Öykü- Sibel Karaca- Çiçek Açan Bisiklet
- İshakEdebiyat
- 14 Haz
- 5 dakikada okunur
Tomurcukları patlamak üzere olan iğde çiçeklerinin kokusu, bir türlü ısınmak bilmeyen mevsimde, keskin sabah ayazını biraz olsun yumuşatıyordu. Bir gün içinde birkaç mevsim birden yaşanıyordu. Her iki tarafı ağaçlıklı yolun sonundaki kuru temizleme dükkânı bugün her zamankinden daha erken saatte açılıyordu. Siparişlerin yoğunluğu sebebi ile gün ağarmadan yola çıkan Ferit ve annesi biraz da mevsim normallerinin altında seyreden hava koşulları sebebi ile üç tekerlekli motorlarından aceleyle indiler.
Dükkândan içeri girer girmez buğulanan gözlük camlarından el yordamı ile şalteri açarken Ferit, annesi de çay demlemek üzere mutfak misali kullandıkları bölüme geçti. Çayın demlenmesini beklemeden poşetin içinden çıkardığı peynirli poğaçadan bir ısırık alırken sokağın bütününe hâkim olan geniş camın önündeki koltuğa oturdu Ferit. Yolun karşı tarafında ıslah edilmemiş dere boyu tamamen ağaçlıklı ve çalılarla kaplıydı. Dışarısının boşken ne kadar huzur verici olduğunu düşündü. Çok değil birkaç saat içinde bu huzur yerini insan seslerini yutarak kulakları tırmalayan korna seslerine bırakacak, kapının üzerinde asılı mavi boncuklu çan tıpkı bir sayaç gibi çalışmaya başlayacaktı. Oysa şu anda bu sessizlik tam da ona göreydi. Lokmasının kalan kısmını ağzına atarken yolun karşısına, çalılıların arasında duran bisiklete takıldı gözü. Hep orada mıydı yoksa sokak şu an boş olduğu için mi fark etmişti? Cama biraz daha yaklaşıp anlamaya çalışırken annesinin sesi ile irkildi.
“Neye bakıyorsun öyle dedektif gibi?”
“Hiiiç,” dedi Ferit sağ omzunu yukarı kaldırarak umursamıyormuş gibi.
“İyi hadi soğutma çayını. Bir an önce iç de gömlekleri teslim et, bugün çok iş var”
Gözünü camdan ayırmadan sehpanın üzerindeki çaya uzanan Ferit, bardağa ulaşamayınca başını çevirdiği anda annesinin ters bakışları ile karşılaştı. Ne var gibisinden salladı başını.
“İnadına mı yapıyorsun? Ben çabuk ol dedikçe iyice seriyorsun,” dışından kızıyor gibi gözükse de için için üzülüyordu yaşlı kadın. Okutamamış ama bir meslek sahibi yapmıştı oğlunu bir bakıma. Lakin bu dükkânı çekip çevirmek için de cabbar olmak gerekiyordu. Yarın öbür gün emrihak vuku bulduğunda… Bir yuvası olaydı, bir sevdiği, helal süt emmiş bir kız çıksaydı karşısına. Neyse buna da şükürdü. O adamın elinde kalsaydı… Boyu devrilesice deyyus. Adam demeye bin şahit ister, biri de bulunmaz ya. Tek başına bu kadarını becerebilmişti işte. Kadınlıktan vazgeçilirdi de analıktan vazgeçilmezdi. Erkekler için öyle miydi ya? Her şeyden vaz geçerlerdi de erkekliklerine toz kondurmazlardı. Erkekliği batsın. Gücü anca karısına, oğluna yetiyordu. Hele bir de o ipsiz sapsız takımıyla ziftlenince iyice beter olurdu. Zıkkımın kökünü içesice. Düdüklü çaydanlığın ıslığı ile düşüncelerinden sıyrılan kadın Fert’e döndü hışımla
“Napıyorsun oğlum?”
“Ne yapıyormuşum,” diyerek gözlüklerinin üzerinden baktı annesine. Simsiyah sert bir fırça gibi olan saçları daha da dikleşmişti. Çayından bir yudum aldı tekrar cama döndü. Bisikletin başında biri vardı. Gözlerini iyice kıstı. Sağa sola telaşlı bir şekilde bakınarak üzerindeki uzun eteğini aşağı doğru sıyıran genç kızı fark etti. Eteğin altından çıkan kot pantolonun içine üzerindeki gömleğin eteklerini sokmaya çalışıyordu. Beline kadar uzanan simsiyah saçlarını ustalıkla başının üzerinde topuz yaptı. Çiçek desenli çantasını sırtına taktı, son bir kez etrafına bakındıktan sonra ustalıkla pedal çevirerek gözden kayboldu. Ferit, gördüklerini anlamlandırmaya çalışadursun çayını tazelemek için yerinden kalkan yaşlı kadın da ya sabır çekiyordu.
Temizlenmiş ve ütülenmiş giysileri adreslere teslim ederken, kirli torbalarını bisikletinin yan koltuğuna yerleştirirken, dükkandaki devasa çamaşır makinesinde yıkananları kurutma makinesine koyarken tüm gün aklı fikri bisikletli çiçek desenli sırt çantalı kızdaydı. Gizli saklı bir şeyler olduğu muhakkaktı. Basbayağı kılık değiştirmişti işte. Endişeli bakışları birinden ya da bir şeyden kaçıyor olma ihtimalini doğruluyordu. Bisikleti oraya daha önce getirmiş olmalıydı. Gündelik yaşamda ağırkanlı olan Ferit, kafasındaki çeşitli düşünce ve senaryolarla bugün iyiden iyiye rüya alemindeydi. Son siparişleri de teslim ettikten sonra annesini almak ve dükkânı kapatmak üzere motoru kapıya yanaştırdığında bisikletin sabahki yerinde olduğunu gördü. Merakı iyiden iyiye arttı. Annesinin sorularını yanıtsız bırakarak kendi kafasını kurcalayan sorulara yanıt bulmaya çalışıyordu. Normalde etrafla çok ilgilenmez, insanların yüzüne dikkatli bakmaz mümkün olduğunca göz teması kurmamaya çalışırdı. Genç kızın yüzünü hayalinde tasavvur etmeye çalışırken, bisikletin ne ara ve kim tarafından oraya bırakıldığını düşünüyordu.
Ertesi sabah erkenden çıkmakta ısrar etti Ferit. Annesi, oğlunun bu inişli çıkışlı davranışlarını üzüntü ile karışık şaşkınlıkla izliyordu. Her sabah zorla yatağından kaldırdığı oğlu şimdi işe gitmek için can atıyor gibiydi. Yaşlı kadının canına minnetti gerçi. Ne kadar erken o kadar bereket. Gün ağarmadan yola düşüp yine şehir uyanmadan dükkâna vardıklarında bisikleti göz hapsine aldı Ferit. Bu sefer ayakta pür dikkat sokağı gözlüyordu. Bir yandan da çekiniyordu aslında. Kızın kendisini görmemesi imkansızdı ama o telaşe içinde dikkat etmeyebilirdi de. Merakı, içine hapsolduğu çekingenlik duygusunu bastırmıştı. İşte geliyordu. Yine telaşlı adımlarla ara sıra arkasına bakarak saçları uçuşarak. Yine eteğini çıkardı, kot pantolonunun içine gömleğini tıkıştırdı, bu kez saçlarını at kuyruğu bağlarken geldiği yöne değil Ferit’ten tarafa baktı. Eyvah, işte korktuğu başına gelmiş, kız onu görmüştü. Ama çekmedi gözlerini Ferit’ten. Eli saçında bir an hareketsiz kaldı. Ferit de çekemedi bakışlarını. Sabitlenmiş, büyülenmişti sanki. Yüzünde hiç makyaj yoktu, kalın siyah kaşları iri gözleri vardı. Ya da korku sindiği için irileşmişti gözleri. Korkuyu iyi tanırdı Ferit. Korkmuş birini hemen anlardı. Bütün kadınların gözleri böyle mi oluyordu korktuklarında? Annesinin gözlerindeki gibi. Küçücük zihninde resimlerine baktığı hikâye kitaplarındaki cadılara benzetirdi annesini. Tek farkı burnu değil gözleri kocamandı. Babasının gözünün içine de bakamazdı gerçi. Yüzüme bak diye bağırdıkça, kız gibi ağlama diye vurdukça, erkek ol biraz diye sarstıkça iyice yumardı gözlerini. Kafasını öne eğer, gözlerini sımsıkı yumardı. Aslında ağlamamak için kapatırdı gözlerini, gözyaşları göz kapaklarından dışarı çıkamasın babası ağladığını görmesin diye. Ama bu çiçek desenli çantalı kız farklıydı. Gözleri buluştuğunda sadece korkuyu değil, hüznü ve kararlılığı da görmüştü. Biraz da isyan mı vardı sanki? Dik dik bakmıştı Ferit’e. Kalın dik saçlarının arasında gezdirdi parmaklarını. Belki de bisikletiydi ona bu gücü ve cesareti veren. Çok sevdiği kırmızı bisikletini bırakmak zorunda kalmışlardı. Annesi olmaz demişti, yük olur çabuk kaçamayız. Bisikletle daha çabuk kaçarız diyememişti. Evli olamayacak kadar gençti ama bilinmezdi tabi. Kocasından mı kaçıyordu, babasından mı? Kaçıyorsa neden geri geliyordu? Onlar geri dönmemişlerdi. Gizli bir şeyler çevirdiği aşikardı.
Yaklaşık bir hafta kadar süren bu esrarengiz olayda Ferit bir türlü akşam kızın geliş saatine denk gelemiyordu. Belki bir kez daha göz göze gelirler daha fazlasını paylaşırlardı. Belki yardım bile edebilirdi kaçtığı neyse. Evet ederdi tabi neden olmasın. Onlara yardım eden olmamıştı. Annesi de destek olurdu. Olurdu tabi. Ama ne diyecekti ki annesine? Gelişini görse belki biraz daha fikir yürütebilirdi. Şimdilik gözlemeye devam etmeliydi. Ara sıra bisikletin durduğu yerde başka birisi varmış da gözetliyormuş hissine kapılıyordu. İyiden iyiye komplo teorisi ürettiğini düşünmeye başladığı günün sabahında saatler geçmesine rağmen meçhul kız gözükmedi. Bisiklet aynı yerinde duruyordu. Güneş iyice yükselmiş, çalıların arasındaki bisikletin üzerinden ışık oyunları yapıyordu. Annesinin teslimatlar gecikti diye söylenmesine aldırmadan dükkândan çıktı, yolun karşısına geçti. Burnunun ucuna düşen gözlüklerini düzelterek elleri cebinde sanki yürüyüş yapıyormuş havası vererek biraz da utanarak bisiklete doğru yürümeye başladı. Bisikleti, doğanın sırdaşları su sümbülleri, kürdan otları, lilpar çiçekleri kaplamıştı. Sanki aylardır burada terk edilmiş gibiydi. Kendini bakmaması gereken bir şeye bakıyor, gözetliyormuş gibi çok rahatsız hissetti. Hızlı adımlarla karşıya geçti, dükkândan içeri attı kendini. Televizyon bir yandan annesi bir yandan ne kadar gürültü vardı dükkânda bu sabah. Mırıl mırıl konuşan annesine,
“Tamam söylenme artık, yetiştireceğim hepsini,” dedi Ferit teslimat fişlerini sıraya dizerken.
“Yok be oğlum sana söylenmiyorum, baksana gencecik kız,” dedi yaşlı kadın üzgün gözlerle televizyonun sesini açarken.
“Ne kızı,” dedi Ferit ilgiyle
“Yine bir kadın cinayeti, üstelik üniversite öğrencisiymiş. Abileri yapmış, okumasına karşılarmış. Vah yavrum vah,”
Annesinin elinden kumandayı alan Ferit, televizyonun sesini iyice açtı. Şehrin göbeğinde güpegündüz diyordu spiker. Yerde çiçek desenli çantanın yanı başında buzlanmış görüntüler.
Sibel Karaca
Commenti