvenin yukarısındaki nohut oda bakla sofa ahşap evde birkaç yıl yaşadılar. Öksüz yetimliği bilen mahalleli baş göz etti on dokuzuna geldiğinde ablasını. O böyle bir başına kalıverdi ortalarda.

Gel zaman git zaman her şey olacağına varıyor. Alıştı bu haline. Körün körlüğüne, sağırın sağırlığına, topalın topallığına, kamburun kamburuna alışması nasıl oluyorsa öyle kabullendi olan biteni.

Ayten’in kocası duruyordu daha o sıralarda.

Bir ara su tesisatçısının yanında işe girdi. Akarlara kokarlara dayanması kısa sürdü. Anahtarcı Halit’in yanında çıraklığı beş altı ay.

Belediye reisini yolda sıkıştıranlar oldu onun için. Park bahçe işlerine yahut temizliğe almasını rica ettiler. Yazdırdılar defterine adını, numarasını. Bir arayanı olmadı ne o gün ne daha sonra.

Kışın sert geçtiği o mevsim kömür deposunda iş tuttu. Bahar geldiğinde yallah tarlaya.

Yağmurlu havada mezar yeri açtığını da ölü yıkadığını da gördü bu gözler. Omuzları çöküktü üzüntüden. Rüzgâra boyun eğmiş bir ağaç nasılsa.

Ekrandaki fotoğrafında melon bir şapka takmış, çekinmiş gülümsemeye. Kimi gördü, neden utandı bilinmez.

Ayten’i kocası öldüğünde en son böyle görmüştük. Gözünden bir damla yaş gelmez mi insanın? Sunucunun soruları karşısında soğuk kanlılığını koruduğu gözleniyordu.

Kaybolduğundan bu kadar eminse neden kırk gün aramamış diye sıkıştırıyorlardı onu. Polise gitmek için neyi beklemiş? Çocuklarına düşkün müydü? En son yan yana ne konuşmuşlardı? Dul kalmadan önce de var mıydı görüşmüşlükleri, daha neler neler… İnsanın istemeyeceği türden bakışlar üzerinde.

Her şey normaldi, diyor kadın. Akşama tavuk alacaktı. Küçüğün ısrarcılığı tutmuş. Ne bilsin dönmeyeceğini. Mangalı hazır edip bekledim. Ne gelen var ne giden. Şarjı bitmiştir, dedim ulaşamayınca.

Gitmek için geçerli bir neden bulamamaları canlarını sıkıyordu televizyon ekibinin. Adını söylemek istemeyen bir izleyici bağlanıyor. Gaz yağı tenekesiyle görmüş Kemeraltı taraflarında, siyahlar giyinmiş bir adamın peşindeymiş. Bu çevreden biri değilmiş, olsa bilirmiş.

Dayak kavga aldatma gibi meseleler eşeleniyordu herkesin gözü önünde. Öyleyse büyük utanç!

Bunca yaşanmışlıktan sonra öğrendiğim şeylerden biri de masumun masum olmadığı, diyor Halit. Kilitte sıkıştırıp kırdığım anahtarı çıkarmaya çalışıyor bir yandan. Gözlüğünün üstünden otuz yedi ekrana, çaktırmadan kaçık çoraplarıma bakıyor.

Böyle olacağı belliydi diyor mırıltıyla. Figüran olarak bir filmde oynasa ancak böyle görünürdü.

Yeni dünyada her köşeden bir kamera. Sanki tanrının gözü üstümüzde. Kulun bildiği bir gün ortaya çıkarmış. Pasaj önü, okul bahçesi, parktaki bank, heykelin karşısı, çiçek sepeti, yokuştan aşağıya. Şaşırıyorum buldukları anlara. Rüyadan sahneler peşi sıra.

Her şeyden habersiz bir gölge gibi pazar yerinden ağır ağır yürüyüp geçiyor. Çakmak taşları, tespih salkımlarının arasından seğirtiyor. Biri sigarasından derin bir nefes çekiyor. Yüzünün göründüğü kısa bir an, kavun tezgâhının önünde, yutkunmaya zorlandığı besbelli. Ellerini ellerimden çekip uzaklaşıyor. Kalabalığa karışıp kayboluyor daha sonra.

Bendeki boşluğa dolanan büyük bir hiçlik. Kameranın bizi gördüğü sokakta yalnızlık duygusu sahibini bekleyen gömlekler gibi asılı kalıyor havada.


Serkan Türk

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page