top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Uğur Demircan- Rüya

Korku içindeydiler. Bir odaya doluşmuşlardı; o ve ailesinden bazı kişiler… Tam olarak bakamamıştı bile kim olduklarına. Pencere kenarında saklanarak, dışarı bakmaya çalışıyorlardı. Dışarıda manzara korkunçtu!


Ter içinde uyandı. Derin bir nefes verdi. Kendi kendine konuşmak âdeti değildi ama bu kez yüksek sesle, şükür rüyaymış yine, dedi.


Son günlerde sık gördüğü bir rüyaydı. Senaryo neredeyse aynı oluyordu her seferinde ve bir noktaya gelinceye dek, bilmeden, tekrar tekrar yaşıyordu aynı korkuyu. Fark ettiği kısma gelince de uyanıyordu. Uyanmasında en büyük pay telefonun alarmıydı kuşkusuz. Aynı saatlerde yatardı her gece. Aynı saatte uyanınca da rüyanın aynı yerde kesilmesi mantıklı geliyordu doğrusu.


Elini, yüzünü yıkadı tazyiksiz çeşmede. Avucunu tutup beklemesi gerekiyordu, yeteri kadar suyun dolması için. Bazen bu kadar sabırlı olabiliyordu işte.


Kahvaltı etmeden fırladı kapıdan. Otobüs tıklım tıklımdı yine. Evden kahvaltısız çıkıp okula, işe koşturan insanlar yüzünden otobüste buram buram ağız kokuyordu her sabah olduğu üzere. Kendisi de dahildi bu gruba ve sadece burnundan nefes alarak beş durak geçti.



Siren sesleri çalmaya başlayınca, panik halinde karşılarına ilk çıkan eve –kapıyı, kırarcasına açtırarak- dalmışlardı. Bilmedikleri bir mahallede, bilmedikleri bir evin küçük bir odasına sığınmışlardı. Korku içindeydiler. Bir odaya doluşmuşlardı; o ve ailesinden bazı kişiler. Pencere kenarında saklanarak dışarı bakmaya çalışıyorlardı. Dışarıda manzara korkunçtu!



Sıçrayarak uyandı. Yine rüyaydı ve aynısıydı. Nasıl oluyordu bu? Neden hep aynısıydı ve daha da önemlisi bu kadar sık görüldüğüne göre bir şeye mi işaret ediyordu? Bu sorularla yıkadı yüzünü yavaş yavaş. Kahvaltı etmeden çıktı evden. Otobüs açlık kokuyordu yine.


Siren sesleri çalmaya başlayınca panik halinde ilk karşılarına çıkan eve dalmışlardı. Bilmedikleri bir mahallede, bilmedikleri bir evin küçük bir odasına sığınmışlardı. Korku içindeydiler. Dışarıda manzara korkunçtu! Gökyüzü dev makinelerle dolmuştu. İnsanın makine diyesi geliyordu çünkü bunlar daha önce bildikleri hiçbir hava aracına benzemiyorlardı. Bazıları büyük ve hareketsiz, asılı duruyorlardı havada. Bazıları daha orta ölçekte ve ağır ağır hareket halindeydiler. Aralarda ise bir sürü ufak araç vardı, arı gibi oradan oraya vızıldayarak kayan. Sirenler susmuyordu. Dışarıda insanlar birbirlerini ezerek kaçışıyorlardı.


Ter içinde uyandı. Derin bir nefes verdi. Telefonuna baktı hemen, alarmı duymamıştı ve sadece bir dakika geç kalkmıştı. Oysa rüyada daha uzun geçmişti zaman. İyi bari, diye düşündü. “Filmin devamını gördük biraz.”


Yine kahvaltısız, yine aynı otobüsle gitti işe. Otobüste giderken, bu gece biraz daha erken yatmalı, diye düşündü.


Siren sesleri çalmaya başlayınca karşılarına ilk çıkan evin, küçük bir odasına sığınmışlardı. Korku içindeydiler. Gökyüzü dev makinelerle dolmuştu. Daha önce bildikleri hiçbir hava aracına benzemiyorlardı. Bazıları büyük ve hareketsiz, bazıları daha orta ölçekte ve ağır ağır hareket halindeydiler. Aralarda ise bir sürü ufak araç vardı. Sirenler susmuyordu. Dışarıda insanlar birbirlerini ezerek kaçışıyorlardı. Yıkılmış binaların arasında ters dönmüş arabalar, ölü insanlar görüyordu. Yangınlar dinmiyor, feryatlar yükseliyordu şehrin dört bir yanından. Yukarıdaki araçlardan ateş ediliyordu sürekli. İstilâ ediliyordu şehir. Yaramaz çocukların, üstünde tepindiği bir karınca kolonisi gibi, soykırıma uğruyordu insanlar. Yanmış cesetlerin kokusu saklandıkları odaya kadar geliyordu.


Gözünde bir damla yaş ile uyandı. “Ne rüyası lan bu!” diye bağırdı yatağın içinde. Korkuyordu artık. Birine mi anlatmalıydı? Kim, ne diyebilirdi ki buna! Teyzesi geldi aklına. Hayatta olsaydı ona anlatırdı. Rahmetlinin rüya tabirleri meşhurdu, akraba arasında.


Neyse ki ertesi gün tatildi. Telefonun alarmını kapatacak ve rüyanın sonuna kadar görmeye çalışacaktı. Otobüs, sanki biraz ceset koktu o sabah.



Siren sesleri çalmaya başlayınca, karşılarına çıkan evin bir odasına sığınmışlardı. Korku içindeydiler. Gökyüzü dev makinelerle dolmuştu. Sirenler susmuyordu. Dışarıda insanlar birbirlerini ezerek kaçışıyorlardı. Yer yer arabalar ters dönmüş, binalar yıkılmıştı. Yangınlar ve feryatlar yükseliyordu dört bir yandan. Yukarıdaki araçlardan ateş ediliyordu sürekli. İstilâ ediliyordu şehir. Soykırıma uğruyordu insanlar. Yanmış cesetlerin kokusu burunlarına geliyordu.


O esnada içinde bulundukları bina kuvvetlice sarsılmaya başladı. Deprem olmadığı kısa sürede anlaşıldı; evin çatısı, gürültüyle sökülüp uçtu üstlerinden! Sarsıntı durduğunda evden sadece dört duvar kalmıştı! Başlarının üstünde, açık gökyüzü ve o uçan araçlar görünüyordu şimdi. Şaşkınlık ve korku had safhadaydı. Duvarın yıkılan kısmından şehrin kalanını görebiliyordu; bütün evlere aynı şey oluyordu!

İlk defa, odadaki diğer aile üyelerine döndü. Annesi ve üç kardeşi oradaydı. Babam nerede, diye sordu. Cevap vermiyorlardı. Ağlayarak yukarı bakıyordu hepsi. Evin çatısının ardından ağlıyorlardı.


Telefon çalmasına uyandı. Arayan annesiydi. Ağlıyordu.



Uğur DEMİRCAN, Kasım 2016 – İzmir

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page