Bizim oğlan kurtuldu ya, gözümüz başka bişi görür mü galan? Ablamın eve getirdik bunu, iki şişe sütü içince, “Elliham çatlıyacak bu,” derken ne çatlaması, bebe bir uyudu bir uyudu sandık ki gene hastalandı. Tabii bet beniz normal renginde olunca, önceki gibi palas pandıras hastaneye neyim koşmadık. Ertesi gün bizim herif, eniştemle çarşıda geziyollarmış.
“Bacanak, avratla da konuştuk, şehre göçecez. Bu bebeyi ne zorlukla elettik hastaneye, sen biliyon. Bir daha gene havale ne geçiririse işte o zaman yandık biz. Allah itmiye bu oğlan da ölürse bizim garı perim perişan olur. Anamla da konuştuk,” dimiş.
Eniştem mıy mıy konuşur amma akıllı adamdır. “Siz,” dimiş bizim herife, “bir köye gidin, bir bakın hâle vaziyete. Ben burada hem hesaplı bir ev, hem de iş bakıyım.”
Gerçi benim herifin iş bulmada ondan heç bi umudu yoğudu ya neyse. Asıl askerden bir arkadaşı belediyede çalışıyordu, ondan umutluydu. Zati ehtilal de duruldu o sıralar, hatta seçimden neyim konuşuyor ajanslar. Bi de evimiz ablama yakın olsun diye hesap ettiydik, gidecek bir kapımız olsun öyle deal mi?
Neyse, biz kucağımızda tosuna dönmüş bebeynen köye vardık. Başladık durumu anlatmaya. Kayınnam bana bir daha sorduktan sonra, “Haydin o zaman, malı davarı satıp savın, yorganı döşeği de yüklenin, yallah! Yolunuz da bahtınız da açık olsun,” didi.
Hesap ittiği gibi konuşunca kayınnam, bizim herifin gözleri parıldadı. Pılımızı pırtımızı bohçalamaya başladım, zaten ne eşyamız vardı da, iki yorgan bir döşşek. Bir günde bitti hepsi. Hem bizim herifin elinden her iş gelir, şehre gidince iki tahta alır, hasır, somya, masa neyse işte, iş bulup çalışmaya başlayanaça hepsini bir bir yapar. Delidir doludur da evine barkına da sahip çıkar, Allah var.
Ertesi günü otobüse atladığı gibi şehre, bacanağının yanına gitti bizim herif.
“Aşağıda bir ev var amma ev sahibesi biraz dırdırcı. Bir de mıy mıy konuşup durunca canım sıkıldı vallah,” dimiş eniştem.
Benim herif lafı uzatmadan, “Kak, kak, kak, hadi gidek de görek,” dimiş.
Selamun aleyküm, aleyküm selam! Hoş beş altı boooş. “Emmi, biz kısmetse senin evi tutmaya niyetlendik,” demesine kalmadan, “Bak oğlum, ben yaşlı adamım, dört beben varmış, gürültü patırtı istemem. Evimi temiz tutacaksınız, üç kira peşin isterim, bir de bir kira içerde kalacak,” diyi lafa girmiş.
“Emmi,” dimiş herif, “bizim bebelerin biri okula başlayacak, biri daha bir yaşını anca doldurdu, öteki ikisi de üç beş yaşında. Bebe bunlar, oynayacak, bağırıp çağıracak elbet. Ben sana üç değil beş kirayı peşin veriyim, bu işi bir hâl yoluna koyak evvel ahir,” dimiş.
Tabii benim herifi sıradan bir adam sanıyor. Biz neler gördük geçirdik gardaşım. Beş kira peşini duyunca ev sahibinin gözleri yerinden çıkacak gibi olmuş.
“Hadi bakalım oğul, hayrını gör. Sevdim ben seni,” dimiş.
Eniştem o anda benim herife bir bakıyormuş ki sanırsın dünyaları kurtarmış.
Gittim ben bu del’oğlnanın anasına.
“Kız Zeliha,” didim, “bunların dili ne der. Şehre gidecez de şehre gidecez. Göçü de yarın yola düzecez. Yapman, etmen, şehir köye benzemez. Sen ne iş tutacan orda yiğenim, bir başına nasıl geçinecen, diyince senin del’oğlan lafı suratıma yapıştırır gibi, benim bacanak üç senedir şeherde. Ben mi geçinemiyecem emmi? Evi neyim de tuttuk. Yarın yola çıkacaz kısmetse, didi.
“Nuh diyorlar peygamber demiyollar. Ehtilal var gız Zeliha, ehtilal. Sen akıllı garısın, bi de sen gonuş, ne didiysem dinletemedim.
“İrasim Ağa, bu bebeye bir şey olursa bunlar daha iflah olmaz. Hem ehtilal de duruldu galan. Havaslarını assınlar. Tarladan gelen gidenle de yardım ederim, kiralarını neyim öderler, bağdan bahçeden de azıklarını yollarım. Aç mezarı yok ya koca şeherde, didi.”
Zeliha Kadın da böyle konuşursa, daha ben ne diyim, öyle deal mi yiğenim? O ara gelin çaylarımızı getirdi, bakışından anladım ben durumu, vallah gözleri parıldıyor.
“Hadi yolunuz açık olsun, gelin,” didim. Ne diyim gayrı?
Devrisi gün bunlar dört bebeynen kamyona doluşup düştüler yollara. Bebeleri ablasına bırakıp kamyonu yanaştırmışlar evin önüne, bizim del’oğlan merdivenden aşağı inerken, “Allah Allah!” dimiş bizim gelin, “bu herif niye merdivenlerden aşağıya iniyor?” Gitmiş peşinden, elinde bir anahtarla açmış kapıyı, girmiş içeri. Evin içine bi girmiş, “Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü o anda,” diyor.
Göt kadar yer, iki oda, bi de daracık mutfak, salon ne de yok. Gelmiş bizim geline “Aha ev burası,” dimiş bi de sırtara sırtara.
Kan nası beynine sıçıradıysa, “Heriiif! Bizim öküzlerin ahırı buradan iyi, heriiif! Senin gözün yok muydu, kör müydün?” dimiş amma del’oğlan annamış durumu, avrat gene dellendi, dimiş, daha fazla laf duymadan kaçıp gitmiş kamyonun başına. Sesi duvarlarda yankılanmış durmuş gelinin.
Bir de bakmış ki del’oğlan koca döşşeği sırtlanmış taşımaya başlamış bile. Gelin de orda kendi kendine sokurdana sokurdana durmuş.
“Ben nasıl ediyim, nerelere gidiyim Allahım, dört bebeyinen buruya nasıl sığacaz da in gibi yerde kalacaz,” dirken durulmuş, nefeslenmiş acık, başını önüne eğip girişmiş temizliğe.
“Yav o paraya ev başka nerde var?” diyo bide. Neyimiş, kapının önünde bebelerin oynayacağı yerde varmış. Yerin batsın! Gözümüzün önünde olurlarmış. Gardaşım yatak odasıyla mutfak dip dibe, rutubetten duvarları hep kavlamış, kokuyor küflü küflü. Didim ya bir de göt kadar yer.
Neyse gün aştı, kamyonu hep taşıdık içeri. Bir soluk oturayım didim. Karşıma geçmiş bir de, “Bunda bu kadar dellenecek ne var anlamadım,” diyor.
Elime o an ne geçtiyse buna bir fırlattım, kaçtı gene kapıya. Beş on dakka geçti ablam geldi. O ara da ipiy acıkmışım, yemek yemiye gittik onlara. Kendime geldim, evi neyi de o an unuttum. Bebeler de kenarda sessiz sessiz oynuyorlar.
Bizim herif, “Beş aylık peşin verip ev sahibinin sesini nasıl da kestim,” diyince ben yerimden bir sıçradım.
“Herif, sen beni kanser mi edecen? İyi bok yidin, köyün samanlığına bir kucak para vermişsin. Enişte bizim herif neyse de senin gözün de mi kördü?” diyince kimse ne diyeceğini bilemedi. Eniştem de neye uğradığını şaşırdı. Elimdeki sokumu ağzıma götürüp bizimkine bir baktım, cendermeler çevirdiğindeki gibi yüzü, nevri dönmüş adamın. İpiy korktu valla, alttan aldı da biraz duruldum gari.
Neyse çayımızı içmeye başladık, olan oldu galan. Bizim herif, “Önce bir iş tutak, sonra istediğin yere taşınırız avrat. Biraz paramız da var, tarlanın birini de satarsak kendi evimizi bile alırız gari. Konuşsana yau bacanak, buralarda başka boş ev mi var neyim desene.” diyince eniştem anca ayıktı.
“Baldız,” didi, “hep baktık ittik de boş ev nerde hani? Biraz yukarlarda iki dene vardı, ataş pahası. Hem bize de ırak…”
“Bak gördün mü, şimdilik idare edek. Sonra bakarız icabına,” deyince acık ırahatlar gibi oldum.
Gel zaman git zaman, benim herif bir kamyon tahtayı evin önüne yıkıp üç günde üç tane hasırla bir masayı testereynen kesernen neyim çattı koydu. Zımparayla masanın üstünü iyice bir düzledi, bir teneke de boya bulmuş bir yerden iyice bir boyadı.
Bir de ne bakan! Boyası cört yeşil.
“Herif,” didim, “hemen git bunun mavisini bul gel, seni eve neyim koymam bak.”
Gitti, mavi renk boya getirdi, boyadı iyice de rengi düzeldi dirken bizim küçük sıpa, sen git, elleriyle masanın boyasını iyice bir sıva. Geldi ki yanıma eli, yüzü, üstü, başı hep boya olmuş. Daha yeni paytak paytak yürümeye başlamış eşşeyinoğlu, geliyor bana doğru da ne fayda.
“Bok babayın anayın sinine dolsun!” diyip koştum amma yetişsen n’olacak? Üstünü başını değiştirdim. İki üç gün çıkmadı elinden boya. Tabii bir şey de diyemiyoz. Doktor aman dikkat edin filan ne dedi ya, artık kim ne diyecek cesaret edip? Masanın boyası kurudu kurumuya da parmağıyla değdiği yerler kabarık kaldı. Boyadık bir daha, tam kaybolmadı gene de.
Bunlar evi taşıdılar, ben de kısmet oldu, gidiyim de ne etmişler bir yoklayım, didim. Yollarda acık rahatladı, cenderme neyim de kalmadı. Öylece geldim, del’oğlan beni eski garajdan aldı, eve geldik derken bir merdivenden indik biz, yerin dibinde küçücük in gibi bir yere. Ev desen değil, ahır desen beyle el kadar olmaz. Ben bir hoş oldum amma renk de vermedim.
Galan, “Hayırlı olsun,” ne didim.
Gelin duruşumdan anladı, ses neyim etmedi. Acık oturduk derken, “Yiğenim, iş güç bulabildin mi?” didim.
“Belediyeye neyim başvurduk, İrasim Emmi. Baaalım. Boş kalmayak diye de, buralarda inşaat çok biliyon mu, akşamaça çalışıyom, yevmiye mi neyim diyorlar, işte ondan veriyorlar gün batınca,” didi.
Bu haylaz burada bizim gelini perişan eder diye korkuyordum ya gelin, “Emmi, yukardaki kahvenin orda günlük işçiler toplanıyormuş, galan gitti bizim herif. İnşaatlardan kamyonlar gelip işçileri alıp götürüyor, çalışıyor işte eyle beyle. Allaha şükür, ekmeğimiz geliyor. Ortalık da ipiy düzeldi. Bir de devamlı bir işe neyim denk gelirse, o zaman yeni bir eve taşınırız amma malum, ehtilal zamanı, geçti desek de tam geçmedi. Seçimler n’olacak, görek bir. Her şey yıkılmış, yeniden yapılıyor. Burda da köydeki gibi herkes darda. İdare ederiz galan. N’edek?” didi.
Ben biliyom, gelin olmasa, bizim del’oğlan adam olmazdı da neyse.
“Belediyede neyim adamın yoğusa kim seni işe alacak yiğenim,” diyecek oldum, moralleri bozulması diye yuttum, ses neyim etmedim. İçimden de dayanamaz bunlar, acık zaman geçince geri gelirler. Zora gelemezler, alıştılar köyde, kavga dövüş de olsa yidikleri önlerinde yimedikleri arkalarında.
Bakışlarından bildim ben. İrasim Emmi gidince, “Bana bak herif,” didim, “eğer sen beni gotün gotün bi daha köye götürüp, bunlar şehrin hakından gelemedi diye dostu düşmanı ardımızdan güldürün, işte o vakit gör bakalım neler ederim ben sana.”
“N’oldu avrat? Kim ne didi de dellendin gene?” didi.
Bizim herif safın tekidir aslında. Kimsenin ne düşündüğünü anlamaz, bilmez, kimsenin dediğine de kulaasmaz.
“İrasim Emminin bakışlarını görmedin ni? Bunlar yapamaz, edemez, üç gün sonra götün götün köye geri gelirler,” diye bi tek ağzıynan dimediği kaldı.
“Sen onlara ne bakıyon avrat? Bir şeyden anladıkları neyim mi var, köyden susaya çıkmaya korkuyorlar, bizi de kendileri gibim sanıyorlar. İnşaatlara gidip çalışsam da karnımız doyar, merakta kalma sen. Galan sen de beni sıradan bir adam sanıyon heral!” didi.
Essah mı söyledi, dalga mı geçti anlamadım amma, “Ben diyeceğimi didim herif. Ona göre ayağını denk al,” didim gene de. Noluuur nooolmaz…
Ne kadar yer ettiyse içimde, geri köye gidersek ben yapacağımı bilirim de bilirim, diye rüyamda bilenem sayıklıyormussum. Bir gün gecenin bir yarısı bizim herif sinirlenip, “Ulan avrat,” didi, “bi daha yok dönersek, yok geri göçersek, diye bir laf et, ben bilirim yapacağımı sana. Elime kazmanın sapını alıp girişmezsem, bana da del’oğlan dimesinler, hele bi daha beyle dussuz dussuz konuş da gör!”
Şehre taşınalı üç ay olmuş olmamış, bizim herif sabah sekizde kahveye gidince, evi neyi topluyom, bebelerin peşinden, bir o yana bir bu yana gidiyom derken bizim oğlanın kucağında kocaman bir lağım faresi, bebenin parmağını ağzına almış kemiriyor. Bir kaçış kaçtım ki elimde demir kürekle oğlanı da bir elimle kavramıssım ne ara yaptıysam. Giriştim fareye. Kaçmıyor da soyka, kürekle kafasına bir vurdum, nasıl vıyaklama sesi geliyor. Gittim aşağıya bahçeye de gömdüm bir güzel.
Akşam herif geldiği gibi, “Ben daha burada oturmam herif, kedi kadar fare bizim oğlanın kucağına çıkmış, parmağını kemiriyor,” diyi bir bir anlattım durumu.
Bizim herifin yüzü bir hoş oldu, beti benzi attı. Yılanla fareden de bek korkar. Beş on dakka ne geçti, soluklanıp kendine geldi.
“Bakalım,” didi sonra, “tarlaya Arap Memmet talip olmuş. Satıp savak da başımızı sokacak bir ev alak gayrı. Daha işten güçten de haber yok ya neyse. Allah bir yol gösterir galan,” didi.
Yani anlıcağınız şehre taşınınca bizim herif bir akıllandı, bir akıllandı, “Gurban olduğum Allah bizi köydekilere maskara neyim etmiyecek,” didim içimden. Daha da bişi dimedim, nası ses ediyim deal mi?
Galan köyde her gün göç beklemeye başladık. Gene köyün dedikodusu, birbirini yemeler neyim geçinip gidiyoz işte. Arada da birbirimize, bunlar üç gün sonra gelir, beş gün sonra gelir, deyip iddialaşıyok. Bu arada del’oğlanın tarlaya da bizim Arap Memmet talip olmasın mı? Korkum o ki bunlar tarlayı satarlar, şeherde bu parayı yerler hep, hiç ederler, cıs cıbır kalırlar ortada.
Arap Memmet de, “Bugün yarın köye geri gelir bunlar,” diye iddialaşanlardan en önde gideni. Dürzü. Uğrun uğrun şehre haber salmış, bizim oğlanı şeherden çağırtıp pazarlığa oturacak.
Gittim puştun yanına. “Memmet Ağa, bunlar yakında köye geri dönünce ortada kalırlar bak, gel sen bu iki delinin kanına girme, burayı almaktan vazgeç. Dört dene bebeleri var” didim ya beni bir terslemesin mi hırbo.
“Sen kendin alamıyon da ben alınca gözüne mi battı, İrasim Ağa?” dimesin mi?
Ben o hışımla kalktım ayağa, “Senin vicdanın neyim kalmamış, kurumuş hep kurumuş. Haydi ben gidiyom, sen de hayrını gör görebilirsen tarlanın Memmet Ağa,” didim, yüzüne bile bakmadan çıktım yanından.
Ertesi gün olduuu… Bizim oğlan geldi tarlayı Arap Memmet’e satmaya. Benim içim içimi yiyor amma laf anlamaz bu, onu da biliyom. Kapıdan içeri girip elimi öptü del’oğlan. Gene de beni görünce el pençe durur, delidir doludur da heç kusur itmez saygıda. Çaylarımızı içerken, hoş beş altı boş, öyle konuşuyoz, havadan sudan işte.
Birden dikelip de sırtarı sırtarı, “Emmi,” didi, “belediyeye işe girdim ben biliyon mu, aybaşında başlıyom.”
Nerden bilecem ben eşşeyin oğlu?
Turgay Yıldırım
İlk bölümü okumak için: Göç
Comentários