Bezirganbaşı oyununda kapılar geçit vermiyor. Üç demeden yakalanıp devre dışı bırakılıyorum. Rengimin koyuluğu yedeğe kalma nedenim, asillere dahil olamıyorum. Kimse güneşi suçlamıyor.
Tramvayın tutacağını sıkıca kavrıyorum. Bir an boş bulunup bırakacak olsam, tutunamayanlar üşüşüp dalgınlığım için beni pişman edecekler. Üst üste ertelediğim telefonumun alarmı kimden taraf tutuyor anlamış değilim. Bu kez ertelemeye niyetim yok, varsın çalsın. Sesten rahatsızlık duyan kişilere ne tür yanıt verebileceğimi düşünüyorum. Her daim hazırda cevap bulunduracak kadar tedbirli olsam da insanım ve zaaflarım var. Buna rağmen Tanrı’nın bahşettiği yeteneğimle, beni göz hapsine alanlara karşı koyabilirim. Dilimin kusursuzluğundan rahatsız değilim. Münazarada kazanan tarafta yer alışım ikna kabiliyetimin güçlü oluşundan elbette.
Yorulan elimi değiştiriyorum, karşımda yirmili yaşlarda genç bir kız duruyor. Tahminimden küçükse erken olgunlaşmış görünüyor. Güneşin yansımasını izliyorum kirpik uçlarında. Rastgele doladığı şalı ciddi duruşuyla çelişiyor. Cımbız değmemiş kaşlarının arasındaki anlamlı derinliği, çocuksu gülüşüyle doluyor. Düşüncelerinin esaretinden kurtulamamış olacak ki yumuşayan yüz kasları şekil değiştirerek geriliyor. İki yabancı maske arasında kayıp kimliğini arıyor muhtemelen. Değişkenliği Da Vinci’nin fırçasıyla hayli uyumlu. Yol yol ayrılmış saçlarının her bir teli dalgın yüzünü başka şehre götürüyor. Onun da alarmı çalıyor, o da bir şeylerin gecikmişliğini yaşıyor anlaşılan.
Yüzü, çukura bakan gözleri, isminin baş harfini taşıdığı kolyesi, parmağındaki yüzük kadar dikkatimi çekmiyor. Kolyesinin zinciriyle bağlanmış kaderine, başını sağa sola çevirdikçe boynundaki N harfi kılık değiştiriyor. Nihan olmalı diyorum. Hayır, ihtimaller doğrultusunda ilerleyemem. Yanılma payım yok, kesin Nihan. Bu harfe uygun isimleri döküyorum önüme, hiçbiri boşluğu doldurmuyor Nihan kadar. Omzuna dökülen siyah saçları, yüzünde saklamaya çalıştığı ketum ifadesi, belirip kaybolan gülüşü Nihan’a ait olmalı. Kendisine taktığım, daha doğrusu yakıştırdığım isimle bütünleşmiş görünüyor. Nihan diye seslensem ağır hareketle başını çevirip tanıdık birini arayacak. Her zaman olduğu gibi hislerim bu kez de yanıltmıyor beni. Görüş alanımın dışına çıkacak endişesiyle hareketlerimi kontrol etmekte güçlük çekiyorum. Yolculardan biri uyarıyor. Bayım, sarhoş musunuz? Gözünüzün önünü görmüyor musunuz? Az kalsın ayağıma basacaktınız. Tanrım! Nasıl dayanabilirdim serçe parmağımdaki nasırın acısına. Gerçekleşmemiş olaydan sebep özür dileyerek mesafe koyuyorum aramıza. Bu uzaklaşma milimetrik ölçüde elbette. Ve bir sarhoşun yapamayacağı kadar seri bir hareketle yapıyorum.
Rüzgâr tersten eserek olanca yağmuru tramvayın camlarına savuruyor. İçeride oluşan yoğun buhar pencereye resimler çiziyor, Nihan’ın silueti karışıyor anlamsız şekillerin arasına. Öfke duyuyorum rüzgâra, benden götürdüklerine. Bitmesini istemediğim yolculuk birazdan sona erecek, yeni eller tutacakları sahiplenecek, Nihan’ın şemsiyesinin ince telleri yağmur ve rüzgârın şiddetinden kırılacak, saçlarında teller uçuşarak ağaçlara dolanacak diye kaygılıyım.
Hızını kesen yağmur camlardan uzaklaşıyor, görüş mesafemiz yeterli durumda. Pencereden dışarıyı izliyorum. Tek düşüncem onunla aynı durakta inip, aynı turnikeden geçiyor olmak. Bütün bunlar gerçekleşmese de aynı şehrin havasını soluyor olmamız teselli veriyor. Önümde yaklaşmakta olduğumuz durak. Nihan’ın hareketlerini dikkatle izliyorum. İfadeleri fazlasıyla ketum, inip inmeyeceği belirsiz. Yolculuğunu sonsuza dek sürdürecek kadar tedbirsiz, hemen inecek kadar hazır vaziyette. Çemberlitaş durağına yaklaşıyoruz. Tramvayın ani freniyle sarsılan ayaklarım ters hamle yapıyor. Hangi yöne ilerleyeceğim konusunda kararsızım. Adımlar tetikte dışarı çıkmak için yarışıyor, öğrenciler bir dakikalık gecikmenin bedelini bütün gün ödemeye niyetli değiller. Kapıların açılmasıyla birlikte kalabalık seyrelirken yağmurda yıkanan temiz hava bir yolunu bulup içeri giriyor.
Başımı hafifçe kaldırıyorum. Yüzüne bakmaya cesaretim yok, ellerini arıyorum kalabalığın içinden. Parmakları orada olduğunun şahidi. Pirinç taşından yüzüğü bir şeylerin imzasını taşıyor olmalı. Koltuk altına sıkıştırdığı edebiyat dergisini fark ediyorum. Benzerliğimiz söz konusu olmasa da ortak bir noktamızın varlığına hayli seviniyorum. Kapağını dikkatle inceliyorum. Behice’nin Günlüğü yazıyor. Kendimi ölçüsüz bir cesaretin içinde buluyorum, şuur bulanıklığı da diyebilirim. Affedersiniz, demek Behice’yi tanıyorsunuz, diyorum. Ağzımdan dökülen gelişigüzel sözcükler bana ait olmayacak kadar yabancı ve amaçsız. Freni patlamış otomobil gibi sağa sola çarpıyorum. Nihan'ın kahkahası dikkatleri üzerimize topluyor. Bu küçümseyici gülüşü göz bebeklerimin gölgesinde ufalıyor. Gülüşmeler ulu orta yayılarak çoğalırken, gururumu hiçe sayıyor yolcular. Tekli koltukta oturan şık giyimli bey eyleme ortak olmamak için bıyıklarını düzeltiyor. Ellerindeki garibanlık giyimiyle çelişiyor. Parmakları fazlaca kalın, tırnak kenarları çatlak. Geçmişinin yükü omuzlarına yığılıp kalmış. Gözlerimiz kör bir noktada kesişirken, ifadesiz bir tebessümle geçiştiriyorum.
Alaycı bakışlar üzerimde. Zihnimi ve bedenimi yapay atmosferin içinden çekip alamıyorum. Ayaklarım titriyor hafiften. İki dakikalık zaman dilimi uzayıp genişliyor. Ruhumun tepkimesi diyebilirim. Kendi kendimi düşürdüğüm telafisi mümkün olmayan bu durumla yüzleşmem suçumu hafifletebilir fakat buna cüretim yok. Kıt kanaat kullandığım cesaretimi ilk defa oynadığım kumarda kaybediyorum. Bir süredir kurtulduğumu zannettiğim terlemelerim depreşiyor yeniden. Avuçlarım nemli ve yapışık. Kulaklarımın kızardığının farkındayım. Nihan’ın karşısında maharetimle yüzleri güldürmeyi başarabilen kırmızı kulaklı palyaçoyum.
Yolcuların gözünde küçülüyor oluşumun önemi yok, bir sonraki durakta hafızamdan silinecekler fakat Nihan için aynı şeyi söyleyemem. Asil duruşu, her duruma ayak uydurabilen yüz hatları, tramvayın kendine özgü kokusuna baskın gelen kolonyası ve elbette ismi belleğime kazınıyor.
Nihan’ın üzerinden çekmek zorunda kaldığım bakışlarımı pencereye kaydırıyorum. Tırtıldan yeni çıkmış kelebek gibi beyaz elleri, zihnimin ışık görmeyen camlarına konup duruyor. Hayıflanıyorum. Dilimin ucu yarım kalmış keşkelerle dolu. İtiraf etmek istediğim cümlelerim bertaraf oluyor. Sirkeci durağında iniyorum. Arkamda yanıma almak istediklerimi bırakarak hızla uzaklaşıyorum.
Sibel Oğuz
Yolculuğunu sonsuza dek sürdürecek kadar tedbirsiz, hemen inecek kadar hazır vaziyette...
İnsanın dünya macerasının tek cümleyle özeti.
Güzel bir öykü yine, kalemine sağlık.