Güneş bulutları adeta içine çekip eritmişti. Yolların, karşıda uzanan dümdüz ovanın ve ötesindeki dağların beyaz giysileri tamamen silinmişti. Ağaçların kuru dallarında tomurcuklanan küçük noktalar halindeki yeşil yapraklar dikkatli bakılırsa açık seçik görülüyordu. Ilık ılık esen rüzgâr pencereden içeri biraz sert girdiğinde masasında oturan Nursel Hanım dalgalanan uzun kırmızı saçlarını düzeltti. Ara ara nefeslenip öğrencilerini sırayla çağırarak kompozisyonlarını okumaya devam ediyordu. Hataları ve eksikleri gösterirken kızıyor, metnin iyi taraflarını duru bir ifade ile açıklarken gülümsüyor, ardından öğrencisine verdiği notu söyleyip önündeki deftere dikkatle kaydediyordu.
Orhan’ı yanına çağırdığında derin bir iç çekip yüzünü ekşittiğini tüm sınıf fark etti. Birkaç kişi kıkırdayarak güldü, arka sıradan biri “Optik Surat” dedi ama Orhan yürüyüş ritmini değiştirmeden öğretmenin yanına geçti. Pek çok öğrenci iki ya da üç sayfa yazmış olsa da Orhan’ınki bir sayfaydı. Ne kadar az yazarsa ders bitince o kadar az dalga geçileceğini biliyordu. Hem zaten ne öğretiyorlardı ki derste, kocaman bir hiç!
Öğretmen cümlelere renkli kalemle bazan fiil, bazan sıfat, bazan da özne eklerken ara ara sinirden yutkunuyordu. İmla hatalarına yine kızmıştı ama sayfanın sonuna geldiğinde Nursel Hanım’ın yüzünde küçük de olsa bir gülümseme vardı.
“Elli, oturabilirsin,” dediği anda Orhan havaya zıplayıp, “Oleeeyy!” diye bir çığlık kopardı. Sınıfta bir anlık sessizlik oldu. Nursel Hanım şaşkın şaşkın ne olduğunu sorunca Orhan toparlanıp “Hayatımda aldığım ilk geçer not, öğretmenim,” diye cevap verirken sesi yüksek çıkmıştı. Nursel Hanım hiçbir şey anlamadı, zira “Elli” sınıfta en düşük nottu. Gözlerini devirerek bir tavuğu kovar gibi elini ileri geri hareket ettirip, “Geç otur yerine, geç, geç!” dedi. Yerine geçerken Orhan’ın omuzları yukarda ve başı dikti. Yüzündeki gülümsemeyle birlikte gözleri sevinçten parlıyordu.
Nursel Hanım, bu okulda öğretmenliğe başladığı ilk zamanlarda sınıfın ortasında Orhan’a hakaret ederken kompozisyon kâğıdını parça parça edip, “Sıfır, sıfır!” diyerek bağırmıştı. Her ne kadar çok sinirlenmiş olsa da kabul edilemezdi bu ama olmuştu bir kere. Hem de Nişantaşı’nda bir okulda! O gün içli içli ağlayan Orhan’ın yanına gelip, “Hadi, git yüzünü yıka,” demişti. Orhan ağır adımlarla sınıftan çıkınca da sınıfa, “İnsan, en azından bir tane de olsa tamamlanmış düzgün bir cümle yazar, öyle değil mi çocuklar?” diye dert yanmıştı.
Dilbilgisi kurallarını öğrenmesi için çok uğraşan eski öğretmeni Tahsin Bey’in Yüce Lisesi’ne tayiniyle birlikte Orhan’ın yavaş olan gelişimi tamamen durmuş, öyle ki seviyesi daha da gerilemişti. Türkçeyi bir türlü öğrenemiyordu. Yazdıkları genellikle deli saçması ya da anlamsız konular olurdu ancak önceki kompozisyonlara göre Orhan’ın kâğıdı bu kez fena sayılmazdı. Bugün her zamankinden farklı olarak epey düzgün cümle vardı, ayrıca anlatmak istediği konuyu beğenen Nursel Hanım otuz ya da kırk puan verecekken vazgeçip elli puan vermişti. Orhan’ın edebiyatı sevmediğini düşünürdü bazan. Diğer derslerinin o kadar kötü olmadığını annesiyle veliler toplantısından sonra yaptığı özel görüşmede öğrenmişti. En azından o derslerden geçer not alıyordu. Öğrencisiyle ilgili pek çok soru sorduğunda annesi dert yanar gibi uzun uzun anlatmıştı durumu.
Mesela Orhan resim yapardı ve bunu sadece annesi beğenirdi. Bildiği kadarıyla sınıfta çizimleriyle de dalga geçilirdi ama Orhan’ın söylediğine göre durum öyle değildi. En azından bu, yazma konusundaki sorunu kadar büyük bir sorun değildi. Ara ara mahalledeki arkadaşları dalga geçtiğinde gelip bahçede tek başına sessiz sessiz oynardı. Annesi evde otururken sık sık oğlunu düşünürdü. Liseyi bir şekilde bitirip üniversiteye gideceğini biliyordu ama üniversitede durumu ne olacaktı? Bitirebilecek miydi? Sevgilisi olursa iki çift lafı bir araya getirip diğer arkadaşları gibi herhangi bir yere gezmeye gidebilecekler miydi? Şakalaşıp birlikte güzel vakit geçirecekler miydi? Bir gün ailesi olacak mıydı, bir işe girebilecek miydi? Kendi kendine bu soruları sorduğunda gözleri dolardı. Oğlu bahçe kapısında göründüğünde kapıda ona sımsıkı sarılırken Orhan bunun nedenini sormazdı. Bazan evde sohbet ederken öyle saçma ve mantıksız öyküler anlatırdı ki annesi çoğu zaman hiçbir şey anlamazdı. Kelimeler tam bir çorba olurdu. Oğlunun kafasında bir tuhaflık olduğunu düşünmeye bile başlamıştı.
***
Güneş ara ara görünürken ince dalların içeri düşen gölgeleri bir beliriyor bir kayboluyordu. Güneşin önüne perde olan bulutlar rüzgârın ılık esintisi değiştirmiş, serin hava sınıfa dolmuştu. Nursel Hanım’a bir titreme gelince uzanıp pencereyi kaparken ağaçların heybetli görünen çıplak dallarına baktı. Üzerlerindeki küçük yeşil benekleri göremedi. Derse dönüp birkaç cümle daha kurmaya karar verdiğinde zil çalıverdi ve herkesin iyi not aldığı kompozisyon sınavının sonunda öğrencilerine iyi günler dileyerek sınıftan çıktı.
Orhan sınıftan çıktığında arkadaşları bir köşeye geçip aralarında, “Optik Surat’a bak, nasıl da sevindi. Gelin şunun icabına bakalım,” diyerek bir plan yaptılar. Ertesi gün yanına gidip, “Orhan, kompozisyonu çok beğendik, okulun panosuna bu ay seninkini asmak istiyoruz,” dediler. Arkadaşlarının konuşmaları da yaptıkları teklif de tuhaftı ama aldığı nottan dolayı kompozisyonunu gerçekten beğenmiş olabileceklerini düşünmeden edemedi. Aldığı ilk iyi nottu bu. Eli biraz ileri biraz geri gitse de sonunda bir sayfalık kompozisyonu arkadaşlarına verdi. Ertesi gün panoda Orhan’ın kâğıdı vardı. Her geçen orada durup kargacık burgacık harflerle yazılmış Türkçesi kıt kompozisyonu okurken kahkahalar atıyordu. Gülmekten gözleri yaşaran, sesini bastırmak için elleriyle ağzını kapayan, hatta yerlere yatanlar bile vardı.
Derken sınıftan çıkan Orhan panodaki kâğıdı gördü. İsmi silinip yerine “Optik Surat” yazılmıştı. Başlık, Masumiyet’ten Budala’ya dönmüştü. Kâğıtta öğretmenin ufak tefek düzeltmelerinden başka bir sürü üzeri çizilmiş ve karalanmış kelime arasından yazdığı bir cümle ancak temiz kalmıştı. Arkadaşları etrafını sarıp gülerken Orhan ağlamaya başladı. Gözlerinden yaşlar akıyor, salyası sümüğüne karışıyordu. Nursel Hanım sınıftan çıktığında Orhan’ın iç çekişlerini duydu. Durumu anladığında kâğıdı panodan çekip aldı ama bir an ne yapacağını bilemedi. Öğrencilerine yaptıklarının terbiyesizlik olduğunu söyleyerek bağırdığında gürültüyü duyup koridorun başında görünen okul müdürü Doğan Bey hızlı adımlarla oraya geldi. Öğrenciler bir kenara sinmiş beklerken Nursel Hanım müdüre olanları anlatmaya başladı.
Acıklı acıklı ağlayan Orhan’ın pamuk gibi yumuşak yanaklarına yaşlar iniyordu bir bir. Derin bir nefes alıp son bir kez arkasında gülmeye devam eden arkadaşlarına, olanları anlatan öğretmenine ve olayı anlamaya çalışan müdüre baktığında kaşları çatıldı. Dişlerini sıktığı yanaklarından belli oluyordu. Derken okulun çıkış kapısına doğru koştu. Nursel Hanım konuşmasını kesip öğrencisinin arkasından dalgın gözlerle bakmaya başladı. Koridorda en ufak çıt çıkmıyordu.
Neden sonra Nursel Hanım’ın ağzından, “Zavallı Ferit Orhan!” sözleri döküldüğünde kapıdan çıkarak gözden kaybolan çocuğun ağlaması çoktan kesilmişti.
Turgay Yıldırım
Comentarios