Öykü- Umut Varlı- Süs Havuzundaki Balıklar
- İshakEdebiyat

- 30 Tem
- 4 dakikada okunur
Ne zamandır karşıya geçmeyi bekliyordum. Yaya lambası kırmızıdan yeşile döndüğünde vazgeçip durağa döndüm. Az önce duran otobüsün nereye gittiğiyle ilgilenmedim, nereye gidecektim ki? Yolcular binerken annemin sabahki sözlerini ansıdım. Bir yerlere gitmiş olsaydı binecektim. Evde oturmuş gazetesini okuyordur. Sabah faturaları sehpanın üzerine bırakmış. Oralı olmamıştım önce. Ablasının oğlunun dolgun aylığından, arabasından açmıştı konuyu. Sesinin yüksekliği gittikçe artmıştı anlatırken. Göz teması kurmayı da bırakmıştı bir süre sonra. Duvara, pencereye bakarak, soluk almadan, bağırırcasına ablasının çocuklarından yana ne şanslı olduğunu yineleyip durmuştu. Cüzdanımda ne kadar para varsa çıkarıp saymadan faturaların üzerine bırakmıştım. Gözlerinden ışın demetleri ağışmıştı paraların üzerine. Bir süre sustuktan sonra bakışlarını bana doğru çevirmişti. “Daha işe giremedin, gerek yoktu,” demişti oldukça düşük bir tonda. Konuşmak için ağzımı açtığım sırada, “Eninde sonunda gireceksin bir yere, paran da var, ayrılırken tazminatını ödediler sağ olsunlar,” diyerek paraları saymaya başlamıştı. Yolcu sırasından ayrılarak yaya şeridine yöneldim, bu olanları düşünürken. Beyaz arabadaki kadın bana mı gülümsüyor? Ne kadar da güzel. Kafamı çevirdim. Ellerim cebime girmiş yine. Parmaklarım, yüzüklerime değince ayırdına vardım. İş görüşmesine çağrıldığım firmanın ziline basarken çıkarıp cebime tıkıştırıvermiştim. Karşıya geçerken şişman bir adamın ayağıma basmasıyla irkildim. Nasıl da kararlı adım atıyor. Bir özür dilemeye bile gereksinme duymuyor. Duymaz tabii. Yolun kenarındaki kafeye gelişigüzel girdim. İşten atıldığımdan beridir bir yerde oturmamıştım. Beklediğimden daha gösterişli bir yer burası. Geri mi dönsem? Olmaz. Garson kız gördü bir kere. Bahçesinde süs havuzu vardı. Yakınındaki bir masaya oturdum. İçinde irice birkaç balık, ağır ağır yüzüyordu. Suyunun mavi görüntüsünü, sıvasının üzerine sürülen boyadan alıyordu. Balıklar bir uçtan bir uca ilerliyor, duvara yaklaşınca son anda yaptıkları bir devinimle toslamaktan kurtuluyordu. Akarsularda evrimleşmiş canlıları, çamaşır leğeni kadar yere alıkoymuşlar. Kenarındaki masaların, benim, şu karşımda duran adamın yansıması da üstlerine seriliyor. Suyu dalgalandırarak, konukların görüntüsüyle iç içe geçiyorlar sanki.
“Ne alırdınız acaba?”
Sesin geldiği tarafa kafamı çevirdim. Garson kızla göz göze geldik. “İnceleyin isterseniz, birazdan uğrarım,” dedi elindeki menüyü uzatırken. Gülümsüyordu. Yutkundum. Masaya devirdim bakışlarımı. Arkasını döndü. Omuzlarına yayılan saçları dalgalanıyordu. Fiyatlar da ne kadar yüksek. Bilmediğim bir yere neden gelip oturdum ki? Bir şişe biraya da bu para istenir mi? Şu karşıda oturan adama bak. Kravatı bile üstümde ne var ne yoksa beşe katlar. Lacivert takımı nasıl da parlıyor. Son maaşımla tazminatımın tamamını versem ancak alırım. Halâ üzerimde ablamın düğününde diktirdiğimiz siyah kumaş pantolon… Sabah evden çıkarken göz ucuyla bakıp, “Yapıştın kaldın şuna,” demişti annem. Desin. Faturalarını, taksitlerini ödemekten sıra mı geldi ona?
“Karar verdiniz mi?“
Gülümseyen gözlerle, kafasını masaya doğru uzatmıştı. Toparlandım. Az önce geldiğinde duymadığım bir koku yayılıyordu. Sahilde güneşin altında yayılan zakkum çiçeklerini çağrıştırdı.
“Menüdekileri beğenmedinizse, hiç olmazsa bir çay ikram edelim.”
Kafamı yana doğru sallamakla yetindim. Durumumu ne kadar da belli ediyorum. Rezil oldum kıza. Lacivert takımlı adam hesabı istedi. Kafasıyla olumlayarak içeri doğru yöneldi. Balıklardan biri havuzdan yukarı doğru sıçrıyordu. Her yükselişinde yana seğirtse de yine suya düşüyordu. Garson kız lacivert takımlı adama hesabını uzattıktan sonra masama çayı koydu. Gözlerimi kaçırdım. Adam kalkmak için doğrulurken cüzdanından yüklü bir para çıkarıp masaya bıraktı. Ağzımdaki çay birden bire mideme iniverdi. Sıcaklığının yakıcılığını midemde duyumsadım. Yanımdan geçerken telefonla konuşuyordu. Cebinden iki yüz lira düşürdü. Baktım. Önce bana, sonra paraya çevirdi bakışlarını. Konuşmasına ara vermeden uzaklaştı. Yere düşürdüğü para orada öylece duruyordu. Çayımı bitirdim. Saçlarını savurarak yanıma geldi kız. Elimi cüzdanıma götürdüm. “İkramımız.” dedi. Yerdeki iki yüz lirayı alıp bana uzattı. “Düşürdünüz, gördüm,” dedi. Ağzımı açtığım sırada, “Gördüm,” diye yineledi. Ayağa kalkarken parayı cebime attım. Elim yüzüklerime değdi.
***
Bir ay sonra yine aynı yerdeydim. Geçen seferki masaya oturdum. Kafe yeni açılıyordu, kimse yoktu. Havuzdaki balıklar aynı, yerli yerindelerdi. Dönüp duruyorlardı. Güneş ışığının vurmasıyla parmağımdaki yüzükler yalımlanıyordu. Önceki gelişimde giydiğim pantolon vardı yine üzerimde. Sırtımda lacivert tonlarında, spor bir ceket. Avans verdiler. Onla aldım. Kumaş ve parlak olanlarına göre daha ucuz. Zorlamadı. Garson kız yaklaştı.
“Hoş geldiniz.”
Gözlerinde aynı ışıltı vardı. Masama oturdu. Gözlerimin içine dikti bakışlarını. Susku içinde geçen birkaç dakikanın ardından, “Yakınlarda bir ofiste işe girdim, buralardayım artık,” dedim.
“Görüyorum sizi, benim evim de az ötede.”
Küçük bir çocukla genç bir kadın girdi mekâna. Çocuk, tuvaletlerin olduğu yere koştu. Kapıyı açamadı. Genç kadın yüklendi kapıya. O da açamadı. Çocukla bakışıp tuvaletin önünde öylece duraladılar.
“Temizlenecek, kilitli,” dedi kafasını tuvaletlerin olduğu kulübeye çevirerek. Bir şey söylemeden çocuğu çekiştirerek çıktı kadın.
“Eşim aradı sabah. Bir aydır yurt dışı seferinde, iki ay daha orada kalacakmış.”
Parmaklarına baktım. Nişan yüzüğü yoktu. Benim parmaklarımdaki yüzüklere baktı. Elime dokundu. Kalbimden tatlı bir ılıklık gövdeme yayıldı.
“Evli misiniz?”
Kafasını kaldırdı, elini parmaklarımdan usulca çekti, sırtını sandalyeye yasladı.
“Öyleyim ama yılda üç dört kez görüyorum eşimi. Gemide çalışıyor.”
Havuzda sıçrayan bir balık yana doğru seğirterek suya düştü.
“Üç yaşında bir de oğlum var. Bugün dedesinde kalacak.”
Cebinden çıkardığı sigarasını dudaklarına götürdü. Bana da uzattı.
“İş çıkışı ne yapacaksın?” dedi sigarasını ateşlerken.
“Eve gideceğim ama gitmesem de olur.”
Gülümsedi.
“Bana gel.”
Tellendirdiği sigarasının dumanını yüzüme üfledi.
“Sıcak şarap yaparım.”
Olur muydu ki? Yakışık alır mıydı? Bir şey dememe olanak tanımadan evinin yerini tarif edip kalktı masadan. Az önce sıçrayıp düşen balık güçlü bir devinimle havuzdan fırladı. Kenardaki beton zemine düştü. Kuyruğunu sallayarak çırpınmaya başladı. Çırpınışları giderek azaldı.
Umut Varlı




Yorumlar