top of page

Öykü- Vildan Çelik- Gökkuşağının Altındaki Sır

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 15 Eki
  • 6 dakikada okunur

Benim adım Kore. Yer altına indikten sonra Hades’in bana yeni bir isim vermesiyle Persephone oldum. Çoğunuz beni bu adla tanırsınız. Şimdi hatırladınız değil mi? Annem tarım ve bereketin Tanrıçası Demeter ve babam Tanrıların babası Zeus.

Yaşadıklarım keşke Hesiodos’un anlattığı gibi birkaç sayfadan ibaret olsa ve o sayfalar gibi çabucak gelip geçseydi. Kayıkçıya verilen ölü bedenlerin birinin yanında bulmuştum kitabını. Oldukça eski ve yıpranmış bir kitaptı. Üstünde silik yaldızlı harflerle “İşler ve Günler Tanrıların Doğuşu” yazıyordu. Oraya ne zaman ve nasıl geldiği hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Bozuk paraların arasında öylece duruyordu. Okumak gibi bir niyetim yoktu ama yerin altındaydım ne de olsa üç ay boyunca da burada kalacaktım. Can sıkıntısıyla etrafta dolaştığım, Hades’in şehvet dolu bakışlarından kaçtığım bir gün ondan kurtulmak biraz da oyalanmak için aldım kitabı elime. Okurken can sıkıntım geçti hatta çocukluğumu hatırlayarak eğlenmeye bile başladım. Kaostan başlamıştı anlatmaya. Uranüs ve Gaia hakkında anlattıkları bana annemin anlattıklarıyla birebir aynıydı. Dedem Kronos’un çocuklarını yemesi, anneannem Rhea’nın dedemi kandırıp babam Zeus’u doğurmak için yeryüzüne inişi, babamın orada periler tarafından büyütülmesi ve dedeme taş yedirmesi, babamın, dedemi sihirli içecekle kandırması, onu kusturarak kardeşlerini kurtarıp onlarla birlik olması, dedemi hadım edip Tartarus’a kapatmaları; başına da benim sevgili amcamı, yani kocamı, bekçi olarak bırakmaları…

Fakat konu annem Demeter’e ve bana gelince işin rengi değişmeye başladı. Kaşlarımı çatıp sessizce okumaya devam ettim, artık eğlenmiyordum. Benimle ilgili satırları okumaya başlayınca kan beynime sıçradı. Hayretle ve içimde büyüyen bir hiddetle yumruklarımı sıktım. Yaşadığım onca şeyi birkaç satıra sığdırmış, birçoğuna değinmemişti bile. Öfkeden deliye döndüm. Kitabı fırlatmak istedim fakat içim el vermedi. Anlattıklarıyla yaşadıklarım arasındaki farkın bu denli büyük olması canımı acıtmıştı. Hesiodos’a göre yeraltı dünyasının kraliçesi olarak salınıyordum. Yaşadığım azabın zerresinden haberi yoktu. Bir mevsim boyunca yaşadığım yeraltı zindanının beni nasıl boğduğundan, ölümsüz bir tanrıçanın bu azabı dünya durdukça yaşayacağından bahsetmiyor, önemsemiyordu bile. Bir tanrıça olarak başıma gelen olayların beni ve hayatımı ne denli değiştirdiğiyle ilgili hiçbir şey yoktu kitapta. Sıradan ruhsuz birkaç satır…

Yaşama sevgisiyle dolu küçük, çekingen bir kız olduğum zamanları hatırladım. Uçsuz bucaksız, yemyeşil vadilerin alabildiğine uzandığı, nehirlerin berrak sularının şırıl şırıl akıttığı, her nehirde birbirinden güzel nymphelerin oynaştığı, dört yanı çeşit çeşit çiçeklerle dolu, huzur ve mutluluğun diyarı Olympos’ta yaşıyordum. Annem, bana hamile kaldığında teyzem Hera kıskancından neredeyse çatlayacakmış. Ne de olsa sevgili babam Zeus’un ilk karısıydı ve onu herkesten kıskanıyordu.

Annem büyük bir kıvançla beni kucağına alıp babama takdim etti. İsmimi de babam koydu. Doğduğumda güzel yüzlü, akıllı uslu bir bebektim. Tanrıçalar doğdukları andan itibaren her şeyin farkındadırlar, hatırlıyor oluşuma şaşırmayın. Büyütmeleri için beni nymphelere verdikleri günü de dün gibi hatırlıyorum. Yürümeye başladığımda nehir perileriyle yaptığım gezintiler, ağaçların arasında oynadığımız oyunlar ve beni sevgileriyle büyütmeleri en güzel zamanlardı. İnsanlar gibi uzun sürmez bizim gençliğe adım atışımız. Kısa bir sürede her şeyi öğrenir, büyür ve gençleşiriz. Gördüğüm ilgi ve sevgiye rağmen hep içine kapanık ve çekingendim. Aklımdan türlü düşünceler geçse de kendime saklar, olan biteni gözlemlemekle yetinirdim. Bu hâllerim hep başıma belaydı. Annem belime kadar inen siyah gür saçlarımı tararken çok güzel olduğumu kulağıma fısıldardı ama genç kızlığa adım atana kadar güzelliğimin farkına varamamıştım. Herkesten ustaca sakladığım ürkekliğim ve çekingenliğimi zarafetime yordular. Serpilip boy atınca zarafetimin yanına güzelliğimi de kondurdular. Sadece zarafetim ve güzelliğim vardı. Benimle ilgili bir kehanet yoktu. Tanrı ve tanrıçalara taşıdıkları özelliklerle ya da Apollo’nun kehanetiyle bir görev verilirdi. Önemli bir özelliğim yoktu, benimle ilgili bir kehanet de yoktu. Bu yüzden bir görevimde yoktu. Güçlü bir tanrıça olarak da görülmediğimden bana; yeryüzünün ecesi diyorlardı.

Bir gün Hades babamın yanına gelip onu oyuna getirdiğini, yeraltında yalnız yaşamaktan sıkıldığını ve artık bu görevi yapamayacağını söyleyip baş kaldırınca kaderim değişti. Yeraltında yaşadığından kral da olsa kimse onunla evlenmek istemiyordu. Babam Ağabeyi Hades’in kendisi kadar güçlü olduğunu biliyordu. En büyük korkusu tahtını kaybetmekti. Onun diğer tanrılarla iş birliği yaparak baş kaldırmasından ve tahtını elinden almasından korkuyordu. Hades’in, Tartarus’ta tutuklu Kronos’u da isyanında kullanabileceğini düşünen babam, kardeşini yeraltında kalması için ikna etmeliydi. Madem şikâyeti yalnızlıktı ona bir an önce bir eş bulması şarttı. Bu eşin kendine tam anlamıyla bağlı olan güzel bir tanrıça olması lazımdı. Kimi düşündü dersiniz? Babamın, altın işlemeli görkemli aynasından; rengarenk çiçeklerin arasında çiçek toplayıp, gülücükler saçarken yansımamı gören Hades kalbinden vurularak “bu kim?” diye sorunca babam çenesini kaldırıp gururla “Kore” diye cevap vermiş. Annemin onaylamayacağını bildiği için “gerisi sana kalıyor” diyerek yarım ağızla gülümsemiş.

Bir gün nymphe’lerle şarkılar söyleyip çiçek toplarken kayaların arasından akan küçücük bir ırmak gördüm. İki yanında o güne dek hiç görmediğim çiçekler vardı. Koşarak ırmağın kenarına gittim. Çiçekleri koklarken bana birinin seslendiğini duydum. Başımı kaldırdığımda kayaların üstünde oldukça yakışıklı bir delikanlının uzandığını gördüm. Boynuna kadar inen sarı saçları su misali berrak mavi gözleriyle gülümseyerek bana bakıyordu.

“Bana mı seslendin?”

“Bu dünyada senden daha güzel bir kız var mı?” dedi. İlk görüşte aşk bu olmalıydı. “Sen de kimsin?” diye sordum hayretle. Yoncalardan yapılmış bir taç tutuyordu elinde. Ayağa kalktı, ağzına yerleştirdiği dört yapraklı yoncayı yere fırlatarak, “Adım Kirius, ilerideki keçilerin çobanıyım,” diyerek kayadan yanıma atladı. “Benim adım Kore,” diye cevap verdim kızaran yanaklarımla, “Sen bir tanrıça olmalısın,” derken bakışlarındaki hayranlık hâlâ hatırımda. Elindeki tacı bana uzattı. Kalbim o ana dek bu denli hızlı atmamıştı. Yüzüm kızardı, ne yapacağımı bilemeyerek başımı öne eğdim. O sırada yere indirdiğim bakışlarım gök kuşağının tüm renkleriyle donanmış bir nergise takıldı. Büyülenmiş gibi hiç düşünmeden eğildim. Nergisin, “Beni kopar, beni kopar,” dediğini duyar gibi oldum. Elimi uzattım. Kirius’un, “Uğursuzluktur, sakın koparma, onun yerine bu tacı al,” demesine aldırmadan nergisi kopardım. Nergisi koparmamla birlikte yer sallanmaya başladı. Yerin altından oldukça güçlü bir uğultu duyuldu. Ve toprak nergisi kopardığım yerden ikiye ayrıldı. Yarıktan, dört kara aygırlı savaş arabasında, karalar giyinmiş bir şekilde oturan Hades kahkahalar atarak yeryüzüne çıktı. İncecik belime doladığı güçlü kollarıyla beni arabasına çekti ve yarık tekrar kapandı. Beni kurtarmak için atılan Kirius, aygırlardan birinin çiftesiyle yuvarlandı ve bu onu son görüşüm oldu.

Eğer Narkissos gibi güzelliğe aldanmasaydım, nergis yerine bana uzattığı tacı alsaydım belki de bunlar başıma hiç gelmeyecekti. Narkissos kendi güzelliğinin kibrine yenilip nergis olmuş, ben de görünenin arkasındaki güzelliği kaçırıp yer altına hapsolmuştum. Beni krallığına getiren Hades ağlamalarıma, çırpınmalarıma rağmen bir dirhem merhamet göstermedi. “Benim adım Kore. Babam Zeus seni bu yaptığına pişman edecek!” diye bağırdım. Kahkahalar atarak “Senin adın bundan sonra Persephone ve baban bana hiçbir şey yapmaz,” dediğinde yer altından çıkma ve sevgilime kavuşma hayalim yok oldu. Adım yoksa ben de yoktum artık. Yemedim içmedim ve ağlamaya, haykırmaya devam ettim. Annem beni Hades’in kaçırdığını Helios’tan öğrenmiş. Babamın da işin içinde parmağı olduğunu duyduğunda acıdan kahrolmuş. Bolluk ve bereket tanrıçası kendi adına bir tapınak yaptırıp oraya sığınmış ve Olympos’taki bütün tanrılara küsmüş. Yeryüzü kuraklaşmış, insanlar ekip biçmeyi bırakmış, açlıktan ölmeye başlamış. Kendilerine edilen dualar azalınca tanrılar da güçsüzleşmiş. Sonunda dayanamayarak anneme yalvarmışlar. Annemin tek bir şartı varmış; benim yeryüzüne çıkarılmam! Mecbur kalan babam durumu Hades’e bildirmiş. Hades’in razı olmaya niyeti yoksa da ikna etmiş.  Ben kahrolmaya devam ederken Hades yanıma geldi. “Yeryüzüne çıkmak, anneni görmek ister misin?” diye sordu. Kulaklarıma inanamadım. “Elbette,” diye cevap verdim. Hades bu, oyunları biter mi? “Tek bir şartla,” diyerek bana dört nar tanesi uzattı. “Bunları yersen yeryüzüne götürürüm seni,” Başıma gelecekleri bilmediğim halde reddettim. Asıl amacı beni yeryüzüne götürmek değil de nar yedirmek gibiydi.  Arabasına bindi, beni yanına oturttu ve yalvarmaya başladı: “Hadi ye ne olur.” Ben ‘olmaz’ dedikçe ısrar etti. Yeryüzüne çıkmak üzereydik ki kocaman elleriyle ağzımı zorla açarak nar tanelerini ağzıma attı. Attığı gibi tükürdüm fakat tükürürken nar tanelerinden biri dişlerimin arasında ezildi.

Anneme kavuştuğum anı asla unutamam. Bana hasretle açtığı kolları, gözlerindeki mutluluk yaşları, mesut gülümsemesi ve sevgiyle bakan gözleri, bir daha hiç ayrılmamacasına ona sarılışım… Annem “Yer altında herhangi bir şey yedin mi?” diye telaşla sordu.  “Hayır” diye cevap verdim. Gözlerimdeki korkuyu ve elimi alnıma aniden vuruşumu gören annem. “Emin misin kızım. İyi düşün,” dediğinde başımı pişmanlıkla öne eğerek, “Dört nar tanesi fakat üçünü tükürdüm,” dedim ağlamaklı. Beni tekrar kollarına alıp ağladı. Oyuna getirildiğimi ve yılın dört mevsiminden birini yer altında geçirmem gerektiğini, sebebinin dişlerimin arasında ezilen nar tanesi olduğunu annemden öğrendiğimde şaşırmamıştım. Tıpkı babamın beni Hades’e teklif etmesine, adımın artık Persephone oluşuna ve öyle hatırlanmama şaşırmadığım gibi.

Yeraltına indiğimde annem yas tutmak için tapınağına gidiyor ve sizler kış mevsimini yaşıyorsunuz. Yeryüzüne çıktığımda bahar geliyor sizler üç mevsim boyunca bolluk ve berekete yani anneme kavuşuyorsunuz. Kimi zaman kılık değiştirerek aranıza karışıyorum. Sizlerle konuşuyor bazen bir arkadaş bazen de bir yoldaş oluyorum. Binlerce yıl geçmesine rağmen baba zorbalığına uğrayan, sevgilisinden zorla ayrılan, kaçırılan kızları gördükçe tanrı ya da insan fark etmeksizin yazgıların değişmediğini görüyorum. Annelerin kızlarının hasretiyle kahrolmasını, babaların oğullarıyla savaşmasını üzülerek seyrediyorum.

Kirius’a gelince, onu yeryüzünde her yerde aradım. Dünyanın her köşesinde ona rastlarım diye dolaştım. Onun beni bulması için izler bıraktım ardımda. Gök kuşağının renkleriyle bezeli nergisler… Fakat nafile, bir daha gönlümü verdiğim adama rastlayamadım. Kehanet tanrısı Apollo’ya onu sormayı çok istedim ama yapamadım. Onu yüreğimde yaşatarak, unutmak için sevdalara tutundum. Aphrodite’yle Adonis için kavga ettim. Yeryüzüne her çıktığımda Hades’i aldattım. Ondan öcümü ona sadık kalmayarak aldım. Her bahar yeryüzüne çıktığımda önce anneme gider, onunla hasret gideririm. Sonra çocuklarım ve aşklarım arasında mekik dokurum.

Yeryüzüne çıkar çıkmaz ise yaptığım ilk iş gök kuşağı renklerine bezeli nergisler yaratmak olur.


Vildan Çelik

Yorumlar


bottom of page