Öykü- Türkan Büyükköse- Mesafe
- İshakEdebiyat
- 8 Nis
- 3 dakikada okunur
Ansızın uyandı genç kız. Telefonu çalmış olabilir miydi? Yatağın içinde korkuyla bekledi. Geceleri siren sesi eksik olmazdı. Koronavirüs hastasını taşıyan ambulanslardan biriydi belki. Kulak kabarttı. Sessizlik… Kapı ya da pencerelerden birinin açılıp kapandığını sandı. El yordamıyla başucunda bulabildiği maskesini taktı. Kollarından destek alarak yavaşça doğrulup oturdu. Şiltenin kenarından aşağı sallanan bacaklarına bakıyor, kalktığımda beni taşıyabilecek mi? diye düşünüyordu. Perdeyi açtı. Ay ışığında görebildiği kadarıyla saat dört buçuktu. Sırtında dayanılmaz bir ağrı vardı.
Favimol tablet. Sabah, akşam sekizer adet içeceksiniz… Bol suyla… Ağrınız olursa paracetamol…
Böyle demişti telefondaki ses. Gün boyu vücudunu sinsice saran virüsler toplanıp sırtına hücum etmiş olmalıydılar. Omurları her iki uçtan kuvvetlice çekiliyor gibiydi.
“On dört günlük karantinanız bugün başladı.”
Bir gün önce evlerine gelen filyasyon ekibindeki görevliydi konuşan.
“Peki,” dedi genç kız. Yedi aralık iki bin yirmi, saat dokuz, diye tekrar etti içinden. Otuz iki bin yüz otuz yedinci vakanın kendisi olduğunu biliyordu.
Babası sedyenin üzerindeydi. Merdivenlerden indirilirken kızına fersiz, boş bakışlarla bakmıştı. İnleyerek elini göğsünde gezdiriyor, soluk almak için çabalıyordu. Bir köpek uludu o sırada. Yan komşunun köpeği. Uğursuz şey!... Apartman kapısı açıldı. Öhö, öhöö! Bir motor çığlığı kesti babasının öksürüğünü. Sanki bir avuç cam kırığı ciğerlerini ince ince doğramaktaydı. Her an dışarıya fırlayacakmış gibi görünen gözbebekleri tepede, belirsiz bir noktaya dikilmişti.
“Kardeşiniz kaç yaşında?”
“Beş.”
“Ayrı odalarda kalmalı, evin içinde maske takmalısınız.”
Kız kardeşi, geride lavabonun arkasında duruyor, duvarda asılı olan havluyu o yana bu yana sallayarak kendini gizlemeye çalışıyordu. Beyaz tulum giymiş, yüzü maskeli sağlık görevlisine endişeyle baktı. Ablasına doğru adımladı. “Hayır, dur orada,” dedi ablası sesini yükselterek, “bana yaklaşma.” Küçük kızın dudakları büzülmüştü. Babam da gitti, dedi kendi kendine, eskiden beni öperdi. Yumruk yaptığı minik elleriyle gözlerini sildi.
“Annem artık gelmeyecek mi?”
“Ağlama,” dedi ablası, “gelmez mi, tabii ki gelecek.”
Gece yarısıydı… Saat dört buçuktu…
Işığı açmadan yavaşça başını uzattı. Kardeşinin kapısı kapalıydı. Yatağına geri dönmeyi düşünürken mutfaktan gelen tıkırtı sesiyle irkildi. Lağım faresi olabilirdi. Sık sık çatıda, olukların içinde gezinirken görürdü onları. Belki de bir hırsızdı. Korona nedeniyle karantinada olan bir eve kim girmek isterdi? Ya gece yalnız kaldığını bilen biriyse!..
Kapının eşiğine oturdu. Bacaklarını karnına doğru çekip sıkıca sarıldı. Betona bastığı çıplak ayaklarını pijamasının paçasıyla örttü. İçinde saklanan bilinmeyenlerden mi korkardı insan? Yaralı bir hayvanın etleri gibi seğiriyordu her yeri. Soğuk bir aralık gecesinde olduğu gibi. Büyük bir gürültüyle sarsılmıştı o zaman da. Uğultuyla esen rüzgâr önce camları zangırdatmış, ardından güçlü kollarıyla evin çatısına abanmıştı. Annesinin kucağında iyice büzüldüğünü hatırladı. Rüzgârın acımasızca söküp attığı çatının yok oluşunu izlemişlerdi. Ufacık elleriyle onun örgülü saçlarından sıkıca tutmuştu. Gri gökyüzünün altında silik beyaz gölgeler gibi görünüyorlardı.
Damlayan bir musluk sesi duydu. Tıp, tıp! Etrafına baktı. Alacakaranlıkta gördüğü kadarıyla her şey yerli yerindeydi. Duvarda asılı aile fotoğrafı, karşı köşedeki çiçek saksısı. Komodinin üzerinde duran para. Babası harçlık olarak bırakmıştı. Gözlerini kapattı. Çuf! Çuf! Kalp atışları bir tren sesi gibi yükseliyordu. O netameli gecede yaşananlar bir zincirin halkaları gibi birbirine eklendi.
Odaya giren bir karga tepelerinde döne döne uçmaya başlamıştı. Açılmış simsiyah kanatları ve parlak gözleriyle ona doğru yaklaşıyordu. Pençeli ayaklarını gördü. Kocaman vahşi gagasını ayırarak, gak, gak! diye ötmüş, hızla üstlerinden geçmişti. Tüylerinin ayaklarına dokunduğunu hissetmişti.
“Uğursuz kuş, yakala onu!”
Annesi bağırıyor, babası kargayı kovalıyordu. Ağladı. Elleriyle kulaklarını kapattı. “Sakın korkma,” demişti annesi, saçlarını okşamıştı Uçurumun kenarında bekleyen bir insana sarılır gibi sarılmıştı.
Birden büyüdüğünü hissetti. Annesinin yanında olduğunu düşündü. Bir yetişkin gibi davranmalıydı. Yavaşça ayağa kalktı. Ağrıyan sırtını dikleştirdi. Güçsüz, uyuşmuş bacaklarını hafifçe sallayarak rahatlatmaya çalıştı. Kuzgun da böyle soğuk bir aralık gecesinde çıkagelmişti Poe’nun karşısına. Şiiri mırıldanırken mutfağa doğru yürüdüğünü fark etti.
“İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim;
Bir ziyaretçidir mutlak kapıyı çalan,
Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
Başka kim olur bu zaman?”
Yüreği iyice yatışmıştı. Bir karaltı çarptı gözüne. Yemek masasının yanında birisi olabilirdi. Işığı yaktı. Üzerinde pijamasıyla kardeşini gördü. Upuzun, dağınık saçları yüzünün yarısını kapatmıştı. “Açamadım,” dedi ablasını görünce. Elindeki bisküvi paketini uzattı, “sen aç.”
Genç kız açtığı paketi masanın üstüne bıraktı. Hemen uzaklaştı. “En az iki metre sosyal mesafe,” diyordu televizyondaki ses.
Küçük kız sandalyeye yapışmıştı. Bacaklarını sıkıştırıp hareket etmeden durmaya çalışıyordu. “Tuvalet,” dedi ve aynı anda pijaması ıslandı. Paçalarından süzülen idrar, ayaklarından kapıya doğru aktı. Buharlaşıyor, betonun üzerinde koyu yeşil incecik bir yol çiziliyordu. Terliklerini giymemişti. “Üşüteceksin,” dedi ablası, “sen de hasta olma. Odana git, pijamanı değiştir.” Kardeşi gözlerini ovuşturdu. “Kimse beni sevmiyor,” diyerek hıçkırıyordu.
“Annem ne zaman gelecek?”
Korona duvarını iteklese… Küçükken annesinin ona sarıldığı gibi sarılabilse kardeşine…
“Yakında,” dedi, “merak etme.” Ağzının içinde harfleri yuvarladı. “Yakında gelecek annem.” Onun, üç aydır hastanede olduğunu, belki de daha fazla yatacağını söylemedi. Telefonu çaldı o sırada.
“Yoğun bakımdan arıyorum, ben doktor… Fidan Kara’nın yakını mısınız?”
“Evet. Kızıyım…”
“Şey… Anneniz…”
Abla, telefonda konuşuyor, kardeşi, “Annem gelecek, annem gelecek!” diye sevinçle bağırıyor, el çırpıyor, saçlarını savurarak dans ediyordu.
Türkan Büyükköse
Commentaires