Geceye bıraktım gerisini. O, neyi saklayıp neyi açığa çıkaracağını herkesten daha iyi bilir. Akla karayı istisnasız ayırt edebilir. Çünkü istisnalar kaideyi bozar. Bir kere bozuldu mu düzeltemezsin. Sistemi sorgulama. Işıkları sakın yakma. İçimi dökmeye geldim. İçimizin karanlığı dışımızı aydınlatmasın. Saklamak istediklerin varsa eğer, sen de kus onları ortaya. Saklanacaklar, lekeler, akla kara olanlar ayrışmalı birbirinden. Birileri yapmalı. Ben yapamadım. Ben yapamadığıma göre bir başkası, başka bir şey sorumluluğu almalı, sistemi devreye sokmalı.
Nasıl mı? Hayatta başıma gelmez denebilecek şeyler olurken, olmayacak şeylere anlamsız anlamlar yükleyen ben, olanları olduğu gibi sırtlanarak, böylece yüklerimden kurtulurum belki diye umut ederken, hayat geçiyor bak. Bak, siyah beyaz kedi bile güldü buna bıyık altından. Oysa bıyıksız olan -hani öğleden sonra kırk sekiz saatlik mesai sonrası zorla bindiğim dolmuştan inerken çaktırmadan sürtünen- nasıl da mimiksiz bakmıştı yüzüme. Binerken yardım etmişti de teşekkür etmiştim hani insaniyet namına, yarım, yorgun bir gülümsemeyle. Takip ettiğini anlayınca dönüp bakmıştım ya kaşlarımı çatıp. Hızlı hızlı ara sokaklara girip izimi kaybettirmeye çalışırken ben, sigarasını içiyordu o, derin nefesler çekip gözlerini kısarak. Kara gözleri vardı beyazla asla karılmayacak keskin sınırları olan. Sınırı tanımayan neresiydi o zaman? Biliyorum da sınırımı aşmamak için sesli söyleyemiyorum. Haddini bil, demişti sigara kokan nefesinin yaladığı sarı dişlerinin ardından. Nefes borusu kapkaranlıktı. İçim dışım bir olsun diyorlar ya. Nasıl olsun? İçim dışıma çıkıyor, taş parkesi bilmem kaçıncı defa Belediye müteahhidi tarafından değiştirilmiş kaldırımda kusarken. Öğğk, diyor yanımdan geçen çakma Chanel parfümlü, pembe simli ayakkabıları olan genç kız. İğreniyor içimden çıkandan. Oysa siyah beyazlı kedi hiç oralı olmuyor yalarken sırlarımı, acılarımı, yorgunluklarımı, pişmanlıklarımı, korkularımı, karanlıklarımı. Akla kara karışmıyor yerlere yayıldıkça. Kaldırımda oturuyorum bir süre daha. Ne kadar geçti bilemiyorum. Hava kararıyor. Kahverengi, siyah, lacivert, taba ayakkabılar geçiyor yanımdan. Bazısı hızlı hızlı bazısı yavaş. Biri, bir tanesi bile sormuyor halimi. Siyah Beyaz, bıyıklı kedi dışında. İçimi içine aldıktan sonra aynı dili konuşuyor oluyoruz. Çok anlatmıyorum o zaten biliyor. Gördü zaten. Yutmuş beni çünkü. Herkes yutmuyor oysa. Bıyıksız olan mesela. Bana yutturamazsın, sen de istiyorsun, demişti şundan birkaç saat önce ağzımı nasırlı, gaz kokan elleriyle sıkıca kapatırken. İmdat! diye seslendim orada. Merdiven boşluğundaki kuytuda. İnsan olan kimseler beni duymuyor. Bir Allahın kulu yok mu? İmdat! İmdat! İmdat! Hava yavaş yavaş kararıyor. Kaç saat geçti? Ayak sesleri azalıyor. Kaldırımdaki ben de azalıyorum. Lokma lokma içine alıyor beni kedi. Akla karayı seçiyor bunu yaparken. Bir lokmalık canım kalmış. Bir lokmalık, bir sıkmalık canmışım. Kırarmış boynumu istese. Gözünün karasıyla akı karışmayan bıyıksız bana böyle söylüyor sıkıştırdığı eski apartman boşluğunda göğüslerimi zorla okşayıp arkama geçerken. Orada görüyorum onu. Kapıyı durdurmak için koydukları taş. Siyaha boyayıp beyazla kelimeleri alt alta dizmiş, SİSTEMİ BOŞ VER yazmış biri. Sistem. Sistem. Sistem. Boş veremiyorum. Tekrar. Tekrar. Tekrar. Sonrasında. Sonrasında. Sonrasında… Apartmanın zemini karo kaplı. Siyah beyaz birbirine zerre karışmayan şekiller. Oysa bıyıklı ile ben çoktan karıştık içimde bir yerlerde. Son bir kez daha bağırıyorum. Çatallı çıkıyor sesim. İmdat. O geliyor yavaş patileriyle adım adım yanımıza yaklaşıyor. Bıyıklı kedi? Adam beni çevirip üzerime abanırken hırıltılı bir ses çıkarıp yana düşüyor. Hareketsiz yatıyor bir süre. Ne oldu? Nasıl oldu? İmdadıma kim yetişti? Kediler de Allah’ın kulu değil mi? Taşı can havliyle iki elimle kavrayıp sistemi vuruyorum bıyıksızın kafasına kafasına. İçi dışına çıkıyor. Merdiven boşluğundan sızıyor koyu kırmızı leke. Önce damla damla ardından birikinti oluyor. Bıyıksız öyle yatıyor yerde, gözleri açık. Akıyla karası karışmamış. Kırmızı lekenin üstüne kedinin gölgesi düşüyor. Patileri birikintinin içinde. Yukarı katlardan yaşlı, zor duyulan bir kadın sesi geliyor, kuytunun duvarlarında yankılanıyor.
İmdat? İmdat? Nerdesin oğlum? Kaçtın mı yine yaramaz kedi? İmdaat. Oğluş.
Sistemi boşver’i yere bırakıyorum usulca. Sistem işe yaradı. Sitem edemem. Ayağa kalkıyorum. Öğürerek. Apartmandan birlikte çıkıyoruz kediyle. Beni takip ediyor. Patilerinin kırmızı izi giderek azalıyor. Benim ellerimse tıpkı benim gibi hala lekeli. Ana caddeye doğru ilerliyoruz. Mecalim kalmayınca kaldırıma oturuyorum. İçim dışıma çıkıyor. Kusuyorum. Ayakkabılar geçiyor yanımdan. Hava iyice kararıyor. Ben çoktan kapkarayım. Gecenin siyahı gündüzün beyazına karışıyor. Geceye bırakıyorum gerisini. O neyi saklayıp neyi açığa çıkaracağını herkesten daha iyi bilir. Akla karayı istisnasız ayırabilir. Kedi benimle geliyor.
Yonca Tandoğan
Comments