“Benliğin dünyasına açılan kapılar az, ama değerlidir. Derin bir yara iziniz varsa, o bir kapıdır; eski, çok eski bir öykünüz varsa, o da bir kapıdır. Gökyüzünü ve suyu tahammül edemeyecek kadar çok seviyorsanız, o bir kapıdır. Daha derin bir hayatı, eksiksiz bir hayatı, makul bir hayatı özlüyorsanız o da bir kapıdır.” Kurtlarla Koşan Kadınlar / Clarissa P. Estes
Bu defa kapıyı açmayacaktı. Sondu. Onsuz da bir hayat yaşayabileceğini gösterecekti. Sevmek, zevklerinden vazgeçmek, tahammül etmek, affetmek, gurursuzluk değildi. Onursuzluk hiç değildi. Her seferinde erkek kuşun özgürce uçup dönmesiyle paramparça olan, yuvayı kuran, kanatları kırılmış dişi kuş olmayacaktı bu defa. Kararlıydı.
Kapı zilinin sesi susunca karanlıkta önünü zar zor görerek sokağa bakan camın önüne ilişti. Aylarca kocasının tamir etmediği pencere kulpunun hizasından dışarıyı izledi. Sürekli başını öne arkaya tehditkâr sallayan, hırsını alamayıp çektiği sigara dumanını sokak lambasının ışığına doğru öfkeyle üfleyen adamı izlerken yıllardır böyle birine yoldaşlık yapmaya çalıştığı için kendine bir kez daha kızdı. Kocası hızla arkasını dönüp evin penceresine doğru baktığında bir saniyeden kısa bir süre göz göze geldiler ya da o öyle hissetti. Telaşla bir adım geri gitti. Masanın köşesine vurduğu kalçasını ovalarken onun yüzünü artık daha net görebiliyordu. Bir şeyler mırıldanan dudaklarındaki sözcükleri duymasa da neler olduğunu tahmin etmesi kalbinin daha hızlı atmasına, kulaklarının uğuldamasına sebep oluyordu.
Okuması bir yıl süren Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabının hatmettiği satırlarından bazıları geziniyordu zihninde. Pencere ardında, kapalı ışıkların karanlığına sığınarak onun sokaktan çekip gitmesini beklerken kim bilir kaç kere, “Yanma vardır, sevince eşlik eder; yanma vardır, yok oluşa götürür.” cümlelerini yinelerken, yine aynı kitaba ait, “Söyler misiniz, yeni bir hayattan daha ışıklı ne olabilir?” cümlesini bağırdı boş odaya. Gülümsedi. “Işıklı, yeni bir hayat,” diyerek tüm odaların ışıklarını bir bir açmaya başladı.
Ne diyordu kitap? “Hayatınızı desteklemeyen biri için zaman harcamanıza değmez, hadi ne duruyorsun, çoktan yapman gerekeni daha da erteleme, topla pılını pırtını, doldur poşetlere.” Aklına gelen her satırı, tesiri daha büyük olacağını düşünerek sesli söylerken yüreğindeki ağırlık hafifliyor, kulaklarındaki uğuldamaların yerini evin sessiz huzuru alıyordu. Hızlı adımlarla önce banyoya sonra çöp poşetlerinin yerini hatırlayarak mutfağa doğru gitti. Her hafta sonu kocasının hiç üşenmeden düzenini kontrol ettiği çekmecelerden birini açıp büyük boy çöp poşeti rulosunu eline alıp yatak odasına geçti. İçerisindeki eşyaların nizami şekli ve renk uyumuna göre sıralanmasını daha kolay görmesi için yapılan cam kapaklı giysi dolabının tüm kapaklarını açtı. Bir eşya toplama anında bile bir zamanların deli dolu ruhunun nizami mengeneler arasında sıkışık kalmasına, buna yıllarca izin vermesine söylendi. Gözlerini kapadı, kollarını iki yana açtı. Bir geminin güvertesinde hissetti kendini. İyot kokusunu genzine çekti. Gülümsedi. Hafif nemli rüzgârı yüzünde hissetti. Tırnaklarını rengârenk ojelerle boyadığını hayal etti. Renk uyumuna takılmadan içinden geldiği gibi renkli, uyumsuz ama istediği gibi… Saçındaki tokayı çıkardı, savurduğu saçlarına boynundaki fuları bağladı. Gözlerini açtığında tuzlu gözyaşının değdiği dudakları yularsız bir hayata merhaba diyordu.
Giysi dolabının önündeki gerçekliğe bakarken sessiz gözyaşlarının yerini hıçkırıklar aldı. Onca yıl bu evdeydi ve koca dolabın içerisinde kendisine ait kısım iki raf ve dört askılı kısımdan oluşuyordu. “Sen sadece eşiğin bu tarafında olan kapı şıngırtısısın, kendi eşyalarını toplasan daha kolay olacak sanki,” dedi istemsizce kahkaha atarak. “Ama yok, artık eşikte kendini kabul ettirmeye çalışan o zavallı değilsin.” diyerek eşyaları toplamaya kaldığı yerden devam etti. Poşete sinirle tıkıştırdığı her parçada ne kadar özenle ütülediğini, gününün çoğunu bu gereksiz işlerle geçirdiğini düşünüyor, bazen de onu gezmeye diye çıkarıp alışveriş merkezinin dükkânlarını saatlerce dolaştırıp sadece kendisine kıyafetler aldığı anlar geliyordu aklına. Bu defa da bu satırlar beyninde şekil aldı. “Kadınlar genellikle gün içindeki zamanlarının yüzde seksenini, yaratıcı hayatlarını sekteye uğratan işler yapmaya harcayarak duyarlı olmaya çalışan sanatçılardı.” Sürekli çektiği burnunu sabahlığının kol yenine silerek ayağa kalktı ve tüm poşetleri kapı girişindeki ayakkabılığın önüne koydu. Daha sakin adımlarla tüm odaları gezip ona ait ne varsa poşetlere doldurmaya devam etti. Mutfaktaki onun en sevdiği fincanları, tuzluk takımını, hatırında ne varsa oradaki gerekli gereksiz her şeyi toplayıp diğerlerinin yanına koydu. En zoru da banyo dolabındakilerdi. Nasıl kullanıldığını dahi bilmediği, öyle üzerinde kocaman büyük harflerle MEN yazan kolajenli cilt bakım ürünleri.
Her birini daire kapısının dışına koymaya yeltendiği sırada bir korku sardı içini. Sol omzundan girip yüreğine oturan vesvese damarlarındaki kana karışıp beynine hükmetmeye, dizlerini, ellerini titretmeye başladı.
Erkeksizlik…
Parasızlık…
İş bulma…
Savunmasızlık…
Yalnızlık…
Kirpiği bile oynamadan kıpırtısız öylece dururken sağ omzundan kulağına fısıldandı bu sefer.“Yalnızlık, bazılarının inandığı gibi bir enerjisizlik ya da eylemsizlik hali değildir, tersine, ruhun vahşi erzaklarından alarak bize ilettiği bir nimettir.” Kurtlarla Koşan Kadınlar dedi… Aynı zamanda vesveseyi yüreğinden defetmeye çalışırken. Poşetlerin yanına dizlerinin üzerine çöktü. Bu sefer de acizliğine ağladı. Okuduğu kitaplara, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmesine, bir defa yaşam hakkı verilen bu dünyada köle, bağımlı olmayı istememesine rağmen hâlâ kendini vasıfsız, kimliksiz görmesine ağladı. Denemeliydi, sürekli aynı cümleleri tekrarladı. Denemeli ve başarmalıydı.
Uzun bir aradan sonra ayağa kalktı. Kapının kilidini açtı. Poşetleri atmadan önce kocasına ait pardösü ve şapkasını çıkarıp giysi askısına astı. Kapı arkasındaki çivide masumca salınan nazar boncuklu at nalını yerinden çıkardıktan sonra boşalan yere elindeki askıyı geçirdi. Boylu boyunca bir erkek pardösüsü ve başında da şapkası kapı ardında öylece asılı dururken kapıyı açtı ve tüm poşetleri kapı önüne koydu.
Kapıyı kapayıp sırtını dayadı. Gözünün önüne bir sürü kadınla birlikte, vahşi bir ormanda kurtlarla koştuğu geldi. Gözünü açıp tekrar kapadı, açıp tekrar kapadı ve açıp tekrar… Her seferinde görüntünün sonu bir türlü değişmedi. Çünkü bu koşuşmacanın ardında tek arkada kalan kendisiydi. Tüm kararlılığıyla çiviye astıklarını alıp onları da daire kapısının önüne koydu. Sırtını tekrar kapıya dayadı, bu defa kapadığı gözlerini uzun süre açmadı. Çünkü vahşi ormanın derinliklerine doğru en başta kendisi koşuyordu.
Tülay Oğuzveren
Comentários