Yaklaşık üç yıldan beri terzilik zanaatıyla kentte nam salmış olan Zeki Abdul, dükkânını açarken besmelesini eksik etmedi. İlk olarak gün içinde teslim edeceği kumaşlara göz gezdirdi. Önceki günden aldığı notlar, işinin çok olduğunu gösteriyordu. Dışarıdan Zeynel İshak seslendi.
“Günün aydınlık, işlerin hayırlı olsun sevgili Zeki Abdul.”
“Senin de kardeşim. Hayırlı kazançların olsun.”
Zeynel İshak, Zeki Abdul’un komşusuydu. Üç yıl önce çarşıda bir dükkân kiralamak için geldiğinde, Zeki Abdul’e o yardımcı oldu. Allah’ın kaderlerine yazdığı güzel bir yazı olarak, Zeynel İshak böyle diyordu, hemen yanındaki dükkân yeni boşalmıştı. Bu işe en çok Zeki Abdul sevindi. Büyük bir gayretle iki günde yerleşti dükkâna. Günler geçtikçe de çarşıya ve çarşı esnafına alıştı.
Zeynel İshak dâhil kimse Zeki Abdul’un kim olduğunu bilmiyordu. Bildikleri tek şey uzak diyarlardan buraya gelip yerleştiğiydi. İlk günlerde yaptıkları bir konuşma sırasında Zeynel İshak, Zeki Abdul’un ailesiyle ilgili sorular sordu. Zeki Abdul, bu sorulara üstünkörü cevaplar verip geçiştirmeye çalıştı. Bu tavırdan sonra Zeynel İshak’ın merakı daha çok artsa da arkadaşını ürkütmek istemedi. Bu yüzden olabildiğince dikkatli davranmaya çalıştı. Zeki Abdul konuyu değiştirmek için kendisinden önce terzilik zanaatını kimin yaptığını merak ettiğini söyledi. Nasıl biri olduğunu Zeynel İshak’tan anlatmasını istedi. Bu sırada Zeynel İshak’ın yüzünü bir keder kapladı. Bir süre bekledi. Hatırlamak istemediği her halinden belli olan bir tavırla, kendisinden önce Cafer Ahmed adında, herkesin sevip saydığı, zanaatı dillerde dolaşan bir kişinin olduğunu ama ne yazık ki bu kişinin dört yıl önce kentin dışında ölü bulunduğunu söyledi. Bu cevap Zeki Abdul’un ilgisini çekti. Olayın ayrıntılarını sordu. Zeynel İshak bu talihsiz adamın hikâyesini anlatmaya devam etti.
Cafer Ahmed’in saygın bir yaşamı, örnek bir ailesi vardı. Hanımıyla birlikte mutlu yuvalarının tek eksiği bir çocuktu. Yıllarca bunun için dua edip tevekkülü bir an elden bırakmadılar. Sonunda bunun karşılığı olarak Allah, onlara bir kız bebek nasip etti. Ama karısı, çocuğunu doğururken öldü. Cafer Ahmed, yıllarca kızıyla birlikte, çevresinden gelen evlenme nasihatlerine kulak asmadan, yaşayıp gitti. Bir gün saraydan gelen haber, tüm şehir gibi, onu da dehşete düşürdü. Şah Şehriyar, bakire olan tüm kızlarla bir gece birlikte olup sabahında kellesini sarayın önüne yuvarlıyordu. Normalde şahın eşi olmak paha biçilemez bir şeyken ertesi sabah öleceğini bilmek halk arasında dayanılmaz acılara sebep oldu. Evlenme çağına gelen kız çocuklarının aileleri bu felaketten kurtulmak için ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalıştılar. Kentten hatta ülkeden kaçmak isteyenler, çok geçmeden bir bir yakalandılar ve şahın huzuruna çıkarılacakları günü beklemeye başladılar. Bu duruma karşı çıkan ailelerin kelleleri anında bulundukları yerde kesildi. Böylesine acımasız bir ceza, zamanla insanların içindeki isyan ateşini söndürdü. Cafer Ahmed’in içindeki ateşse sönmedi. Karşı karşıya bulunduğu tehlikeden ölmek pahasına kaçmaya çalıştı. Ama sonu diğerlerinden farklı olmadı. Cesedi, başı koltuğunun altında sırtüstü yatarken bulundu. Kızı ortalıkta görünmüyordu. Onu tanıyanlar, şahın huzuruna çıkacağı gün için saraya götürüldüğünü düşündüler. Arkasından yakılan sessiz ağıtlar dışında kimse bir şey yapamadı. Sonunda bakire kız kalmadı ülkede. Vezir Dendan’ın kızı Şehrazad hariç.
Konuşmanın burasında Zeki Abdul heyecanla vezirin kızına ne olduğunu sordu. Zeynel İshak, Şehrazad’ın hâlâ yaşadığını ama bunu nasıl başardığını bilmediğini söyledi. Zeki Abdul’un o gün yaptığı hesaplamaya göre Şehrazad, yüz on dört gündür Şah Şehriyar’ın yanında yaşamını sürdürüyordu. Bakire kızları bir gecede öldüren şahın yanında nasıl sağ kaldığına hiç kimse akıl sır erdiremiyordu. Zeynel İshak da ancak herkesin bildiği kadarını biliyordu.
Şehrazad konusunu aralarında tekrar tekrar konuşsalar da ne Zeki Abdul’un ailesi ne de Cafer Ahmed’in konusu bir daha aralarında söz konusu olmadı.
Zeki Abdul, ilk teslim edeceği iş için masasının başına geçti. Böyle yoğun günlerinde ilk zamanlarını hatırlardı. Bilinmeye duyulan şüphe onun için de geçerli olmuştu. Herkes Cafer Ahmed’e yaptırabileceği işi, bu yeni kişiye vermek yerine, kendi yapmaya uğraşıyordu. Zeki Abdul da gün boyu dükkânının önünde oturup sinek avlıyordu. Zincirleri kıran yine Zeynel İshak oldu. Sağdan soldan topladığı işleri Zeki Abdul’a getirdi. Böylece işleri yoluna girmeye başladı zamanla.
“Hayırlı günler dilerim.”
Geleni görünce ayağa kalktı. Gelen çarşının saygın kimselerinden sarayla arası oldukça iyi olan Celal Naid’di. “Hayırlı günler dilerim efendim. Buyurun, oturun,” diye iskemleyi gösterdi Zeki Abdul.
“Allah razı olsun evladım, elbisemde küçük bir açılma var. Hemen yapabilir misin acaba?”
“Tabi yaparım efendim,” dedi Zeki Abdul. Gösterdiği yeri büyük bir özenle dikmeye başladı.
“Anlat bakalım, nasıl geçiyor günlerin?” diye vakit geçirmek istercesine sordu Celal Naid.
“Allah razı olsun sizden efendim, bugünümüze çok şükür.”
“Hepimizden evladım, maşallah seni iyi görüyorum. Şahımız da artık kimseyi öldürmüyor, tavrını değiştirdiği söyleniyor. Şehrazad’dan bu yana büyüyen bakire kızların yaşamı kurtulabilir.” Kendi kendine mırıldanır gibiydi bunları söylerken, ama asıl düşündüğünü sözlerinin sonunda yüksek sesle söyledi. “Eğer böyle bir şey olursa ilk düşünmen gereken kendine iyi bir eş bulmak olsun. Böyle iyi bir hayatın sürekliliği ancak evlilikle mümkün olur, unutma.”
Yüzü asıldı Zeki Abdul’un. Ne diyeceğini bilemedi. Bir süre bekledikten sonra, “Allah en iyisini bilir efendim,” dedi.
Celal Naid’in dediği gibi Şehrazad hâlâ sarayda Şah Şehriyar’ın yanında yaşamını sürdürüyordu. Şehrazad’ın yaşaması, ülkede bakire kız kalmamasına yorumlandı ilk zamanlar. Ama daha sonrasında ergenliğe ulaşan genç kızlara da dokunulmaması halk arasında belirsiz bir duruma yol açtı. Yine de bir nebze su serpildi yüreklere.
İğne alma bahanesiyle arkaya gitti Zeki Abdul. Şehrazad’ın, Şah Şehriyar’ın yanında bulunduğu geceden bu yana tuttuğu çeteleye baktı. Binbir gece olmuştu. Dün gece tam binbir gece… Şaşırdı. Bu kadar çizik atacağını hiç düşünmemişti. Şah Şehriyar’ın Şehrazad’ı yanında ne kadar tutacağını hesap etmek için tutuyordu bu çeteleyi. Celal Naid’e göre Şah Şehriyar, Şehrazad’ı öldürmeyecekti. Bir çizgi daha koymayı düşündü. Vazgeçti. “Akşam çıkarken atarım,” diye söylendi. Her zamanki gibi…
Celal Naid’in elbisesini diktikten sonra onu kapıya kadar saygıyla uğurladı. Sabahki listeye takıldı aklı. Hâlâ çok işi vardı. Bir an önce işlerini bitirmeliydi. Ama bu sırada çarşının başından bir tellalın bağırdığını duydu. Çarşı esnafı, daha iyi duyabilmek için dükkânlarının önüne çıkıyordu. Zeki Abdul’un bulunduğu yerden tellalın sesi bir uğultu gibi geliyordu. Yanına gelen Zeynel İshak’la tellalın yaklaşmasını beklediler. Yakınlarına gelince çarşı esnafında sevince boğan, Zeki Abdul’u ise hayrete düşüren haberi duydular.
Şah Şehriyar’ın kardeşi Semerkant ül-Acem hükümdarı Şahmazan’ın, kente geleceği haberi duyuruluyordu. Asıl haber tellalın sonrasında söyledikleriydi. Şah Şehriyar’ın, Şehrazad’la olan birlikteliği yaşamları boyunca süreceği ve Şehrazad’ın Şah Şehiryar’ın yasal eşi olduğu ilan ediliyordu. Bu artık bakire kızların ölmeyeceği, ailelerin kaderlerine küsmeyeceği, mutluluktan herkesi havaya uçuran bir haberdi.
Zeynel İshak da herkes gibi bu haber karşısında mutluydu ama yanındaki Zeki Abdul’de aynı heyecan yoktu. Sordu. Yaşadığı şok yüzünden heyecanını gösteremediği söyledi Zeki Abdul. Biraz durduktan sonra da işleri bahane ederek içeri girdi. Hemen tuttuğu çetelenin karşısına geçti. Bir daha saydı. Binbir Gece… Buraya kadarmış, dedi içinden. Hiç sonu gelmeyecekmiş gibi görünen yol bitmişti. Her şeyi daha tam olarak idrak edemese de şu an daha iyi düşünebiliyordu. Kapıya gitti. Kimsenin görmediğinden emin olunca kapıyı kilitledi. Perdesini çekti. Tekrar tuttuğu çetelenin karşısına geldi. Şehrazad’ı, yaşamak için neler yaptığını, nasıl bir yol bulduğunu düşündü. –Dükkândaki işleri düşünmüyordu artık.- Kapıya gelenleri fark etse de açmadı. Gün karanlığa dönünceye kadar olduğu yerde kaldı. Çarşı esnafı dağılmaya başladı. Zeki Abdul hâlâ düşünüyordu. Vezir Dendan, izin verir miydi kızının yok olup gitmesine? Yoksa o mu kurtardı kızının hayatını? diye sorular sordu kendine. Kardeşi yoktu Zeki Abdul’un ama şimdi yüreğinin derinliklerinde Şehrazad’ı kardeşi gibi hissediyordu. Ne yaptığını bilmiyordu ama kendisi gibi bir yol izlemediği kesindi. Dikkatlice içeri gitti. Hava iyice kararmıştı. Etrafta kimseler yoktu. Zeynel İshak çok merak etmiştir, keşke bir not bıraksaydım, diye düşündü. Şimdi de bir şeyler karalayabilirdi ama vazgeçti. Böyle daha iyi, dedi. Tekrar içeriye gitti. Üstünü başını çıkarmaya başladı. En çok her gün yanağında tutmak zorunda olduğu tüylerden kurtulacağı için seviniyordu. Soyunduktan sonra köşedeki sandıkta özenle sakladığı çarşafını çıkardı. Üç yıl önce bir daha hiç giyeceğini düşünmeden kaldırmıştı sandığa bu çarşafı. Nadir bulunan ipek kumaşlara bakar gibi baktı bir süre çarşafına. Dikkatlice giydi sonra. Aynada kendini seyretti bir süre. “Yok,” dedi. “Ben hâlâ Zeki Abdul’um.” Peçesini indirdi. Başını açtı. İşte şimdi Zekiye Ahmed olmuştu. Cafer Ahmed’in kızı Zekiye Ahmed. Tıpkı üç yıl önceki gibi. Doya doya seyretti kendisinin bile unuttuğu bu yüzü. Bu süre içinde dışarıda biri olup olmadığına bakmayı ihmal etmiyordu. Bugüne kadar kazandığı parayı kesesine koydu. Bohçasını hazırladı. Bir kez daha aynanın karşısına geçti. Tam anlamıyla gerçek kimliğine kavuşmuştu. “Zekiye Ahmed, Zekiye Ahmed,” diye başkasından bahsediyormuş gibi birkaç kere tekrarladı.
Dışarı çıkacağı sırada gelen ses bir süre daha yerinde kalmasına neden oldu. Sesin kaynağını ancak bir daha kapı önüne gitmeye cesaret ettiğinde anladı. Bir kedi cam gibi gözleriyle ona bakıyordu. Korktu. Az kalsın bağıracaktı. Tuttu kendini. Sonunda çıkmaya cesaret edince hızlıca sokağın başına gitti. Bu sırada çetelesine çentik atmayı unuttuğunu fark etti. Güldü. Artık gerek yoktu. Uzaktaki tepede Şehrazad’ın da içinde bulunduğu sarayı gördü. Gururluydu.
Zekiye Ahmed, son bir kez dükkânına baktıktan sonra gözden yitti.
Tuğrul Karataş
Comentarios