top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ulaş Can Ünal- Gece

Gecenin sessiz karanlığında sakin ve en az içinde olduğu gece kadar renksiz bir duman süzüldü. Gökyüzünün yıldızsız karanlığına doğru ilerleyip yok oldu. Bir fırt daha çekti adam sigarasından. Onu da bir öncekinin yanına yolladı. Kesilen su sesiyle dikkatini topladı. Sessizliğin dinginliği yok olmak üzereydi. Kapı açıldı. Üzerinde bornozu, sarı, kıvırcık saçlarıyla güzel bir kadın gözüktü. Bütün yüzüne yayılan bir gülümseme ile önce fısıldar gibi konuştu sonra da herkesin duymasını ister gibi bağırdı.

“İnanılmazdı!”

Sigarasından son dumanı çekip camı kapattı ve içeriye üfledi. Kadına baktı. Bornozunu atmış, güzel bedenini uzandığı yatakta gururla sergiliyordu. Vücudunun kıvrımlarında ilerleyen damlalar sanki gitmek istemiyor da zorla sürükleniyor gibi yavaşça dökülüyordu yatağa. Çağrı yapan bakışlarının tesirsizliğinin hemen ardından duygularını söze dökmeye karar verdi kadın.

“Yorgun musun? Bir tura daha ne dersin?”

Gözleri yarı açık, baygın bir şekilde kadının sorusuna cevap verdi.

“Ücretime yansır.”

Kahkaha atmak için fazla hanımefendi oldu yataktaki kadın. Kıs kıs güldü.

“Parayı dert etme sen!”

***

Yaklaşık bir saat sonra aynı cam ve aynı adam. Renksiz ve yıldızsız geceyi silkinip üzerinden atan, capcanlı, taze bir gence dönüşen gökyüzü. Kesilen suyun sesi. Gece kadar renksiz, sabah kadar taze bir beden.

“Artık tamamen bittim. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Selin’i arayacağım! Aldığım en iyi öneriydi.”

Dönüp gökyüzüne yeniden baktı adam. Sabahın yıldızlarla ne kadar güzel bir arkadaşlık kurabileceğini düşündü. Karanlığı yaran renklerin dansına küçük beyaz noktalar. İnsan bedenine dökülmüş siyah olanların aksine güzel olacağını düşündü. Kadına döndü. Kıvrımlı belindeki nispeten büyük bene bakarak, “Memnun kalmana sevindim.”

Önündeki cansız bedeni süzdü kadın. Az önce bir canavar olarak tasvir edeceği adamın bir anda küçük bir yavru köpek oluverdiğini düşündü. Yanına gitti. Uzanıp yeni kesilmiş sakalsız çenede bir çizgi gibi duran ağızdan sigarayı aldı, kendi dudaklarına götürdü. Eliyle dumanı dağıttı, camı açtı, “Ne o? Pek bir yorgunsun. Hayır hayır, bunun doğru olmadığına kendim şahit oldum. Düşüncelisin. Ne düşünüyorsun? Ya da neyi? Kimi?”

Paketten yeni bir sigara çıkarıp yaktı. Alacağı ücret gibi dolgun bir nefes çekti. Açık camın aksine içeriye üfledi. Kadına baktı.

“Bir şeyleri işte. Ya da birilerini. Belki sadece birini. Ya da herkesi ve her şeyi. Ne fark eder ki?”

Sigarayı dışarıya fırlattı. Bütün dünya yanacakmış gibi attığı yere aceleyle baktı. Düştüğü beton zeminde yavaşça ölmekte olan sigarasının zayıf kızılı parlıyordu. Adama baktı.

“Fark eder tabii. Hayatında biri var mı?”

Gökyüzüne döndü bakışları. Boynunu kaşıyarak cevap verdi.

“Var. Sanırım var.”

Kıkırdadı.

“Sanırım mı? Emin değil misin? Ondan da mı para alıyorsun yoksa?”

Bir öksürük çıkardı fısıltı gibi. Koltuğun kenarına koydu sigarasını. Alev alması için birkaç saniye bekledi. Yanan bir şeyler olmayınca sesinden okundu hayal kırıklığı.

“Para almadım. Ama çok önemli şeyler verdim. Çok şey verdim. Ya da almışımdır. Biliyor musun alıp verme işinin farkını hiç anlayamadım. En azından şimdi anlayamıyorum. İnsan yaşadıkça anlamları bir bir kaybediyor.”

Her yeri alevler içinde bırakma görevini kaldıramayan cılız alevli sigaraya rahatsız edici bir sinekmiş gibi tek ve hızlı bir tokat attı kadın. Ezilmiş ve sönmüş izmaritin külü hem koltuğa hem de eline bulaştı. Üfledi eline, ovuşturdu. Adamın karışık saçlarına geçirdi, gezdirmeye başladı.

“Başka kadınların koynunda geçirdiğin geceler gibi şeyler mi verdin? Ne almayı bekliyordun? Teşekkür mü? Ah tabii keyfinden yapmıyorsundur. Siz erkekler bu işi hiç keyiften yapar mısınız?”

Başını yavaşça kurtardı küllü elden. Rahatsız olduğu şey genç tütünün yanarak yaşlı ve bitik hale gelmiş olmasına rağmen rüzgâra karışamamasıydı, onun yerine bu kadının ellerine bulaşmıştı. Kadının yeni harlanmış bir şömine gibi yanan hareketli göz bebeklerini izledi.

“Anlayamazsın. Ben de anlamıyorum. Birileri anlıyordur belki, git birilerine sor.”

Sonradan edinme hanımefendiliğini bornozu gibi bir paçavraya çevirip üzerinden atan kadın zorlama şekilde gülmeye başladı. Hiç bitmeyecek gibi gözükürken birden durdu, yerdeki bornozuyla birlikte attığı şeyi geri aldı, üzerine geçirdi. Eğilip adamın ağzının içine kadar girecek gibi oldu. Sigarasının dumanı direkt burnuna oradan da ciğerlerine gidiyordu. Sinirleri tepesine çıkan adam bu garip duruma bir son verdi. Geri çekildi ve sigarayı tükürür gibi yere attı. Kadın yatağa oturdu.

“Anlatmazsan anlamam. Beni denemeye ne dersin?”

Gözlerini yavaşça kısıp iyice aydınlanmış gökyüzüne baktı. Sakalsız yanağını kaşıdı. Gözlerini aynı yavaşlıkta kısmaya başladı. Aydınlık tamamen yok olana kadar kıstı ve sonunda kapadı.

“Ne anlatmamı beklediğini bilmiyorum. Dedim ya ben kendim bile zar zor hayal ediyorum kafamda. Düşünüyorum ama var olduğumu hissetmiyorum.”

Yerinden kalkıp adama daha yakın bir yere oturdu, “Neden ilişkin varken böyle bir şey yapıyorsun? Evlenmeyi düşünmüyor musun? O kadını kıskanacağım bir gece geçirttin bana.”

“Ben evliyim. Kıskandığın şeylere dikkat et.”

“Siz erkekler inanılmazsınız. Gerçekten. Dur tahmin ediyim. Gerçek işinden kazandığın paralar size yetmediği için bu işi yapıyorsun. Ne fark eder ki? Çocukların da vardır şimdi senin. İnanılmaz, gerçekten inanılmaz.”

“Evet çocuklarım da var. Eşim, çocuklarım, komşularım, akrabalarım, arkadaşlarım, ebeveynlerim, hocalarım, patronlarım. Evet var. Hepsinden var. Hepsi çok mutlu. Çok mutlular.”

“Sen değil misin?”

Bir sigara götürdü ağzına. Bu sefer çakmakla yakmadı. Ceketinin cebinden bir kibrit kutusu çıkardı. İçinden bir kibrit seçip hızlıca sürttü kutunun kenarına. İhtişamlı bir şekilde yandı kibrit. Sigarasını tutuşturdu ve kibriti seyre daldı. Yandı, yandı, yandı ve söndü. Kibrit öldü. Kadına baktı.

“Belki mutluyum belki değilim. Ne fark eder ki? Dışarıdaki insanların ne gördüğü önemli olan. İçeride dönen şeyleri kimse umursamıyor. Kimseden kastım öyle uzaktan izleyen, boş yapıp ahkam kesenler değil. Sahici olanlar. Öyle gibi gözükenler yani. Dedim ya içeride olanları kimse önemsemiyor. Konuşuyorum öyle, anca şikâyet ediyorum. Umursamıyorlar. Umursamıyoruz.”

Tavanı izler bir şekilde konuştu kadın.

“Evet. Umursamıyoruz.”

Kalp atışları hızlanmış olan adam artık dur durak bilmeyeceğini anladı. Daha önce kimse onu bu şekilde sorgulamadığından hazırlıksızdı. Durmak için son şansını geride bırakarak lafa girdi.

“Mutlu bir aile nedir diye çok düşündüm. Mutlu olmak nasıl bir şey? Herkesin keyfi yerinde mi olmalı? Dertsiz tasasız mı hissetmeli? Beni anlamak istiyorlar mı gerçekten? Ya da ben onlara bir şeyler anlatmak istiyor muyum? Dünya bir avuç yalan içinde yüzüyor. Gözümüzün göremediği ne çok doğru var? Doğrulukları ne kadar belirsiz. İnce bir çizgi gibi, uzaklaştıkça görmesi o kadar zor, bilmesi imkânsız. Sadece tabloya bakmalıyız belki de. İnce çizgi atılan onlarca çizginin içinde kaybolup gitmiş. Yakından bile gözükmüyor. Anlamlandırmaya mı çalışmalıyız? Ressama sormaya gerek yoktur belki de?”

“Ressama soralım. Ben soruyorum. Anlat.”

“His. Mutlu olmayı bilmemek. Zevk ve ihtişamlı hissetmenin büyüsü. Başlarda mutlu olmanın anahtarı gibiydi. Mükemmel bir kadın gördüm, âşık oldum. Köpürmüş denizin çocuğu gibiydi. Son derece göz alıcı, ihtişamlı. Ancak bir kupa, bir ödül, bir başarım kadar. Aşkın bu olduğunu düşündüğün zaman tüylerin diken diken olabiliyor. Kalbin bir Arap atına dönüyor ve istekli oluyorsun. Daha önce hiç olmadığın kadar. Çaba ise ödüle giden tek yol ve plan. Daha ne olduğunu anlamadan yıllar geçiyor. Ve ödül ile aşkın, sevginin, güzel hislerin farkını anlıyorsun. Geç bir farkındalığın omuzlarında bıraktığı yükler kalıyor geriye. Fiziksel yükler güle oynaya koşturuyor etrafta, aynı bela dönüp dolaşıp onları bulmayacakmış gibi duygularla dolup taşıyorlar. Belki aynı şekilde değil ama bu belanın binbir şekli vardır, birisi bir örümcek olur bir diğeri ise yılan, ikisi de sokmak için orada bekliyor. Ruhsal yüklerse boynuna dolanmış bir ip gibi; yanlış bir karar yanlış bir adım sayılır ve sandalyeden düşüverirsin. Ben de bunu yapmaya karar vermiştim. Sandalyeden düşmeye. Bir gün bir arkadaşımın bu işi yaptığı kulağıma çalındı. Denemek istedim. Başka birisine bağlanmaktansa neredeyse cansız hazlarımı böyle canlandırmayı düşündüm. Her erkeğin düşüneceği ve yanılacağı gibi başka başka meleklerin karşıma çıkacağını sandım. İlk işim sırasında hayal kırıklığım tavan yapmıştı. Sonsuz bir iğreti hissediyordum. İşimiz bittiğinde harap olmuştum. Sihirli sözcükleri duyana kadar. Tüylerim diken diken olmuştu. Karşımdaki kadının benim için bir destan yaratması, sanki gerçekmiş gibi, sanki bir başkasının kulağına fısıldayayım diye bana anlatıyormuş gibi, anlattığı kişi ben değilmişim gibi heyecanla beni övmesi kalbimin eskisi gibi hızlanmasına sebep oldu. Bir ödül oldu. Yüzüne bile bakmak istemezken onu kucaklamak, yüzünü gözünü öpmek ve her gün yanına gelip kulağımı ağzına dayamak isterken buldum kendimi. Eve geldiğimde bile kadını hayal ediyordum. Birkaç gün onun hayali ile başka birisi oldum. Değişimi fark eden olmadı, ben de bu hisleri hedef edindim. Ödülüm için çok çalıştım. Daha performanslı hale gelmek için her şeyi yaptım. Her işimde daha da şevklendim. Ödülümden çok mutluydum. Para ise banka hesabımda bir sayıydı sadece. Bir gün başımı döndüren bir olay oldu.”

Birden kesilen konuşmanın yerini hırıltılı nefes sesleri aldı. Derin bir iç çekti. Elinde sadece filtresi kalmış sigaraya baktı, yere attı. Bir nefes daha aldı ve yeniden konuşmaya başladı.

“Bir kadın. Senin yaşlarında. Gencecik. Bu deneyimsiz genç kadın aslında sıradan olan şeyleri büyüterek, çığırından çıkararak anlattı. Cümlelerin içinde tutup yakaladığım cümlelerle işimin asıl karşılığını alırken bir cümlesi kafamı çok karıştırdı. Bu kadar zamandan sonra asıl halini hatırlamıyorum. Kısaca beni bir tanrıya benzetti. İşin içine tanrıları katan kimse olmamıştı daha önce. Ya da olmuştu ama ben dikkat etmemiştim. O günden sonra bunu yaptım, dikkat ettim. Kadınların sık sık tanrı tasvirleri kullandığını fark ettim. Beni bir tanrı olarak görüyorlardı. Benim için sınırları zorlayan bir haz olup çıktı bu. Onların tanrısıydım. Kimi tanrısızlar ve kendi tanrılarından ümit beklemeyi bırakmış kişilerin. Ama her şey geçicidir, tanrı olmak bile. Adamın biri çıkıp tanrı öldü der. Tanrı ölür. Tanrılığın geçiciliği bu kadar basittir. Ailem hala mutlu olduğumu düşünüyor. Arkadaşlarım. Herkes. Üzerime dikilen heykellerin nasıl darmaduman olduğunu, geride nasıl bir yıkıntı, nasıl bir döküntü bıraktığını göremiyorlar. Görmeyecekler. Ben bile zaman zaman göremiyorum.”

Ses kesilince düzenli nefes alışverişleri fark edilir hale geldi, dönüp kadına baktı. Dökülmüş yaşlarını sildi. Bir sigaraya yaktı. Camı açtı.

Bir sese uyandı kadın. Hafifçe ürperdi. Açık cam yüzünden üşümüş olduğunu fark etti. Adamı göremeyince ödemesi gereken ücreti düşündü. Mesaj atar herhalde, diye düşündü. Keyifli keyifli gerildi. Camı kapatmaya gitti. Gayriihtiyari aşağıya baktı. Bir çığlık koptu boğazından. Attığı sigara artık görünmüyordu. Bir bekçi ya da temizlik görevlisi onu süpürmüş değildi. Üzerinde bir insan bedeni yatıyordu. Beton üzerine açmış ve hızla büyüyen, kıpkızıl o gülün tam ortasında.


Ulaş Can Ünal

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page