“Bitirmek istemiyorum ama belki, sürdürdüğüm, bitmiş bir şeydir.”
Oruç Aruoba
Filmdeki öpüşme sahnelerine denk geldikçe seni öpüyorum içimden. Beni kurcala istiyorum. Bir süre farklı soluklanıyoruz. Gözlerin büyümüyor. Sana yaşayamadığımı söylediğim günü, “Yaşıyorsun, bak acıkıyorsun, susuyorsun, bak nefes alıyorsun,” deyişini, yaşayışımı bunlara indirgemişliğini, bunun beni hem üzdüğünü hem de bir sertlikle yüzleştirdiğini düşündürüyor ekrandaki filme sabitlediğin gözlerin. Bir süre duraksıyorum.
Tom diye biri Jany diye birini seviyor ve film tamamen bunu anlatıyor. İzlediğim kadarıyla böyle bir kanı oluşuyor bende. Yanımda olduğundan, kendimi tam olarak veremiyorum filme. Senin gözlerin, bilmem kaç yarım saattir ekranda. Bitmeyen film yapmışlar, bitmiyormuş diye düşünüyorum ben.
Tesadüf eseri tanışan kahramanlarımız, birbirlerini seviyorlar hemen, çoğu filmin ilk görüşte aşkını pekiştirmek ve sonradan sevgi yerine başından sevgi anlayışını güçlendirmek adına. Birbirlerine karşı yalan söylememek üzere anlaşıyorlar böylece. Bunu dolunaylı bir gecede konuşuyorlar. Onların yerine ikimizi düşünüyorum tam o anda.
“Bir şeyler mi izlesek?” teklifine hemen atlamak, kötü bir karşılıktı açıkçası. Bunu, filmin ikinci yarısında fark ediyorum. Belki de artık aramızdaki duvarı, gerçekten inşa etmeye karar vermiş olduğundan böyle davranıyorsun. “Artık biraz şey mi olduk ne?” deyişinden anlamıştımsa da bir şey diyemeyip üstünü kapatmıştım.
Arka planda dönen müziklerin bizi etkilediğini fark ediyorum. Film akıyor. Senin yüzün, şekilden şekle giriyor sahneler arasında. Duygusal değişimlerine ayak uydurmak adına türlü ağırlıkların altında eziliyorum ben. Yine de sana gülümsemeden edemiyorum. Sahi başka türlü nasıl açıklanırdı, bir insanın bir insana olan uzaklığı, böyle yapay bir gülüş dışında?
Her aşkın, başka türlü olduğunu, yani o bütün aşklardan başka olduğunu düşünüyorsun sen, filmin durağan bir yerinde. Yine. Bu beni güldürüyor. Zihninden geçen hikayelerin nihayeti, aynı kapıları takırdatıyor benim gözümde. Sanki sahiden böyle bir şey varmış gibi ve sanki tüm bu olanlar farklıymış gibi düşünmeni garip buluyorum. Susuyorum. İçimdeki sessizlikten, seninle yan yana durduğumuz zamanlardaki uzaklıkların olduğu anlamını çıkarıyorum ben. Biz de bir filmde mi geçiyoruz yoksa?
“Bütün herkes aynı şartlarda mı yaşarlar aşkı?” gibisinden bir soru soruyormuş gibi bakıyorum sana. Gözlerini bir saniye bile ayırmıyorsun ekrandan. Sanki bu sorudan kaçmak istiyor gibi davrandığını düşünüyorum. “Aşkın, aslında bambaşka bir şey olduğunu…” diye başlayan bir cümle kuruyor kirpiklerin. Herkeste başka durduğunu düşünüyor olmalısın aşkın. Seni ilk tanıdığımda da böyle düşünüyordun çünkü. Aklıma geliyor bir an. Senin böyle düşünmen hep aynı ayakkabıları giyip başka ayakkabıları giydiğini düşünmek gibi geliyor bana. Sanki ayağındaki ayakkabıdan başka bir tanesini düşünsen ayağındaki başka ayakkabıdan başkasına dönüşecek ayağındaki ayakkabın. Oysa böyle bir şeyin olmadığını biliyorsun. Bildiğin şeylerin içinde geziniyorsun, gözlerin sımsıkı kapalı. Kederin birkaç farklı adı varmış da hepsini bu suskunluğundan türetiyorlarmış gibi düşünüyorum.
Film devam ediyor. Sessizce ellerini kavrıyorum ellerimle. Parmak aralarıma parmaklarını geçiriyorum. Kumun, sessizce avucumdan kayışı gibi kayıyor parmakların. Henüz sürmüş olduğun kremin nemi, boğumlarına siniyor parmaklarımın. Teninin, tenimde gezinmesini sevdiğimi fark ediyorum yeniden. Dudakların arada açılıyor, ağzın havalanıyor ve içinde dağılıyor oksijen. Birbirimize iyi gelmediğimizi mi düşünüyordun acaba?
Film akarken Tom duruyor, ben duruyorum, dünya duruyor. Jany, öylesine bir valiz toplama işinde. Öylesine ayakta. Öylesine susmuş. Öylesine ağlıyor. Bütün heriflerin iyi olduğu mesajını veriyor film. Sana başka türlü bakmak mümkünmüş de ben artık bunu beceremiyormuşum gibi sanıyorum. Bunu yer miyiz, gözlerle bakıyorum sana. Yemiyoruz. Yemiyorsun. Öylesine dikiyorum gözlerime sana. Sen de duruyorsun. Öylece karşımdasın. Gözlerin, ekranı piksel piksel bölüyor, beni tane tane bölüyor. Milyonlarca ve dağılmış haldeyim.
Aramızda bir yabancı bir dil. Bunu ikimizin de anlamadığını, konuşamadığını varsayıyorum ben. Kendi adıma olan şeyleri, bu zamana dek iki kişilik düşünmenin tadını aldığımdan olsa gerek, biz diye çekimliyorum çoğu yüklemi. Yan yana olmanın pratiği bu.
Filme hiç ara vermeyecekmişiz gibime geliyor. Haftalarca öpüşmedik ve birbirimizi sanki hiç özlememişiz gibi davranıyorsun sen. Bordo bir oje sürdüğünü, parmaklarının isteksizce parmak aramdan çekildiğinde fark ediyorum. Patlamış mısırlar gibi hissediyorum. Belki de öpüşmekten daha ciddi bir sorunun bizi alaşağı etmiş olabileceği ihtimalinden böyle yapıyorsun, bilemiyorum. Yine de bunu bir anda bu şekilde kabullenemiyorum.
Sana uzun cümleler kurmaktansa kısa kısa ve birbirimizi bir uçurumun ağzından çekecek sözcükleri peş peşe sıralamak istiyorum. Örneğin “güzeldik” yahut “özledim” sözcüklerini. Bunları ayrı ayrı sana söylemiş olmayı, bunlara ayrı ayrı tepkiler vermiş olmanı kurgulaştırıyorum kafamda. Sahnede tek başına olduğun bir an. Müzik yükseliyor. Ve… Tom, Jany’i öpüyor. Üstelik bunun son bir öpücük olduğundan çok bunu ilk defa yapıyormuşçasına yapıyor. Hikâyenin sonundaki ümitsizlik çağıldıyor kanepede. Yan yana uzanıp ayaklarımızı sehpaya uzatmış olmaktan mı rahatsız oluyoruz ne, aynı anda yalpalıyoruz. Biz tüm öpüşme boyunca öpüşmeden gözümüzü kaçınmanın yollarını ararken, içimden “oh” diyen bir ses işitiyorum. Seni öpememiş olmanın “oh”u bu. Ara verip öpüşememiş olmamızın “oh”u.
Jenerik giriyor. Arkada gürültüyle akan müzik. Jany elindeki valizle kapıdan çıkarken Tom’un gözleri sulanıyor. Cinsiyet kalıplarını alt üst eden yabancı filmleri ve aşkın böyle durmadan karşına çıkmasını ne kadar seviyor olduğun okunuyor gözlerinden. Biraz bulanık bir çerçeve yerleşiyor zihnime, gülümseyen yanlarını aldırmadığın zamanlardan kalma. Bana “yaşıyorsun” diyor çerçeve, senin sesinle. “Yaşıyorsun, bak!”
Seni öpmek için boynumu kontrol ediyorum. Uzatıyorum. Uzanıyorum. Dudak kenarına ilişecekken dudaklarım, “film nasıldı?” diye soruyorsun. İçimdeki ses, “henüz başlamadı ki…” diyor. Dudaklarımla “fena değildi” yapıyorum. Anlıyorsun. Aramızda bir şeylerin bitmiş olduğu gerçeği çarpıyor suratıma. Anlıyorum.
Bana bakıyorsun ve “Seninle bir şey konuşmalıyım,” diyorsun. Yeni bir film açmak istiyorum o an. Tom geliyor önce aklıma, sonra Jany. Bitmek bilmez bir film olsaydı keşke, diyorum içimden. Yapay gülüşümü ediniyorum yeniden. Sana bakıyorum. Giriş cümleni tartıyorsun kafanda. Susku doluyor aramıza. Birkaç saniye geçiyor ve sen, “Artık biraz şey mi olduk ne…” diyorsun.
Usame Yördem
Comments